Hayal Meyal, okuduğum dördüncü Tarık Tufan kitabı oldu. Yazarın kitap isimlerini çok beğeniyorum. Kendi seçimi midir yoksa editörler mi belirliyor, bilmiyorum ama ilgi çekici oldukları kesin.
Yıllar önce, Peyami Safa’nın o muazzam romanı Şimşek’i okurken aklımda hep ‘iyi de neden Şimşek?’ sorusu vardı. Romanla şimşeğin bir bağlantısını yakalayamamıştım, ta ki son sayfaya geldiğimde… Burada da hemen herkesin –ki içlerinde ben de varım, beklemediğim bir son oldu dediği yerde Hayal Meyal’in manasını anlamış oldum. Evet, beklenmedik ama ani bir son oldu…
Ani demişken… Tarık Tufan anlatılarında edebiyat çevrelerinin pek tutmadığı ama benim hem okur olarak sevdiğim hem de yazarken ara ara kullandığım ve yine sevdiğim bir durum var. Ben buna ‘anilik’ diyorum. Yani, bir şey aniden oluyor. Okurun suratına aniden çarpıyor o gelişme…
Tarık Tufan bunu diyaloglarda da yapıyor. Art arda cümleler sıralıyor. Mesela burada esas oğlan, İlknur ile konuşuyor. Alt alta karşılıklı cümleler… Ben bu tarzı seviyorum. Çünkü o konuşma sırasında aslolan şey sözler… Yani, ‘Yıllardır seni bekliyordum; seni düşünmediğim bir günüm bile olmadı’ derken rüzgârın hafifçe çarptığı yüzünde bir bulutlanma belirdi ya da sandalyesini biraz öne çekti gibi yan unsurlara hiç gerek yok. Hava güneşli mi, garson elinde iki çayla mı geliyor… Bunlarla ilgilenmiyorum. Tarık Tufan da çoğunlukla bunu yapıyor. O yüzden kimilerine göre ‘basit’ yazıyor olabilir. Belki de okunur kılan şey basit yazmasıdır.
Hayal Meyal, 126 sayfalık bir uzun hikâye… Ama boşlukları bol sayfaları olduğunu düşününce 70-75 dakikada okunabilecek bir eser. Tam bir yolculuk kitabı; ya da bir gece çayını demlemiş, dizlerine battaniyenin çekmiş ve okuyup bitirmişsin modunda…
Bu arada, bir okur olarak, İlknur kararından dolayı esas oğlanı affetmediğimi de söylemek isterim.
Özetle, tipik bir Tarık Tufan eseri idi. Eksik ama vurucu. Aforizması bol ve güzel… Genel anlamda beğendim.