Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bölüm 1; Beklenmedik Bir Parti
“Ah, pekâlâ,” dedi Thorin. “Uzun zaman önce büyükbabam Thror’un zamanında, ailemiz uzak Kuzey topraklarından sürüldü ve tüm servetleri ve aletleriyle birlikte haritadaki bu Dağ’a geldiler. Dağ, uzak atam İhtiyar Thrain tarafından keşfedilmişti, ama onlar madenler açıp tüneller kazdılar ve daha büyük salonlar ve daha geniş atölyeler inşa ettiler –bunun yanında çok miktarda altın ve değerli taş bulduklarını da sanıyorum. Her halükârda son derece zengin ve ünlü oldular, büyükbabam tekrar Dağaltı’nın Kralı oldu ve güneyde yaşayan, Akan Nehir’in kaynağına doğru, Dağ’ın gölgesindeki vadiye kadar yayılmakta olan fani insanlardan büyük hürmet gördü. İnsanlar o dönemde şen Dale kasabasını kurdular. Kralları metal işçilerimizi çağırır ve becerisi en kıt olanları dahi büyük ödüllere boğardı. Babalar bize oğullarını çırak almamız için yalvarır ve bize iyi ücret öderlerdi, özellikle de asla kendimiz için yetiştirmeye zahmet etmediğimiz yiyecek maddeleri cinsinden. Bunlar bizim için her bakımdan iyi günlerdi ve en fakirimizin bile harcayacak ve borç verecek parası ve sırf eğlence uğruna güzel şeyler, hele günümüzün dünyasında eşi benzeri bulunmayan fevkalade ve büyülü oyuncakları yapmak için zamanı vardı. Böylece büyükbabamın salonları zırhlar, değerli taşlar, oymalar ve kadehlerle doldu; Dale’in oyuncak pazarı da Kuzey’in mucizesi haline geldi. “Ejderhayı getiren de şüphesiz bu oldu. Bilirsin, ejderhalar insanlar, elfler ve cücelerden, bulabildikleri her yerden altın ve değerli taşlar çalar ve yağmalarını yaşadıkları sürece korurlar (öldürülmedikleri sürece de neredeyse sonsuza kadar yaşarlar) ve tek bir bronz yüzüğün bile keyfini sürmezler. Aslına bakılırsa, iyi işlenmiş parçayı kötü işlenmiş olandan ayıramasalar da genellikle piyasadaki değeri hakkında iyi bir fikirleri vardır. Kendi başlarına hiçbir şey yapamaz, zırhlarının gevşeyen tek bir pulunu bile onaramazlar. O günlerde Kuzey’de pek çok ejderha vardı ve bir sürü cüce güneye kaçmış veya öldürülmüşken altın bulmak muhtemelen güçleşiyor, ejderhaların yol açtığı onca yıkımda işleri daha beter bir hale sokuyordu. Smaug adında, özellikle açgözlü, güçlü ve kötü bir solucan vardı. Bir gün havalanıp güneye geldi. İlk duyduğumuz Kuzey’den gelen, hortumu andıran bir gürültü ve Dağ’ın çam ağaçlarının rüzgârdan gıcırdayıp çatırdamasıydı. Dışarıda olan bazı cüceler (şanslıymışım ki ben onlardan biriydim –o günlerde maceraperest bir delikanlıydım, sürekli ortalarda dolanırdım ve o gün bu hayatımı kurtardı) –eh, uzun bir mesafeden bakıp ejderhanın bir alev püskürtüsü içinde dağımıza yerleştiğini gördük. Ejderha sonra yamaçlardan indi ve ağaçlığa ulaştığında her şey alevlere büründü. O sırada Dale’deki tüm çanlar çalmaya başlamıştı ve savaşçılar silahlanmaktaydı. Cüceler büyük kapılarından dışarı koşturdu, ama ejderha orada onları bekliyordu. O yönden hiçbiri kaçamadı. Nehir buhar olup yükseldi, Dale’in üzerine bir pus indi ve ejderha sisin içinden gelip savaşçıların çoğunu katletti –o günlerde fazlasıyla yaygın olan, bilindik üzücü hikâye. Ardından dönüp Ön Kapı’dan girdi ve tüm salonları, koridorları, tünelleri, sokakları, kilerleri, malikâneleri ve geçitleri taradı. Bundan sonra içeride canlı cüce kalmadı ve ejderha cücelerin tüm servetini ele geçirdi. Muhtemelen hepsini içerilerde koca bir yığın halinde toplamıştır ve üzerinde uyuyordur, çünkü ejderhalar böyle yapar. Daha sonraları geceleri büyük kapıdan çıkar ve insanları, özellikle de genç kızları götürüp yerdi, ta ki Dale harap olana ve tüm halkı ölene veya oradan gidene kadar. Orada şimdilerde neler olup bittiğinden emin değilim, ama kimsenin Dağ’a Uzun Göl kıyısından daha yakın yaşadığını sanmam. “Dışarıda yeterince uzakta olanlarımız oturup saklanarak sessizce ağladık ve Smaug’a lanetler okuduk; orada babam ve büyükbabam ucu yanmış sakallarıyla beklenmedik bir şekilde bize katıldılar. Pek ürkünç bir halleri vardı, ama fazla bir şey söylemediler. Onlara nasıl kaçtıklarını sorduğumda, bana dilimi tutmamı ve bir gün zamanı geldiğinde öğreneceğimi söylediler. Bundan sonra oradan uzaklaştık ve hayatımızı farklı diyarlarda, çoğu zaman demircilik, hatta kömür madenciliği yapacak kadar alçalarak kazandık. Ama çalınmış hazinemizi asla unutmadık. Şimdi bile, hayli iyi bir miktar topladığımızı ve halimiz vaktimizin yerinde olduğunu kabul etsem de,” –Thorin burada boynundaki altın zinciri okşadı– “hâlâ elimizden gelirse onu geri almaya ve Smaug’a ettiğimiz lanetleri gerçekleştirmeye niyetimiz var. “Babamla büyükbabamın kaçmayı nasıl başardıklarını pek çok kez merak etmişimdir. Şimdi başka kimsenin bilmediği bir Yan Kapıları olması gerektiğini anlıyorum. Ancak anlaşılan bir harita çizmişler ve Gandalf’ın bu haritayı nasıl ele geçirdiğini ve haritanın hak sahibi vâris olan zatıma nasıl geçmediğini bilmek istiyorum.” “Onu ‘ele geçirmedim’, harita bana verildi,” dedi büyücü. “Hatırlarsın, büyükbaban Thror Moria madenlerinde Goblin Azog tarafından öldürülmüştü.” “Lanet olsun adına, evet,” dedi Thorin. “Baban Thrain de geçen perşembeden tam yüz yıl önce Nisan’ın yirmi birinde yola çıkmış ve o zamandan beri senin tarafından görülmemişti.” “Doğru, doğru,” dedi Thorin. “Eh, baban bunu sana verilmek üzere bana teslim etti ve seni bulmakta ne kadar güçlük çektiğimi düşünürsen, onu sana vermek için zamanımı ve yöntemimi kendim seçtiğim için beni suçlayamazsın. Baban bana kâğıdı verdiğinde kendi ismini bile hatırlayamıyordu, seninkini de bana hiç söylememişti; dolayısıyla son tahlilde övgü ve teşekkürü hak ettiğimi düşünüyorum! Al işte,” dedi haritayı Thorin’e uzatarak. “Anlamıyorum,” dedi Thorin, Bilbo da aynı şeyi söylemek istediğini hissetti. Açıklama hiçbir şey açıklamıyordu sanki. “Büyükbaban,” dedi büyücü yavaşça ve ciddiyetle, “Moria madenlerine gitmeden önce haritayı güvende durması için oğluna vermişti. Büyükbaban öldükten sonra baban haritayla şansını denemeye gitti; en nahoş türden bir sürü macera yaşamasına rağmen Dağ’ın yanına hiç yaklaşamadı. Oraya nasıl vardığını hiç bilmiyorum, ama onu Ölümbüyücüsü’nün zindanlarında buldum.” “Orada senin ne işin vardı?” diye sordu Thorin ürpererek ve tüm cüceler titrediler. “Boş ver sen onu. Her zamanki gibi bir şeyler öğreniyordum ve bu son derece iğrenç ve tehlikeli bir işti. Ben bile Gandalf olmama rağmen zor kaçtım. Babanı da kurtarmaya çalıştım, ama çok geçti. Aklını kaybetmişti, hezeyan halindeydi ve harita ve anahtar dışındaki hemen hemen her şeyi unutmuştu.” “Uzun zaman önce Moria goblinlerine yaptıklarını ödettik,” dedi Thorin, “şimdi de aynısını Ölümbüyücüsü’ne yapmayı düşünmeliyiz.” “Saçmalama! O bir araya toplanmış tüm cücelerin –dünyanın dört bir yanından bir kez daha toplanabilselerdi– gücünün toplamını bile çok aşan kudrette bir düşman. Babanın tek isteği oğlunun haritayı okuyup anahtarı kullanmasıydı. Ejderha ile Dağ senin için yeterinden de büyük görevler!” “Kulak ver, kulak ver!” dedi Bilbo ve kaza eseri bunu dışından söyledi. “Neye?” dediler hepsi birden aniden ona dönerek ve Bilbo o kadar utandı ki, “Söyleyeceklerime kulak verin!” diye cevap verdi. “Nedir o?” dediler. “Eh, ben derim ki, Doğu’ya gitmeli ve etrafa bir bakınmalısınız. Ne de olsa şu yan kapı meselesi var ve herhalde ejderhalar da zaman zaman uyuyordur. Kapının eşiğinde yeteri kadar beklerseniz illa ki aklınıza bir şey gelir, diye düşünüyorum. Hem, anlarsınız ya, bu gecelik yeteri kadar konuştuk, diyorum. Erken yatıp yola erken çıkmaya ne dersiniz? Gitmeden size iyi bir kahvaltı sofrası kurarım.” “Gitmeden bize, demek istediğini farz ediyorum,” dedi Thorin. “Hırsız sen değil misin? Ve kapı eşiğinde oturmak, hatta kapıdan içeri girmek senin işin değil mi? Ama yatak ve kahvaltı konusunda seninle hemfikirim. Yolculuğa başlamadan önce jambonumun yanına altı yumurta isterim; haşlanmamış, kızarmış olacak, kırmamaya da dikkat et.” Diğerleri de kahvaltılarını lütfen bile demeden sipariş ettikten sonra (bu Bilbo’nun canını pek sıkmıştı) hepsi ayağa kalktılar. Hobbit hepsini yatırıp kendi küçük yatağına son derece yorgun ve hayli mutsuz bir şekilde gitmeden önce hepsine yatacak yer bulmak, tüm konuk odalarını doldurmak ve koltuklarla kanepelere yatak sermek zorunda kaldı. Bir konuda kararını vermişti; çok erken kalkıp herkesin sefil kahvaltısını servis etmeye zahmet etmeyecekti. Took tarafı etkisini kaybetmeye başlamıştı ve sabah olunca herhangi bir yolculuğa çıkacağından artık pek emin değildi. Yatağında yatarken Thorin’in hâlâ yandaki en iyi yatak odasından kendi kendisine mırıldandığını duyabiliyordu: Soğuk, sisli dağların ardındaki ıraklara Derin zindanlarla eski mağaralara Düşmeli yolumuz gün doğmadan oralara Efsunlu, soluk altını aramaya Bilbo kulaklarında bu sesle uykuya daldı ve bu yüzden son derece huzursuz rüyalar gördü. Uyandığında gün çoktan doğmuştu. shf: 32, 33, 34, 35, 36, 37
Sayfa 32 - İthaki Yayınları, Çevirmen: Gamze Sarı Özgün Adı: The Hobbit İthaki Yayınları - 562 3. Baskı, Aralık 2009, İstanbul E-kitap: 1. Sürüm, Şubat 2015 Aralık 2009 tarihli 3. baskısı esas alınarak hazırlanmıştır.)
·
79 görüntüleme
Pol Gara  Yeşim Firûzan okurunun profil resmi
Buz kesmiş dumanlı dağlar ardına Depderin zindanlara ve eski mağaralara Şafak atmadan gitmeli buradan Uzun yıllar önce unutulan altınımızı bulmaya... Çeviri; Altıkırkbeş Yayın 36/2 Nerdeyse Bütün Eserleri-1 J. R. R. Tolkien / The Hobbit, 1937 Türkçesi: Esra Uzun 1. Baskı Temmuz 1996(Mitos Yayıncılık) 2. Baskı: Ekim 1997)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.