Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

131 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Geçenlerde adını ilk defa 1k aracılığıyla duyduğum bir yazardı Heinrich Böll, ufak bir biyografi ve kitap araştırmasından sonra ilk olarak bu kitabını okumaya karar verdim, diğer kitaplarını bir köşeye not ederek... Bu ufak araştırma sonucunda 2.Dünya Savaşı zamanlarını konu alan ve ana karakterin bir asker olduğu, otobiyografik ögeler taşıdığı dışında pek fazla bilgim yoktu, ama kitabı okurken bunlardan çok daha fazlasını barındırdığını ve diliyle, anlatımıyla, karakterleriyle okunası bir kitap olduğunu en baştan söylemeliyim. Ana karakter Andreas isimli bir Alman askeri. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, bir şekilde yaşamaya ve hayal kurmaya devam etmiş, ve tam okulu bitirip hayaline kavuşacağı sırada savaş patlak vermiş ve kendini cephede bulmuş bir er. Fakat yazarın kendisi gibi anti-militarizm yanlısı, öyle ki öldürmeye gittikleri yahudiler için dua eden, üzülen birisi. Polonya'ya giden bir trende kendi gibi erlerle yolculuk etmektedir. Aralarında geçen diyaloglar; iç monologlara ve flashbacklere kıyasla az denebilir. Andreas bu erlerden yalnızca ikisiyle yakınlık kurabilmiş ve onlardan da isimleri olmaksızın "Sakalı Uzamış Er" ve "Sarı" olarak bahsetmektedir. Belki de bulundukları noktada, ölüme bu kadar yakınken isimlerin bir önemi olmadığını düşündüğü içindir. Biz sıradan insanlar yani siviller olarak çoğu zaman askerlerin ne düşündüğünü ve ne hissettiğini pek bilmeyiz ya da üzerinde çok kafa yormayız, özellikle bu askerler kendi milletimizden değilse, onları bir çırpıda yargılayıp hükmümüzü veririz. Yalnızca buzdağının görünen yüzüdür kavrayabildiğimiz; savaş ve bu savaşı sürdüren, insanları öldüren askerler... Fakat bu kitapta anlatıcı sayesinde askerlerle empati kurabiliyoruz. Biz, "ölmek" düşüncesi bir an için bile aklımızdan geçtiğinde nasıl sarsılıyorsak, onlar ya da daha özele indirgersek Andreas isimli er ölümün kapısında olduğunun bilincinde olarak ve bu düşünceyi aklından bir türlü çıkaramayarak saatlerini ve günlerini geçirmektedir: "Kağıt oynadım, içtim, iştahla yedim uyudum. Hiçbir şey yapmadım: Öleceğini bilen bir insanın yapacağı şeyler vardır, günahlarının affını dilemek, dua etmek, bol dua etmek, oysa ben her zamankinden fazla dua etmedim."(Syf 69) "Tövbe edilecek o kadar çok şey var ki, böyle benimki gibi mutsuz bir hayatın bile tövbe edilecek tarafı çok."(Syf 70) Bu süreçte karakter, geçmişi hakkındaki detayları çokça hatırlıyor ve belki de onlara tutunmaya çalışıyor. Hatırladığı detaylar ve bağışlanmak istediği günahlar, içinde yaşadığı dünyayla kıyaslandığında o kadar minimal ki, yine de Andreas'ın gözünde günahları ve yaptığı "kötülükler" aklından çıkmıyor ve affedilmeyeceğini düşünüyor. Aslında bu düşünce tarzı Andreas'ın kişiliğinin püf noktası diyebilirim. Hayatında bir saniyeliğine bir kez gördüğü kızı yıllarca unutamayıp gözleri dışındaki diğer ayrıntıları hayalinde canlandırması; hayata bakış açısı, düşünce yapısı ve hayal dünyası hakkında fikir verebilir. Minimal şeylerle mutlu olan, minimal şeylere üzülen hatta kendini kahreden bir insan Andreas. Ölümünün yaklaştığına kesin olarak inansa da, düzgün bir şekilde düşünemez ve ne kadar istese de dua edemez. Ölüm karşısında ne kadar tövbekar ya da ciddi olmaya çalışırsa çalışsın, en ufak detaylardan ya da temel içgüdülerinden kaçamaz. "Andreas, yemeği böylesine lezzetli bulduğu için ürperiyor. Utanılacak şey, diye düşünüyor, dua etmeliydim, bütün gün oturup dua etmeliydim, oysa ben burada oturmuş domuz yüreği yiyorum."(Syf 79) Daha sonra hayatın bu detaylarla ve "insansı sevinç" dediği aşk ile güzel ve yaşamaya değer olduğunu fark ediyor. "Yaşamak güzel şey, diye düşünüyor, güzel şeydi doğrusu. Ölümümden on iki saat önce yaşamanın güzel bir şey olduğunu anlıyorum, artık çok geç. Şükretmedim hiç, insansı sevinç diye bir şey olacağını inkar ettim hep." (Syf 81) Tren yolculuğunun sonlarına doğru bir randevu evine gidiyorlar ve Olina isimli Polonyalı bir kızla "son" saatlerini geçirmeye başlıyor. Şu ana kadar bir tek kendine anlattığı gerçekleri bu kıza da anlatabileceğini hissediyor. Nitekim anlatıyor da... Bir Andreas anlatıyor bir kız... Anlatmak ve anlaşılmak için aynı milletten olma, aynı geçmişten gelme zorunluluğunun olmadığını bu ironik ikiliyle daha bir vurucu hale getiriyor bana göre Yazar. Olina şöyle diyor Andreas'a " Ne tuhaf, Alman olduğun halde senden nefret etmiyorum." (syf 103) Olinayla geçirdiği gece boyunca bütün bu yaşadıklarının, savaşın, üstündeki üniformanın bile bir düş olduğuna inanmak istiyor; içinde bulunduğu zamandan kaçıp Olinayla birlikte başka bir yüzyılda yaşamış olmayı hatta yaşıyor olmayı istiyor. Ne var ki bütün bunlar bir düş değildir; Polonya'ya savaşmaya gönderilen erlerden biridir ve ölümü de ensesinde hissetmektedir. "Ölüm çeşitlerinin sonu yok. Nasıl ölürsen öl, mektupta hep şu yazılı olacak: Büyük Almanya uğrunda ölmüştür." (Syf 74) Keyifli okumalar dilerim.
Trenin Tam Saatiydi
Trenin Tam SaatiydiHeinrich Böll · Can Yayınları · 2019466 okunma
··
125 görüntüleme
Requiem okurunun profil resmi
Bu kitaba paralel bir bakış açısı olan 2.D. savaşını hiç bilinmeyen pencereden anlatan bu filmi şiddetle tavsiye ederim.. almanlar gözünden farklı karakterler ve değişim dönüşümü gösteren bence en iyi 2.D. savaşı filmi.3 bölümlük harika bir film. youtu.be/SzXL1dofWK8
Bu yorum görüntülenemiyor
Lady Godot okurunun profil resmi
Kesinlikle okuyacağım onu da, teşekkürler.
Lady Godot okurunun profil resmi
Tavsiyeniz için teşekkürler, ne kadar çok okunup izlenirse o kadar farklı bir yönü keşfediliyor, bu filmi de en kısa zamanda izliycem, tekrar teşekkürler.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.