Gönderi

Will Kymlicka'ya göre günümüz dünyasında 184 tane bağımsız devlet, 600 adet yaşayan dil grubu ve 5.000 civarı etnik grup var. Uluslararası Carnegie Vakfı'na göre (1910 yılında kuruldu. Kurucusu 101 milyar dolarlık servetiyle ABD tarihinin en zengin 6. adamı kabul edilen Andrew Carnegie idi. Carnegie mezar taşına "Burada kendisinden daha akıllı insanları çalıştıran birisi yatıyor" diye yazdırmıştı) hali hazırda 60 civarında ulus devletin altında aktif etnik yapılar kendi bağımsızlıkları için mücadele etmeye devam ediyor. Ortalama her devlette 27 etno-kültürel grup bulunmaktadır. Daha ihtiyatlı bir tahminin ortalaması alındığında ise ortalama her devlet 7 ana etnik grup barındırmaktadır. Bugün kendi içinde farklı etnik yapı barındırmayan bir ya da iki ülke (İzlanda gibi) bulunmaktadır. Örneğin AB ülkelerinde 24 resmi dil konuşuluyor. Azınlıklar ve yerel diller de hesaba katıldığında bu sayı 60'ı buluyor. Avrupa Birliği 300'ün üzerindeki azınlığı da kapsıyor. Her yedi Avrupalıdan biri dilsel-kültürel bir azınlığın parçası durumunda ve bunların (sonradan göç edenler hariç) 100 milyon kişiden fazla olduğu ifade ediliyor. Çin'de resmi olarak tanımlanmış 56 etnik grup var. Bu rakamın gerçekte 300 civarında olduğu tahmin ediliyor. Rusya 100 civarı etnik grubu bünyesinde barındırıyor. Latin Amerika ve Karayipler 400'den fazla etnik grubu içeren 50 milyondan fazla insanı barındırıyor. Yapılan araştırmalar tüm etnik grupların yarısından fazlasının tamamen bir ülke sınırları içinde bulunduğunu; belli başlı etnik grupların ise %40'ından fazlasının iki ya da daha fazla ülkeye dağıldığını gösteriyor. * Buradaki soru şudur: bu kadar farklılık/çeşitlilik, çatışma, savaş ve çatışma potansiyeline rağmen uluslararası düzen (ekonomik/siyasi/hukuki) varlığını nasıl devam ettirebiliyor? "Ötekinin hakkı"nın kutsal bir söylem olarak yerleştirildiği bir dünyada nasıl oluyor da "biz ve öteki" aynı uluslararası kalıplar içinde idare edilebiliyoruz? Hardt ve Negri'nin İmparatorluk kitabındaki şu paragraf bu soruya bir cevap bulmak ve dünyanın işleyişine ilişkin bir çerçeve oluşturmak açısından yararlı olabilir: "Emperyalizmin aksine imparatorluk, toprak temelli bir iktidar merkezi yaratmadığı gibi, sabit sınırlara ya da engellere dayanmaz. İmparatorluk, giderek bütün yerküreyi kendi açık ve genişleyen hudutları içine katan merkezsiz ve yertsizyurtsuzlaştırılmış bir yönetim aygıtıdır. İmparatorluk, değişken komuta ağları yoluyla melez kimlikleri, esnek hiyerarşileri ve çoklu mübadeleyi idare eder. Emperyalist dünya haritasındaki ayrı ulusal renkler, İmparatorluğun küresel gökkuşağı içinde eriyip kaybolmaktadır." Ve ekliyor Hardt ve Negri: "Bütün çatışmalar, bütün krizler ve anlaşmazlıklar [emperyal otoritenin] bütünleşme sürecini hızlandırır." * Mezhep, meşrep, hizip, ırk, cinsiyet, tür, etnisite vb. merkezli hemen her türlü çatışma küresel imparatorluğun temel düzenleyici normlarını gerektirir ve meşrulaştırır. Küresel imparatorluğun bitmeyen iç savaşlara ihtiyacı vardır; her alanda! Dolayısıyla herkesin herkese karşı savaşabileceği en az bir "meşru" sebep gerekiyor... Herkesin herkesi yıkıp devirdiği dümdüz bir dünyada sermaye yağ gibi akacak, imparatorluk kendini bu çatışmaların yarattığı belirsizlik ve kırılganlık içinde inşa etmeye devam edecektir. Mücahit Gültekin
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.