Edebiyat tarihinin sıradışı asi çocuğu, gecenin sonuna doğru başladığı yolculuğuna bu kitabıyla devam ediyor. Kendine has üslubunu daha da ilerleterek duygulara yoğunlaştığı kitap bir yandan "Gecenin Sonuna Yolculuk"taki anlatacı Ferdinand'ın çocukluğuna dair trajikomik anılarından bahsediyor. Kitabın bitişiyle yolculuğa hazır Ferdinand hem geçmişe hem de geleceğe dallanıp budaklanıyor. Gecenin Sonununa Yolculuk'da ki anlatma kaygısıyla ortaya çıkan keskin ve erdem yüklü saptamalarına rastlayamayacaksınız ama çocuk Ferdinand'tan bunu bekleyemesiniz ama duygularını en karanlık derinliklerden hissediyor olacaksınız. Kitabın başında yer alan Yiğit Bener'in değerli incelemesinin bir paragrafında yazarın ağzından önemli bir ipuçu veriliyor:
"Ben anlatma derdinde değilim, yalnızca HİSSETTİRMEK istiyorum. Bunu bildik akademik dille, güzel üslupla yapamazsınız(...) Neden mi argo dilini, jargonu, sözdizimini bu kadar sık kullanıyorum, gerekirse kendim icat ediyorum? Çünkü tam da söylediğiniz gibi, bu dilin ömrü kısadır, yitip gider. Demek ki hiç olmazsa bir süre yaşamıştır, ben kullandığım sürece YAŞAMAKTADIR. Arı, duru, incelikli ve safkan Fransızca dilinden temel üstünlüğü de budur çünkü o dil ÇOKTAN ÖLMÜŞTÜR, ta başından beri, Voltaire'den beri ölmüştür, cesettir, dead as a door nail. Bunu herkes hissediyor aslında ama kimse söyleyemiyor, söyleyemiyor!"
Celine'in Andre Rousseau'ya yazdığı mektuptaki bu satırlara bakıldığında , haklı isteğini bu kitapda başarmış.
Üç noktalara doyamayacaksınız.