Gönderi

"Roma Köleliği Roma toplumu, eski krallarını kovduktan sonra, toprak sahiplerinin (bunlar Roma’da “patrisyenler” diye adlandırılıyorlardı ve Senatoda örgütlenmişlerdi) egemen olduğu dönemdeki Yunan kent devletleriyle başlangıçta aynı görünümü sergiler. Toprak sahipleri başlangıçta tüm politik hakları tekellerine almışlardı. Plebler, “kabilelerin birlikten çekilmesi” biçiminde gerçekleştirilen genel tarım grevi de dahil olmak üzere, iktidarda pay sahibi olmak için muhteşem bir mücadele verdiler. Fakat plebler sadece yoksul yurttaşlardan ibaret değildi. İçlerinde, devlet iktidarını kontrolleri altında bulunduran soylulara katılmak isteyen zengin tüccarlar da vardı. Bunlar pleb hareketinin başını çektiler ve istediklerini elde ettiklerinde onları terk ettiler. Bu mücadelenin belirli kazanımlarından biri de borç köleliğinin yürürlükten kaldırılmasıydı. Boşluk, Roma cumhuriyetinin muazzam yayılmasıyla ve fetihler sayesinde köle yığınları edinilmesiyle dolduruldu. Yunanistan’la fark, Romalı patrisyenlerin, onlardan zorla alınan tavizlere rağmen iktidara sıkıca sarılması ve bu köle akınının nimetlerini tekeline almalarıydı. Köle emeğiyle büyük çiftliklerin (latifundia) sömürüsünü birleştirdiler. Böyle yaparak, lejyonlar içinde örgütlenen ve Roma’nın askeri ihtişamının temelini oluşturan plebleri kaçınılmaz olarak zayıflattılar. Malları ellerinden alınan lejyonerler yirmi yıllık askeri hizmetten sonra geri döndüklerinde, çiftliklerini ota bürünmüş olarak buldular. Kaçınılmaz olarak yıkıldılar ve köksüz ve mülksüz bir proletaryayı oluşturmak üzere kentlere sürüklendiler. Ama 19. yüzyılın anti-kapitalist toplum eleştirmeni Sismondi’nin söylediği gibi, “Romalı proletarya toplumun sırtından geçinirken, modern toplum proletaryanın sırtından geçiniyordu.” Roma’da Gracchus kardeşler, bağımsız plebleri korumak için son bir umutsuz mücadele başlattılar. İkisi de patrisyenlerin satılık ayaktakımı tarafından kesildi. M.Ö. birinci yüzyılda, yani cumhuriyetin son yüzyılında, Roma toplumunun krizi aslında iki yönlüydü. Bir taraftan sınıf mücadelesi kilitlenmişti. Çelişkiler orduya sıçrıyordu. Generaller birbiri ardına, pleblerin kendi mücadeleleri yoluyla alamayacakları toprağı onlara bağışlama sözü vererek, askeri birliklerinin desteğini kendi politik hırslarının çimentosu yaptılar. Diğer taraftan Romalı küçücük bir oligarşi, artık rüşvetçi bölge valileri ve vergi toplayıcıları vasıtasıyla bir dünya imparatorluğuna hükmediyordu. Bu egemenlik biçimi oldukça yetersiz kalıyordu ve bu yetersizlik, Roma’nın İtalyan müttefiklerinin yurttaşlık hakları için ayaklandığı Toplumsal Savaşlar döneminde gündeme geldi. Romalıların “kazanabilmesinin” tek yolu, İtalyan müttefiklerini –yurttaşlık haklarını vererek!– kendi yanlarına çekmekti. Böylece askerler birbiri ardına iktidar boşluğuna adım attılar ve kendi iktidarlarını yavaş yavaş genişlettiler. Sonunda, Sezar Augustus, özellikle de devletin yönetilmesinde söz hakkı verdiği İtalyan toprak sahiplerine güvenerek cumhuriyeti lağvetti. Yavaş yavaş herkes yurttaş oldu ve ayrıcalıklar anlamsız hale geldi, çünkü herkes Roma İmparatorluğunun sade tebaasıydı. Fransız imparator Napoleon Bonaparte’ın politikalarının, eleştirmenleri tarafından “Sezarizm” olarak adlandırılması boşuna değildir. Her ikisini de karakterize eden şey, tam da, kişisel iktidarlarını kurarken, sınıflarla gruplar arasındaki aynı dengeydi. Augustus’un imparatorluğu uzun bir barış dönemini başlattı. Ancak köleci bir imparatorluk için, barış savaştan daha büyük bir tehdittir. Köle kaynakları iyice kurudu ve köle fiyatları feci şekilde arttı. Roma kendi doğal sınırlarına ulaşmıştı. Etrafı “barbarlar” olarak bilinen kabileler tarafından kuşatılmıştı ve Roma onları yenememişti."MİCK BROOKS
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.