Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

167 syf.
9/10 puan verdi
"Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir?" Augustinus Bu kitabın içeriği hakkında detaylı iki incelemeye rastgelince, ben farklı bir yol izleyeyim dedim. Bu iki incelemeyi de sizler için şuraya bırakayım; #26225287 , #30236775 "Büyük bir hayretle, dünyadaki her şeyin çok basit bir gerçeğe, insana, insani yaşama ve insanı değerlere ilişkin olduğunu gördüm..." diyordu. Sofrada, bir inşaat işçisinin nasır tutmuş ellerini sofradaki diğer kişilerin midesi almaz diye gizleme çabasındaki o hoşgörü, bu dünyaya yetmeyecek mi? Ya da sevdalı türküler mırıldanan eski bir radyonun, o tadına doyulmaz, ruhu okşayan, huzurlu terapisi... Dünya gördüklerimizle mi sınırlı salt bizim için?Hissedilenler de varlığa bir delil olarak gösterilemez mi? -Huzur mesela... -İç hastalıkları ilacı gibi bir şey değil mi? -Ya da şu havada gece-gündüz uçuşanlar, hani renkli olanları da var, insanın gözlerini göğe dikmesine sebep... - O koca yürekli şair'in dizelerinde bahsettiği, "Bir de kuşlar var hakim bey, her şeyin başı onlar. Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına." -Sen de haklısın, daha önce ne bir huzursuzluğun, ne bir hissiyatın olmamıştı? -Önüne ne konmuşsa, çiğnemeden yutmuşsun, tadını dahi bilmiyorsun... -Yedirenin olmasa, giydirenin olmuştur efendin.! Savaşlardan mesela, yıkımları, kıyımları meşrulaştıran o savaşlardan. Onlardan daha çok öldürmeliyizli savaşlardan... Ölü sayılarıyla büyüklüğüne karar kılınan, ölüm odaklı, o çok mühim ve gerekli olduğu sanılan savaşlardan... Uzun'un deyimiyle, "sen bir savaşın ne olduğunu bilir misin ey insanoğlu? "askerlerin ölü asker kokularından öldüğünü" "Söylemeye bile gerek yok, Türkiye'de hükümetlerin Kürt halkının dili, kültürel kimliği üzerine yürütmekte olduğu bu ilkel politika elbette çoktan değişmeliydi." Bu hususta, Dom Freman'ın şu dizeleri de hafızamızda yer edinsin isterim; "Daha iyi bir dünya için politikacılardan medet ummayı bırakmalıyız. Politika dünyayı daha iyi bir yer yapmıyor. Bu dünyayı daha iyi bir yere dönüştüren her şey mucit, mühendisler, bilim adamları, öğretmenler, sanatçılar, üretenler, filozoflar, hekimler ve nefret yerine sevgiyi tercih eden insanlar tarafından gerçekleştirildi." Velhasılı kelam, kalemini çok sevdim Uzun'un. Kaleminin çok ünsiyetli bir tarafı var, hatta Yaşar Kemal'le bağ kurulabilir, en nitelikli sıfatı da bu olduğunu gözlemledim... Halka-acılarına olan eğilimleri, hayatlarının acıyla yoğrulmuş olması, suratları asık, dudakları bükük gezmesi gereken bu insanların; elleriyle bize uzattıklarının, sopalar ya da ateşten bir demir değil de, çiçek oluduğunu görünce hayret ediyor insan. İşte o vakit anlıyoruz ki, acı çeken insanların, daha umut dolu, sevgi yüklü ve candan olduğunu. Demin sigara almak için markete çıktım, böyle dudaklarda debelenen cinsten, ne idüğü belirsiz bir kaç harften oluşan, sevinç çığlıkları beni beklemesin mi... Hemen sonrasında 2'si el arabasının içinde, biri de el arabasını ittiren-süren 3 çocuk hızla geçip gittiler, rüzgar gibi derler ya öyle işte. Ya da çocukluk gibi, hızla, ne olup bittiğine anlam dahi veremeden, benden yitip başka yerlere vardılar...Çoçuklar; tasasız, sevinçli, güleç, meraklı, vicdanlı, merhametli, masum ve de yürekli, 3 çocuk işte... Günlerden bir gün, sene 1999-2000, tam olarak tarihini hatırlamıyorum. Bir gömleği var bir çoçuğun, mavi renkte, çiçekler de var üstünde. Çok güzel anlayacağınız... Arkadaşları da var o çocuğun, hani tenekelere vura vura, ritimli ritimsiz bir şarkı tutturmaya çalıştığı arkadaşları, belki de saz ekibi denilen düğün merasimlerinde görev alan bir çalgıcı olma hayalleriyle... İşte o çocuk, o senelerin bahsettiğim o gününde, ailesiyle köy ziyaretinden dönerken yolları kesilir, güvenlik önlemleri alan bir grup jandarma tarafından... O gün o çocuk bir suç işler, evet suçmuş. Hem de sürgün bile edilebilirmiş işlediği suç açığa çıkarsa. Ne mi yaptı o çocuk; İçinde Kürtçe dengbej şarkıları bulunan bir kaseti sakladı. Bir kaset, tekrarlıyorum, bir kaset... Rengini de hiç unutmaz, sarı bir kaset sakladı. Teybe yerleştirince içinden Kürtçe şarkılar söylenecek bir kaset... Neyse uzatmanın anlamı yok, üzülecek yanları çok olan bu tür olayların, idrakına varmanın acısını, ne ben kelimelere sığdırılabilirim, ne de kelimelerin bu durumu ifade edebileceğini zannetmiyorum. Evet, o gün bir çocuk olarak bir suç işlemişim, bunun nasıl bir suç olduğunu öğrenmemde en etkili kitap bu oldu. Ve yine günlerden bir günmüş hatta seney-i devriyenin ilk günüymüş, sene de 1953. Dünya'ya normal, sıradan, diğer bebekler gibi bir bebek gelmiş. Milan Kundera'nın da dediği gibi, "Seçmediğimiz bir şeye kendi erdemimiz ya da başarısızlığımız gözüyle bakamayız." Böyle bir sıradanlık, yani bebek gibi, yani günahsız... Uzun'un ifadeleriyle, "İnançları farklı, dilleri farklı, kimlikleri farklı diye insanlar birbirine düşman olmamalı. İnsan bir kimliğe, bir dine, bir dile sahip olarak dünyaya geliyor ve bunlarla büyüyüp yaşıyor. Bunda insanın günahı, suçu ne?" Bir isim konmaya ihtiyacı var, çünkü ona o isimle seslenilecek, haliyle sevilirken de o isim eşliğinde gıdısıyla oynanacak... Şimdi neden anlatıyor bu durumu diye iç geçirmeden sizler, kısaca o bebeğin hayatına değineyim; Bu bebeğe bir isim bulunup, nüfus müdürlüğüne gidiliyor, ismi bulan ve ismini koymak isteyen kişi, dedesi. Dedesi torunu için Kürtçe bir isim koymak istemiş, ama yok, nüfus müdürü illa ben koyacağım ismini demiş. Soyadında da aynı sorunu yaşamış. Yani anlayacağımız o dönemlerde Kürt çocuklarının ismine, bizim ailemizin bizim için istediği değil, nüfus müdürlüğünden herhangi birinin zevkine göre konuluyormuş... Bu işin lélési derler ya, daha bu işin lolosu da var arkadaşlar; okula başlarken kuvvetle muhtemel 7-... yaşlarında olacak bu çocuk, hiç tanışmış olmaması ihtimali dahilinde, farklı bir dille karşılaşacak, bu dil onun eğitim dili olacak, o yaşta bir çocuk kendi diliyle bile kendini ifade edemez durumdayken, yaşayacakları zorlukları bir bir benim yazmamın lüzmu yok. Ana dili yok sayılan bir çocuk, kendi dilinde bile eğitim görse zorluk çekecek bir çocukken... Dile kolay değil mi? Yaşamadan ne kadarını anlayabiliriz ki bunun. Bu çocuk sonraları, yaşadığı coğrafyanın acılarıyla büyüyüp serpiliyor, 18 yaşlarına gelmiş, 12 Mart 1971 darbesi sonrasında, 3 Mart 1972'de tutuklanır, fikir suçlusu olarak hem de, şuan hala günümüzde en büyük örneklerinden birinin de, "Ahmet Altan" olduğu gibi, unutmuştuk değil mi? Unuturuz biz, alışkınız biz, bize dokunmayan yılan bizdendir bir nevi, ayağımıza değmeyen taş yoktur, çığlığını işitmediğimiz feryad koparılmamıştır... - Rüzgar ne taraftan esiyor, rüzgar... - İnsanın kendi suratına tüküresi geliyor! Kendisini, "Ben yasaklı bir dilin yazarıyım" diyerek tanımlayan, sürgün hayatında birçok Kürtçe esere imza atan, yazar-aydın Mehmed Uzun, "çok iyi bir edebiyatçı olmakla birlikte çok iyi bir okur" imiş, kardeşi Mahmut Uzun'un deyimiyle. Kitapta yer vermiş olduğu alıntılardan da anlaşılıyordu zaten bu. Tüm yaşamını Kürt halkı ve diline adayan, halkımıza ve bu coğrafyaya yeni bir dil(!), yeni bir anlatı tarzı(!), katmış olan o güzel yürekli insanı, "yeni ülkeme niye geldiğimi anlatmaya çalışırken utandım" diyen o adamı, saygı ve sevgiyle bir kez daha anıyorum. Daha fazla yer vermek, bahsetmek istediğim şeyler vardı. Bu sözlerim bir çoğunuza çok uzun ve de abartılı da gelmiş olabilir. Mehmed Uzun'u, yaşadıklarını ve halkının acısına, acıyla göğüs germişliğini, sürgünde ne tür duygular içerisinde olduğunu okudukça bana hak vereceksiniz. Misal şöyle diyor Uzun, Sürgün ve yaşantısı için; "...toprağından, sevdiği insanlardan, korkulardan, renklerden, arzu ve amaçlardan zorla koparılan bir insanın geleceği sürekli geriye dönük oluyor. Ruh ve yürek geçmişin türkülerini mırıldanıyor. Gözler artık geride kalmış insanların yüzlerini arıyor. Yanlızlık duygusunun ağır perdesiyle örtülü geceler, geçmişin hayalleriyle doluyor. Artık her şey şu sözde ifadesini buluyor; geçmiş zaman olur ki hayali cihan eder." Duygularımın zekatını dahi buraya dökemediğimi söyleyerek, başka kitaplarına yazacağıklarımla kendimi avutma düşüncesindeyim. Mehmed Abi'sinin Okuma Etkinliğini düzenleyen, yüreği kadar kendi de güzel
Esra Kurt
Esra Kurt
'ya bir kez daha teşekkür ederim. İncelemeyi okumaya vakit ayırmış her birinize de, ayrı ayrı teşekkür ederim. İlhan Berk ne de güzel demiş: "Bu yükle öleceksin” dedim hamala “Ölüm kolay sen umuttan haber ver” dedi “Umut varsa dünyayı vur sırtıma” Fakat şimdi bu umudun sömürüldüğü hatta bunun bile çok görüldüğü zamandayız... Herkese sorgulamalı, farkındalıklı okumalar diliyorum.
Nar Çiçekleri
Nar ÇiçekleriMehmed Uzun · İthaki Yayınları · 20123,950 okunma
··
143 görüntüleme
Sîyajîn okurunun profil resmi
Bu coğrafyanın acısını, uğradığı zulmü en güzel dile getiren yazardan biridir Mehmed uzun
Habibe okurunun profil resmi
Bu satırları Diyarbakır sokaklarında okumak da çok başka hissettirdi; zaten çok tuhaf duygular içerisindeyim yıllarımı geçirdiğim bu şehirde. Her şeyi yeniden okumak gerek diyorum; şu yanımda akıp giden bomboş toprak bile bambaşka şeyler anlatıyor bana.
kyrios maldoror okurunun profil resmi
Kitap da, Diyarbakır şehrine de yer vermişti. Mehmed Uzun, gerek ülke için gerekse halk için mühim ve gerekli bir şahsiyet, yeniden okuma planlarınız arasında yer vermenizi isterim. Her şeyi yeniden okumak düşüncenize karşın, Ellen Westcoot'un çok güzel bir sözü vardır; 'Dünya'nın en zor işi, insanın kendini değiştirebilmesidir. İnsanlar genellikle, muhataplarının değişmesini beklerler.' Bu zorlu mücadeleniz de, yanı başınızdaki yazarlardan biri de Mehmed Uzun olsun. Okumaya ayırdığınız vakit için teşekkürler.
Habibe okurunun profil resmi
Kendimi tam ifade edemedim sanırım. Mehmed Uzun okuyorum zaten. Diyarbakır, kitap, yazı ve anılar buluştu onu anlatmak istemiştim. Ben teşekkür ederim inceleme için.
Sîyajîn okurunun profil resmi
Lèlé u lo lo qet naqede:-/
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.