Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

194 syf.
10/10 puan verdi
·
14 günde okudu
Köy Okulunda Bir Dâhi
Muzaffer Akar
Muzaffer Akar
'a ithafen. 1. BÖLÜM: "Siz şanslı çocuklarsınız. Tertemiz caddelerden yürüyerek kaloriferli sınıflara okumaya geliyorsunuz. Hiçbir şeyin kıymetini bilmiyorsunuz." İlkokul öğretmenim her gün tekrarlardı bu cümleyi. Ne konuda şanslı olduğumuzu bilmezdik. Kendimizi hep şanslı görürdük. Aile ortamında, sokakta her yerde şanslı olduğumuzu belirtirdik. Ancak kaloriferle ısınmanın şansla alakası neydi anlamıyorduk. Soba daha çok ısıtmaz mı bizleri? Hem ateşi seyretmek ne kadar zevklidir. Peki ya caddelerden yürüyerek eve gelmenin nesi şanstı. Habire arabalar ezecek korkusuna kapılırdık. Büyükler sizi bir yere götürmek isterse sakın gitmeyin laflarıyla tembihlenirdik. Öğretmenimiz yalan söylüyordu aslında biz şanslı falan değildik. 2. BÖLÜM: Kitabı bitirince ne okudum ben dedim kendime. Sanki bir yemek yemiştim ve doymamıştım. Kapağını kapatmadan tekrar ilk sayfayı açıp okumaya başladım. Bu kitap, bu konu, bu anlatılanlar bana bir yerlerden tanıdık geliyordu ama nereden bilmiyordum. İkinci okuyuşum bitince fikrim değişmemişti. Acaba tanıdık gelen neydi. Sinema filmi olduğunu biliyordum ve açıp izledim. Evet bu oydu. Ben bu filmi çok küçükken izlemiştim. Ama bana tanıdık gelen şey kesinlikle bu değildi. Başka bir şeyler vardı ve ben onu bulana kadar okumaya devam ettim. Şaka değil gerçek üstüne bir daha ve bir daha okudum. Bu nasıl bir kitap ki kendini bana peşpeşe dört kere okutmuştu. Roman değil şiir gibi, rüya gibi. Bir hayal, bir özlem, bir ... bir .... nasıl tanımlayacağımı bilemeyeceğim bir şey okudum. 40. yıl özel baskısını bana hediye eden Sevgili abimiz Muzaffer Akar'a teşekkür ederken, böyle güzel bir kitapla bugüne kadar tanışmayan kendime sadece kızdım. Kendi dilimden yazılan bir kitaba, hem tanıdık hem de çok yabancıydım. Küçükken öğretmenimin gün aşırı tekrarladığı o cümle bir tekne gibi beynimdeki kayalara çarpa çarpa battı kitabı her okuyuşumda. O karlar üstüme üstüme yağdı. Ölen bebekler sanki kucağımdaydı. Ve sonunda bana tanıdık gelen şeyi bulmuştum. 1. BÖLÜMÜN DEVAMI: Öğretmenimiz haftalık izne ayrıldığı bir dönem ailem ve birkaç akraba toplanıp komşu şehir Trabzon'un bir köyüne gitmiştik. Neden gittiğimizi hatırlayamasam da ne gördüğümü hala hatırlarım. Bu kitabı okuyunca tüm detaylar daha da çok belirdi hafızamda. Evin çocukları okula gitmek için hazırlanıyordu. Evin büyüklerinden biri "İstersen sen de okula git oynarsınız." dedi. Beni alırlar mı okula? diye düşünürken yapacak daha eğlenceli bir şey olmadığından peşlerine takılıp okula gittim. Gördüğüm okul benim okulum gibi 3 katlı bir okul değildi. Sadece iki sınıf vardı. Tabelanın birinde 1. 2. 3. sınıflar diğerinde 4. ve 5. sınıflar yazıyordu. Bizim okulda her sınıfın A, B, C, D si bile vardı oysa. Öğretmen, şuan ismini hatırlayamadığım peşine takılıp okuluna geldiğim kızı çağırıp beni göstererek bir şeyler sordu. Sonra beni çağırdı ve bana da epey soru sordu. Hangi okula gidiyorum, kaçıncı sınıftayım, neden bugün okulumda değilim gibi soruları cevapladım. Ben 3. sınıf öğrencisi olduğum için beni 1. 2. 3. sınıflara misafir öğrenci olarak aldılar. Öğretmen derse başlayalı biraz geçmişti ki üşüdüğümü hissettim. Öğretmen de farketmişti bu durumu. İki çocuğun ismini söyleyip sobaya odun atıp kapıyı açmalarını söyledi. İki sınıfın ortasındaki koridordan biraz daha geniş bölümde hiç farketmediğim bir soba vardı. Öğrenciler sadece teneffüste ısınabiliyordu üstelik soba başında sırayla durabiliyorlardı. Ancak o an bana çok güzel bir şeymiş gibi gelmişti bütün bunlar. Sonra yine derse devam ettik. Aynen kitapta anlatıldığı gibiydi. 1. sınıflar resim çizsin. 2. sınıflar cümle kursun. 3. sınıflara ise şimdi hatırlayamadığım bir konuları anlatmaya başladı öğretmen. O an, o kadar çok bilgiliyim ki, böyle olmalı, bunları anlatmadınız gibi bazı eklemelerle konuya fazlaca dahil olmuştum. İkinci ders, sınıfa çok fazla bilgili geldiğimden dolayı beni 4. ve 5. sınıfların okuduğu sınıfa gönderdiler. Pek tabi orada da fırtınalar estirdim. Çok biliyorum, çok çalışkanım, dahi miyim neyim? Şımarıklık tavan yapmış göklerde uçuyorum. Herkesin bana uzaylıymışım gibi bakması da cabası. Düşünüyorum ben aslında çok çalışkanım ama bizim öğretmenimiz bize hep bilmediğimiz konuları anlatıyor. Bu okuldaki öğretmenler gibi bildiğim konuları anlatsa okul birincisi bile olurum diyorum kendi kendime. Bu okulda okumak ne şans olur benim için diyorum. Öğretmenimi suçluyorum içimden. Hani biz şanslı çocuklardık. Hani caddelerden yürüyerek okula gidip gelmek bulunmaz nimetti. Halbuki burada her şey ne kadar da güzeldi. Hayvanlarla iç içe, çiçekler böcekler. Ağaçlardan meyve koparıp yiyorlar teneffüslerde. Sobaya odun atmak ne kadar zevkli bir şeydir kimbilir. Her şey gözümde o kadar kusursuzdu ki bıraksalar hep orada kalacaktım. Tek beğenmediğim kısmı ise suyu ve sabunu olmayan tahta kulübe tuvaletti. Kızların ve erkeklerin aynı tuvaleti kullanması garip gelmişti bana. Bizim okul hiç böyle değildi. Çocuklardan biri kenarda yığılı çuvallarda bulunan kuru ağaç yaprakları ve otların ne amaçla kullanıldığını anlatıyordu. Ben nasıl şaşkınlık belirtisi gösterdiysem, "Sen Almanya'dan mı geldin?" diye sordular. Cevap veremeden öğretmen seslenmişti. Çocuklar herkes sınıfa!" Evet zil yoktu. Günün hatta ayın ve yılın en gözde öğrencisi olarak 1 günlük köy okulu maceramı bitirmiş küme halinde bir sürü çocuk sırayla evlere dağılıyorduk. Ne kadar güzeldi arkadaşlarınla yanyana evlerde oturmak. Benim en yakın arkadaşlarım hep başka başka yerlerde oturuyordu. Bunun gibi türlü türlü düşüncelerle büyülenmiş bir halde kendi evime ve sonunda okuluma kavuşmuştum. Pırıl pırıl kapıları, pencereleri, perdeleri hatta kaloriferi olan okuluma. Gelişmiş bir şehirde yaşamıyordum ama şehir merkezinin en lüks ilkokulunda okuyordum. Bir köy okuluna göre oldukça donanımlı bir okuldu. Bu yaşadıklarımı kesinlikle öğretmenime anlatmalıyım. Şanslı olan bizler değiliz onlarmış diyecektim. Biz caddelerden okula geliyoruz onlar çiçekli patikalardan geliyordu. Okulun ortasında yanan soba ne güzel ısıtıyordu. Üstelik öğretmenler ne anlatsa biliyordum. Ben aslında çok zekiyim siz bunu fark etmiyorsunuz öğretmenim!!! Ders boyunca epeyce kafasını şişirdim öğretmenimin. Sadece kendimce güzel olan şeyleri anlattım elbette. Beşinci sınıfların çözemediği soruları hep ben çözdüm, beni 5. sınıfa gönderin orası daha kolay dedim. Artık nasıl böbürlenip artistlendiysem "Son ders seni test yapacağım bütün soruları doğru çözersen 5. sınıfta okuyacaksın." dedi. Son ders geldi çattı nihayet. Ders boyunca sorular bana bakıyordu ben sorulara. Nasıl oluyor anlamıyordum. Daha geçen hafta çözüyordum 5. sınıf sorularını şimdi neden çözemiyorum. Üç, dört tane çözmüş olsam da o gün, o okuldaki gibi fırtınalar estiremiyordum. Sonuç tahmin ettiğim gibi hüsran çıktı. Ama öğretmenim bunlar bilmediğim şeyler. Oradaki öğretmen bildiğim soruları sormuştu diyerek isyana devam ettikçe öğretmenim daha çok kızıyordu. Ben yaşadıklarımı, öğretmenim beni takdir etsin, gurur duysun diye anlatmıştım halbuki. Öğretmenim neden kızıyordu anlayamıyordum. Sonunda bir açıklamayı yaptı. "İstemiyorsan gidip o okulda okuyabilirsin. Onlar eğitimde geri kalmış, sen müfredata uygun ilerliyorsun bunları büyüyünce anlarsın." dedi. Müfredat nedir diye soramadım utandım. Rezilliğimi ve aldığım büyük hayat dersini çantama koyup evime dönmüştüm. 2. BÖLÜMÜN DEVAMI: Kitap 4. kez yine bitince uzun bir düşünme süresi yaşadım. Küçükken elbette şanslıydım. Azıcık öksürük tutsa anında doktora götürürdü annem. Ki doktorları hiç sevmezdim. Öğretmenim doğru söylemişti hiçbir şeyin kıymetini bilmiyorduk. Bir yerlerde bebeler doktorsuzluktan ölürken ben, her doktora götürülüşüme lanet okurdum içimden. Kitaptaki o büyüleyici anlatım beni o kadar büyüledi ki oraya gidip bir mevsim geçirmek isterim. Sadece insanlara yardım etme amacıyla. Ve pek tabi o Süryani kitapçının benim için kitap seçmesi şartıyla. Keşke bu şehirde de öyle bir kitapçı olsaydı ve kitaplarımı hep o seçseydi. Ve her insanın hayatında bir kez olsun bir sürgün hayatı yaşayıp kendini tanımasını isterdim. SONUÇ: Bize şanslısınız diyen öğretmenimiz batı kentindeki bir okuldan gelmişti oradaki öğrencilerle kıyaslayınca bizim şanslı olduğumuzu düşünüyordu. Ve benim yaşadıklarım ise iki Karadeniz kentindeki farklılıklardı. Eğitim ve sağlıkta eşitsizlikler Türkiye'nin her yerinde her zaman var. Her ne kadar ülkemiz azıcık gelişme göstermiş olsa da böyle eşitsizliklerin hala bitmediğini biliyorum. Umarım kırk sene sonra 80. yıl özel baskısını okuyan genç nesle yazılanlar çok yabancı gelir.
Hakkari'de Bir Mevsim
Hakkari'de Bir MevsimFerit Edgü · Sel Yayınları · 201710,1bin okunma
··
205 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.