“Mutfak penceresinin camında bir çatlak var, yapraklarını dökmüş bir güz ağacının eğri büğrü dalları gibi camın tüm yüzeyine yayılan. Dikkatsiz bir göz, örümcek ağı sanabilir bu çatlağı: Algıya kurulmuş sinsi bir tuzak. Ne var ki sen, yalnızca sen biliyorsun basınçlı ve sıcak bir öğle sonrası nasıl çatladığını o camın, bir sabır taşı gibi dayanamayan sakladığı sırların sancılı yüküne. Şimdi biliyorsun, evet, ama yarın camcı gelip çatlak camı değiştirecek ve bir süre sonra anımsamayacaksın artık o camın bir zamanlar nasıl olup da çatladığını. Unutuş galip gelecek, nesnenin yazıya dökülmemiş öyküsü yitip gidecek seninle birlikte. Yalnızca bunun için bile değmez mi yazmaya bu önemsiz ayrıntıları? Nesnenin suskun varoluşu değilse nedir bizim yaşamımıza ayırt edici damgasını vuran?”