Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Boğazda bir pazar sabahı
Açıkçası bir öykü etkinliği için ilk defa eski bir hikayemi paylaşıyorum. Sebebi farklı ama; şehir hikayesi denen kavrama bir örnek vernek istedim. Ne kadar karşılıyor bilmiyorum, ama istediğim benzer bir şeyler. Okuyan hissetsin şehri. Fırsat bulursam yeni bir hikaye de yazarım. İyi okumalar. Boğazda bir pazar sabahı Soğuk, sert bir rüzgar esiyor. Burnumu dolduran deniz kokusu. Klasik Çanakkale kışı. Sabahki sis dağılıyor yavaş yavaş. Saçma bir gemi geçiyor boğazdan. Durup bakıyorum. Normalde gemilere bakıp hayal kurmak yaptığım şey değil. Bakıyorum bu kez ama. Standart sabah sıkkınlığı var; iş, güç, aile, saçma şeyler. O gemide düşünüyorum kendimi, hiç bir farkımın olmayacağına eminim ama. Yine aynı keyifsiz pazar sabahı. Sevmiyorum denizi normalde, işte bir sabahları. O da on buçuğa kadar. Saate bakıyorum sekiz buçuk daha. Ne mutlu eder denizcileri diyorum. Dememle iki yunus geminin sancağında zıplıyorlar bana cevap verir gibi. Koşullandırıldığımdan mı Pavlov tarafından bilmiyorum, ama ağzımın kenarında ve gözlerimde bir gülümseme beliriyor. Böyle bir kaç şey var çoğunluğa dahil olduğum. Atalarımız Afrikadan göçerken Kızıldeniz'de yunus görünce heyecanlanmışlar herhalde. Bu da o zamandan kalma bir refleks olabilir hepimizde olduğuna göre. Gökkuşağı, Yakamoz, Uğur böceği gibi. Bunlar da her şeye olur olmaz tepki vermişler. İnsanoğlunun dengesiz olmasına şaşmamalı. Rüzgarı severim diğer şeylerin aksine, huysuzluğun da bir sınırı olmasına inananlardanım. Aslında sevdiğim başka şeyler ve kişiler de vardır, ama kendimi o kadar açık edemem. Yürüyorum rüzgara karşı. Yazı yazmanın diğer şeylere göre avantajı insana hayal kurma şansı tanıması. Şimdi benim o iskelenin sonunda bekleyen pardösülü adamlardan birisi olduğumu düşünebilir bir çok kişi. O da Kızıldeniz kadar olmasa da eskiden kalma bir imge. İnsanları hayal kırıklığına uğratmayı sevmesem de bu yanlış düşünceyi gereksiz bir şekilde uzatmayı da istemiyorum. Değil, fazla standart bir kabanla klasik türk erkeği modunda yürüyorum rüzgarda. Gemi çoktan geçmiş, bana bir şey ifade etmemiş. Ben ne yapacağımı düşünüyorum o sırada. Fazla insan yok bu saatte. Pazar, sabah ve soğuk çünkü. Yürüyen bir kaç kişi var. Biri başörtülü orta yaşlı bir kadın. Garip geliyor, ama türkçesini henüz adlandıramadığım, politically correct, olma durumu yüzünden kendime kızıyorum,bu gayet normal bir durum diye. Sonra tekrar kızıyorum , neden yeterince rahat olamıyorum kafamın içinde bile. Kafamdaki bu kavga devam ederken kadın kayboluyor, başka insanlar geçiyor yanımdan. Tırsak tarafımın kavgayı kazanmasından bir an sonra bir gemi düdüğü sesi duyuyorum. Bakıyorum tabi, gemi düdüğü sesi duyan herkes gibi. Biraz önceki gemiden geliyor. Zor diyorum boğaz kenarında yaşamak kendi kendime. Sonra utanıyorum birden, sokaktaki adam olarak nitelendirilebilecek birinin söyleyeceği sözün aynısını kullandığım için. Rahat tarafım yine yüzsüz, belki de olması gerekendir bu, diyor, standart türk kişiliğine dönüşmen. Düşünmemeye çalışıyorum, yürüyorum. Kapalı hemen her yer, açmıyor artık insanlar dükkanları erkenden diyorum. Çocukluk günlerine dönüyorum, o sabahın köründe ekmek almak için kat ettiğim yolları. Kötü anlamda düşünmüyorum ama, mutluyum o zamanlar, her çocuğun olması gerektiği gibi. Değişik oyunlar oynuyorum kendi kendime, sonunda fırına ulaşınca seçiyorum ekmeği - tava ekmeği alıyorum genelde- fırıncı gülerek karşılıyor beni. O zamanki fırıncı ile şu anki aynı mı ki? Gerçekten hayat bilgisi kitaplarında geçen o güler yüzlü bakkal, kasap , manav bu adamlar mı? Bir tüccar ne kadar dürüst olabilir? Fazla düşünmemeye çalışıyorum, zaten ben ne kadar dürüstüm ki? Bebek gibi saf kavramı geliyor aklıma birden. Üşüyorum biraz, ne yapacaktım ben, boş veriyorum. Bir banka oturuyorum, boş hepsi. Ağlayarak istediğini yaptıran bebekler geliyor aklıma, daha 3-5 aylıkken yaşamayı öğreniyorlar. Belki de insan iyi doğmuyor diyorum.Büyüdükçe iyi olmayı seçebiliyor sadece, ya da sahtekar kalmayı. İnsan değil, tüm canlılar yaşamak için her şeyi yapabiliyor sonuçta. Bukalemun gözde bir hakaret günümüzde, ama bukalemunlar bunu biliyor mu k?. Onlar da hayatta kalmaya çalışıyor, yılbaşı dansözü de, yüzme öğrenmesi için denize atılan küçük çocuk da. Hepsi gerektiğinde hile yapıyor. Belki de, esas iyi insanların yaptıkları sahtekarlık aslında. Yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyler fazlasıyla karşılanmış onların. Tuzları kuru yani. En kolayı başka insanları seyredip eleştirmek ve kendinle övünmek. Benim şu gemide çalışan birini, ya da Ali Ağaoğlu'nu eleştirmeye hakkım var mı gerçekten? Hepsi yaşamaya çalışıyor, eskiden beri kendisine öğretilen şekilde. Gemidekiler de düdükle cevap veriyorlar bana. Kalkıyorum, hatırladım sonunda ne yapacağımı. Su kartını dolduracaktım. Yoksa çıkmam normalde bu saatlerde dışarı. Yürüyorum tekrar. Yavaş yavaş şehir canlanıyor. Açılmıştır herhalde diyorum, dokuz olmuş saat. Bir iki araba, bir de otobüs geçiyor yanımdan. Karşıya geçiyorum sonra. Rüzgar fazla değil buralarda. Yürüyorum biraz daha, Orhan Veli'yi hatırlıyorum. Fakirmiş o da. Sait Faik gibi. O İstanbul sokaklarında, Knut Hamsun Oslo'da, Dostoyevski St. Petersburg'da farklı zamanlarda benim yaptıklarımı yapıyorlardı. Gerçi hiç birinin benim gibi su almak için uğraştığını sanmıyorum. Su bedavadır gibi geliyor onların zamanında. Tahmin edebilirler miydi hiçbiri bugünü. Göreceli her şey. Ederlerdi herhalde. Artık deniz kokusunu, rüzgarı hissetmiyorum. Belediyeyi bulup içeri giriyorum . Kimse yok bekleyen. Kartı veriyorum. Dolduruyor adam. Hayatını yazsak roman olacak bir adam mı bu, bilmiyorum? O benim hakkımda ne düşünüyor. Bu kez önemsemiyorum, o da önemsemiyor zaten. Önemseyecek daha önemli şeyleri vardır herhalde. Teşekkür edip ayrılıyorum. Batının ahlaksızlığı yanında teşekkürü de almışız iyi ki. Konuşacak bir parça bir şey oluyor yabancılarla. Çıkıyorum, balık kokusu bu kez. Hazır gelmişken sardalye alayım diyorum. Daha gazap üzümlerine çok var. Zamanı geçiyor bunların diyor balıkçı sulu sulu, uskumru vereyim. Tamam diyorum ama rahatsız olduğumu da fark ettirerek. Adamın sululuğu kayboluyor, asıyor suratını. Balığı alıp gidiyorum. Uskumru sevmem ki ben. İki üç kedi görüyorum ilerde. Döküyorum önlerine. Kedileri de çok sevmem , ama imzalamışım toplum kontratını bir kere. İyi olacağım böyle zamanlarda. Otobüs görüyorum ilerde. Biraz önce yanımdan geçene benziyor. Biniyorum.
··
70 görüntüleme
Rahime okurunun profil resmi
Uskumru benim en sevdiğim balıktır hâlbuki. :) Erhan Bey, açıkçası şehir temasını gözümüze sokmamışsınız ama ufaktan da hissettiriyor kendisini. Deniz, pardösü, rüzgar... Bir şehir hikayesinde görmeyi umduğum üçlü. İyi ki kullanmışsınız. Sizin hikayelerinizde huysuz, aksi bir adam tavrı sezinliyorum. Ama bu huysuzluğu sadece kendine gösteren, başkalarına yansıtmayan, kendi iç konuşmalarında kendiyle çatışan bir tavır. Bu hikayenizde de hissettim. İmzanız gibi bir şey olmuş bu, isminizi görmeden hangi hikayenin size ait olduğunu bulabilirim bu imzayla sanki. :) Elinize sağlık, hoş bir hikaye olmuş.
Erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler, işte bu geldi aklıma- tam örnek gibi olmadı ama, böyle bir şey bile olur demek için. Yorumuuzdan anladığım kadarıyla tekrar çok olmuş bende, değiştirmek lazım biraz:) Sağolun tekrar.
Bu yorum görüntülenemiyor
Ömer Yaşar okurunun profil resmi
Yani hocam öncelikle Türkçeye çok hakim olduğunuz aşikar. Keşke burada herkes sizin gibi bu konuda hassas olsa. Noktalama işaretleri kullanmadan yazanlari hazzedemiyorum. Neyse, belli ki kahramanimiz çok dolu bir kişilik. Kisa zamanda ne kadar çok şey düşünmüş, "anti sosyal bir kişiliğin aklindan geçen takintilar" şeklinde daha uzun bir hikaye veya romana devşirilebilir gibi geldi bana yaziniz. Emeğinize ve kaleminize sağlik Erhan hocam.
Erhan okurunun profil resmi
Çok sağolun, bazı yazılarda bana da batıyor imla hataları. Doğru, istenirse uzatılabilecek bir yazı. Ama şimdilik niyetim kısa öyküler yazmak. Çok teşekkürler tekrar düşünceleriniz için.
Hüseyin T. okurunun profil resmi
Okuyunca bu etkinliğin adının neden öykü/anlatı olduğunu anladım. :) Metnin bir akşam vakti, can sıkıntısıyla yazıya sarılmak amacıyla yazılmış olduğu hissine kapıldım ve diğer yazılarınıza bakınca gerek imlâsından gerek aynı anda pek çok şeye değinilmişliğinden gerçekten eski bir yazı olduğu hissine. Hayattan genel olarak beklediği cevapları alamamış ya da hayata henüz doğru soruları soramamış bir adam var, adamın kafası önündeki denizden daha dalgalı. Gördüklerini ve düşündüklerini bize anlatıyor ancak bu anlatımda herhangi bir yere varma amacı yok, sadece anlatıyor ve sonra otobüsün kapıları kapanıyor. Elinize sağlık. :)
Erhan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler, şehir hikayeleri (benimki her ne kadar bu beklentiyi fazla karşılamasa da) genelde anlatı tarzında oluyor, işte bir yürüyüş gezi vb. esnasında şehri yaşatıyor insana, arada bir kurgu da olabiliyor bazen. Etkinliği de şehirlerle özdeşleştirmek istedim , fazla olmadı ama:)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.