Mümin Müminin AynasıdırBir çölün ortasındayım. Bir çölün ortasında kızgın kumlar üzerinde yapayalnız hissederken kendimi; suların gürül gürül akmaya başladığı seraplar görürken; güzellikler görüyorum Sevgili Dost. Kızıl sakallı, esmer yüzlü, siyah sarıklı, geniş omuzlu bir parıldayan yüz görüyorum. Ayakları kumlara bata çıka yürüyen tebessüm eden, bacaklarına kedilerin dadandığı; kendini sevdirmek için yarışa giren sarı-beyaz çizgili, safi siyah, yemyeşil gözleriyle sayamayacağım kadar çok kedi görüyorum. Birkaç kedinin bana doğru koştuğunu görüp gözlerim çizgi halinde bir gülümsemeyle kollarımı açıp ellerimi uzatıyorum…
Çölün ortasındayım karşımda bir ayna ile. Aynadan türlü türlü silüetler görünüyor. İnce ayak bilekleri beliren birini görüyorum ve merakım artıyor. İnce ayak bileklerinin sahibi için Fahri Kainat Efendimizin “Kıyamet günü onun ayakları, Uhud Dağı’ndan ağır gelecek mizanda” (İbn-i Âsakir, Tâhîru Medineti Dimeşk, C.33, s. 110) deyişini duyuyorum. Sol kulağımdan giren bu ses; kalbimdeki tüm nifak tohumlarını un ufak ediyor; hayret ediyorum. Hayretimin menbaı sensin Sevgili Dost. Bir ince ayak bileklerine bakıyor, bir de Uhud’u tahayyül ediyorum. Adaletinin böyle ince ayar terazide ölçülmesine hayranlık duyuyorum…
Baş döndüren bir kokuyla birlikte çölün kavurucu sıcaklığını dengeleyen bir serin esinti duyuyorum. Kıvırcık saçlarıyla “jilet gibi” giyimiyle ihtişamıyla kirpiklerim birbirine kavuşmadan, bir an bile kapamadan gözlerimi bakakaldığım bir zat beliriyor. Bilmem nasıl; üstü perişan, yamalı kıyafetleriyle karşıma çıkıyor; öğreniyorum ki Sevgili Dost’un Dost’undan; “Kalbini yüce Allah’ın aydınlattığı şu adama bakın! Anne ve babası en iyi yiyecekleri ve içecekleri sunuyordu ona. O Allah için her şeyi terk etti. Allah ve Resulü’nün sevgisidir onu bu hale getiren!” (el-Asfahânî, Hiyetü’l- Evliya, C.1, s.108)
Islak saçlarını hurma lifinden bir kumaşla kurulayan bir hanımı görüyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum; ne saçın uzunluğunu ne de rengini görüyorum. Baştan sona bütün uzvunu edebine uygun örtmüş; koşa koşa “Biz insan değil miyiz?” diye koştuğunu görüyorum. Mübarek sözleri defaatle kendi kendine tekrar ettiğini görüyor; anlamaya çalışıyorum.
Unutmamanın şartı; tekerrür. Tekerrürün yolu; zikir. Hatırlamak. Dillendirmek. Dil ile ancak. Dil meselesi haline getirmek. Bir aşk meselesi olduğunu kabul etmek. Harabî’nin deyişiyle;
‘Âdeme eş noktadır
Gördüğün düş noktadır
Âdemi âdem eyleyen
Üç harf ile beş noktadır.
Belki de âdemi adem ediyordur, belki de ademi âdem ediyordur. Sahi bu herkesin dilinde mütemadi bir suretle sohbetlerinin konusu ettikleri aşk nedir Sevgili Dost?
İçime yerleşmiş bir yerlerde; şuhl ve buhl ile kaplanmış göğsümün içinde sürekli tahavvülü başka mercilere dönen; kulbeden bir et parçası var. Kanla birlikte irin taşıyorum. Kanla birlikte; hüzün. Sevgili Dost; içimdeki adavet duygusunu hakiki sahiplerine yönlendir; uhuvvetin artışına beni şahit kıl.
Daha nice sahabeyi gördüm; onlarla birlikte dişim kırıldı; okların, mızrakların ruhuma değmediği tek nokta kalmadı. Sessizliğe mahkum edilen şairin cezasını birlikte çektim. İsmini bile –hicap duyuyorum….- henüz duyduğum sahabeyle tanışmak beni şerefyap kıldı. Keşke razı olduklarımız da bizden razı olsa…
Eserde 33 sahabe vurgun yapan hasletleriyle anlatılıyor. Bir tesbihin 33 gül kokulu boncuğu oluveriyorlar. Bir arada, safları sıklaştırmış vaziyette, uhuvvetkârâne… Dilerim bu tesbihin kalan 66’sı da yerini bulur. Son olarak da imamesini bambaşka bir eserde görürüm/z.
Dil baştan zaten öyle dengeli ki. Edebiyatın ön şartı belagat tastamam kendisini gösteriyor. Hamaset kokmuyor, yavan bir anlatımdan da uzak. Yazar sahabeyi anlattığının öyle bilincinde ki sesi bir fısıltı gibi duyuluyor. Okurken Hz. Ebubekir’in arkasında Hz. Muhammed’e (sav) yol arkadaşlığı ediyorsunuz. Hz. Hamza’dan hafif ürküyor ve yanında tam bir ehemmiyet duyuyorsunuz. Hassan b. Sabit’in arkasında şiirlerini dinliyorsunuz. O an sahabenin meclisinde oturup onlarla birlikte huşu ile Sevgili Dost’a secde ediyorsunuz ruhen. Kokuşmuş cesetlerin arasından sıyrılıp Dost’a yakınlaşıyorsunuz. Dil, tertemiz. O kadar etkileyici bir dili var ki; ben bildiğim sözcüklerle buna karşılık gelen bir kelime bulamıyorum. İnsana o anı hele ki böylesine hassas bir konuyu derinlikleriyle hissettiren bu kitap yazarı tarafından bize sunulmak üzere tam 9 sene boyunca üzerinde çalışılmış. Emek, işte böyle bir şey. Emek işte böyle göz nuru; gönül aydınlığı. “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek asla ye¬memiştir.” (Ravisi Ebu Hureyre)
Sürekli sorgulayan, nefsi anut, kaynağa çok önem veren biri olarak; gördüğüm hadislerin kaynakçaları beni öylesine mutlu etti ki. Hatta başta inanmadım, öylesine bir şeyler yazmıştır diye düşünerek; kaynak olarak eseri kontrol ederek devam ettim. Hepsi bir bir doğru çıktı.
Titiz, hassasiyetli olan bu çalışmadan bana kalan; 33 gönül incisi bir de Ali Ural’ı tanımak oldu. Ali Ural, dilerim ki yaşarken kıymeti bilinenlerden olur; bu değer hiç yitirilmemeli…