Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

382 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Hikâyenin başkarakteri Hayri İrdal’ın akıl sağlığı gerekçesiyle sevk edildiği hastanede tanıştığı Doktor Ramiz ile Don Kişot arasında benzerlik kurulabilir. Şöyle ki, Doktor Ramiz her şeyin çözümünün psikanalizde olduğunu düşünmekte ve bütün belirtileri bu yönde yorumlamaktadır. Bildiğiniz gibi, Don Kişot da kafasını şövalye hikâyeleriyle bozmuş ve kendisini son şövalye zannederek maceralara atılmıştı; şüphesiz bir kararlılık içerisindeydi. Don Kişot’un yaveri Sanço ise ona inanmamaktadır, Hayri’nin doktora inanmadığı gibi. Don Kişot analojisine devam: Hayri İrdal’ın zaman kavramı üzerine sarf ettiği cümleleri hatırladınız mı? “Ayar saniyenin peşinden koşmaktır.” “Hakiki insan zamanın şuurudur.” ... Bir de Sanço’nun kullandığı şu atasözlerine bakın: “... ava giden avlanır; balı parmağı uzun olan yemez, kısmetlisi yer; zenginin zırvası vecize sayılır; ben hem zengin, hem vali, hem de cömert olacağıma göre, ki öyle düşünüyorum, görünürde hiçbir kusurum olmayacak. Pek yaş olma sıkılırsın; pek de kuru olma kırılırsın; büyükannem, insanın değeri serveti kadardır derdi; kök salmış adamdan intikam alınmaz.” Hayri, Halit Ayarcı’nın ayartmalarıyla (Bunu hep yapmak istedim. Yazar ortayı açmış bize.) yoldan çıkar. Yoldan çıkmakla kastettiğim, örneğin bu kadar yalan söylemesi ve sonrasında bunlara uyum sağlaması: yanlışı söyleyememek. Fakat bu konuda o yalnız değildir: Hayri’nin bütün ailesi suçlanabilir: baldızları, kızı. Bir tek oğlu onlara benzemez. Hikâyede de pek bahsedilmez zaten. Acaba olaydaki tek doğru karakter bu mudur? Hayri, Halit’in çırağı gibidir: ondan bir şeyler öğrenir, arada itiraz eder ve en sonunda kabullenir. Ama Hayri ne kadar kötümser ise Halit de bir o kadar iyimser ve kendinden emindir. Halit’e göre, bir işi istemek yapmanın yarısıdır(?). Hayri ise o kadar güvenmez kendine. Hayri pasif, Halit aktif bendir. “Sizi çok seviyorum ve aynı zamanda size düşmanım. Bana kendimi çok hatırlatıyorsunuz...” “Zaten sizi tam değiştirmek niyetinde değilim! O zaman ikimizden biri lüzumsuz olur. Yalnız ufak tefek bazı tadilât lâzım.” (On Kişot - Ersan Üldes) Berna Moran’ın yorumuna göre ise yapıt, iki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzun yanlış tutumlarını, davranışlarını, saçmalıklarını alaya alan, eleştirel bir romandır. Aşağıdaki dört bölüme ayrılmış olan kitap, farklı dönemlere tekabül etmekte Moran’ın yorumuna göre. 1. Büyük Ümitler - Tanzimat öncesi 2. Küçük Hakikatler - Tanzimat dönemi 3. Sabaha Doğru - Cumhuriyet dönemi başı 4. Her Mevsimin Bir Sonu Vardır - Cumhuriyet dönemi devamı Hikâyede, başlangıçta temiz yürekli ve biraz da saf olan İrdal, Ayarcı sayesinde hayatın gerçekleriyle karşı karşıya getirilecek ve buradan da modernizmin/Batıcılığın ne menem bir şey olduğu gösterilip bir hiciv ortaya çıkacaktır. Eserde pek fazla karakter yoktur, fakat, zaman geçer ve bu karakterler değişir (sürpriz olmayacak şekilde). İşte biz bu değişimde, toplumun değişimini görürüz, eğer siyasi-sosyal bir okuma yapacaksak. Nerde kalmıştır o “zamanın ruhu” peşinde olan İrdal? Zaman sınıflandırmamıza geri dönersek, ilk bölümde hikâyede bazı hurafeler (“Mübarek” adlı saat, hazine) mevcuttur, aynı Tanzimat öncesinde bilimin olmadığı zamanlardaki gibi. Hopp! Tanzimat başlar, Batı uygarlığı Doğu ile çarpışır. Metne yansıması ise kahvehanelerdir, felsefe ve sanat konuşulan ama aslında laf salatasından öte gitmeyen muhabbetlerin ve dedikoduların döndüğü kahvehaneler. Doktoru hatırladınız mı? Doktor Ramiz’i? O değil miydi hem Freud’un bağnaz bir takipçisi olup hem de Hayri’nin anlattığı eski rüya tabirnamelerine merak salan? Sıradaki gelsin: Batılılaşmanın doruk noktası: Cumhuriyet. Enstitü kurulur, İrdal Bey(bilerek yazdım) başa geçer, hâli vakti yerindedir artık. Eski hayat gitmiş/silinmiş, temiz bir sayfa açılmıştır. Bundan sonra tek kaide yenilik(inkılapçılık) olacaktır. Ayarcı şöyle der metinde: “Yeninin bulunduğu yerde başka meziyete lüzum yoktur.” Halanın evindeki davet “Büyük salonda ve holde dans bütün hızıyla devam ediyordu. Pudra, lavanta, ter kokusu, çıplak omuz, vıcık vıcık koltuk altı, tebessüme bulaşmış ruj, havayı bir macun gibi kesifleştirmişti.” Turan Alptekin tarafından yayımlanan ve Tanpınar’ın bir sonraki baskılara eklemeyi düşündüğü bir mektup vardır. Şöyle ki: Bizim Hayri, Doktor Ramiz’in hastalarından biri; hastalığı: paranoya. Haydaa! Eğer Hayri hastaysa, bütün işler tersine döner, saf Hayri olur sana yalancı Hayri. (Türk romanına eleştirel bir bakış - Berna Moran) Halit Ayarcı’nın Enstitü’yü kurarken oluşturduğu yalanlar yumağı, çok başarılı bir PR çalışması olarak sayılabilir. Aslında çok başarılı diyemeyiz; öyle olsaydı şirket kapatılmazdı değil mi? Metni ahlak felsefesi yönünden ele alırsak görürüz ki, Halit Ayarcı’nın sonuca ulaşmaktaki pragmatik yaklaşımı ile Hayri İrdal’ın maddi sebepler dolayısıyla vazgeçmek zorunda kaldığı fakat oldukça direttiği ödev ahlakı, sayfalarda birçok kez karşı karşıya gelmiştir. Halit Ayarcı’nın ustaca kullandığı tatlı dili, bu karşılaşmada onu öne geçirmişse de, kanımca metnin sonunda verilmek istenen mesaj, bu tarz bir dünya görüşünün huzur getirmeyeceğidir. Hatırlarsanız, şirket kapatıldıktan sonra aileler bir araya geldiğinde dedikodular ayyuka çıkar, kavgalar başlar.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Saatleri Ayarlama EnstitüsüAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 202341,5bin okunma
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.