‘’Hz. Hüseyin'in mübarek başının nereye defnedildiğini hâlâ tartışıyor Müslümanlar. Medine'de Bakî Mezarlığı'na, Necef'te babasının yanına, Kûfe dışında bir yere, Kerbelâ'da cesedinin konulduğu yere, Rakka'ya, hatta Kahire'ye... Hayır, hayır, doğrusu, Hz. Hüseyin'in mübarek başının mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanların omuzlarının üstünde olduğudur.’’ Peygamberin Aynaları / Ali Ural
Bu paragrafı okuduğumda karar verdim Kerbela okumalarıma. Sevgili Cem Eren’in tavsiyesiyle okumaya başladım Ahmet Turgut’u. Zaten kütüphanemde 7 yıldır beni bekleyen bu kitabın ismi ve kapak resmi bana biraz arabesk gelmişti yıllar önce. Sebepsiz önyargımla bu güzel hazineden mahrum kalmışım yıllarca.
Bilmiyordum ben; Şam ve civarındaki camiilerde yıllarca her namazdan sonra Hz. Ali’ye ‘’Toprağın Babası’’ manasına gelen ‘’Ebu Turab’’ künyesiyle topluca küfredildiğini ve bununla ilk olarak kendisine hitap edenin de Resulullah (sav) olduğunu, Yezidin Hz. Hamza’yı öldürten Hind’in torunu olduğunu, Muharrem ayında tutulan matem oruçlarının mahiyetini….
Bilmiyordum Efendimiz’i bizzat görüp tabii olmuşken, o rahmet kaynağından nasiplenmişken... Peygamber torunlarına reva görülen zulmü yapanların aynı zamanda kıldıkları namazın tahiyyatında Peygamber ehline salavat getirdiğini????
Defalarca sordum kendime, nasıl olur bu zulüm? Nasıl yapabilirler aynı secde ehli? Hatta her su içişimde sordum kendime bunu. Vicdanlar nasıl sustu diye sordum defalarca??
Cevabı yine kitapta buldum :"Unutma! Nefis ister, akıl gerekçe bulur, vicdan aklar. Ama sen kaçsan da Allah hesap sorar."
Tekrar tekrar, sakin bir ortamda, sukünetle ve tefekkür ederek okunması gereken bir yazar Ahmet Turgut. O kadar çok not aldım, o kadar çok düşündürdüğü cümleler oldu ki.
‘’Doğru soru ilmin yarısıdır ‘’ diyor kitapta ve arkası kesilmek bilmeyen hakikatli soruları sıralıyor yazar. Sonra devam eden sayfalar arasında veriyor soruların cevabını okuru düşündürdükten sonra. Kaç gece bu sorularla yatıp, bu sorularla uyandım.
Mesela düşünmek isteyen okurlara kitaptan bir soru;))
"...Dost dediğin sadece almaz. Yegane derdi kendi ihtiyacı olanlar dost olamazlar. Allah, ceddimiz İbrahim Aleyhisselamı kendisine Dost seçmişti. Her dem alıcı olmayıp kendilerinden bir şeyler verenler dost olabiliyorsa peki, İbrahim Halilullah ne vaat etti Rabbine?" ??????
Meal okurken 'zulüm' kelimesinin ne çok tekrar edildiği dikkatimi çekmişti. Nefse, hakikatlere, yaratılanlara, kainata zulüm de var elbet ama. İnsanın insana yaptığı zulüm??? Sonra tefekkür ettim günlerce. Peygamber Ehline bile yapılan zulüm, evliyalara, alimlere, çocuklara, masumlara, her devirde, dünyanın her yerinde.. Hep var zulüm de zalim de... Kırılmaz zincirin halkaları misal...
Sonra kitaptaki bu cümle nokta koydu aklıma.
‘’ Saflığı arayan gönüller ve hakkaniyete bakan vicdanlar inşa etmeden hak aramak zulmü ortadan kaldıramıyordu. Nitekim asırlardır her fırsatta dünün mazlumları yarının zalimleriyle yer değiştirmekteydi. Çoğu insanın adalet ile intikamı birbirine karıştırması da bunu göstermiyor muydu?’
Son olarak bu kitaptan gönlüme emanet cümleleri yazmak istiyorum müsadenizle;
‘’Şüphesiz ki Allah; dünün, bugünün ve yarının Rabbidir...’’
‘’Sahibine Bırak…’’
‘’Allah ile aldatma!’’
‘’Zira başkalarından korkanlar, Allah'tan korkmayı unuturlar.’’
Yakınlarda okuduğum bir duayla bitireyim müsadenizle;
''Demime damarıma karışacak her çeşit zulümden ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan uzak tut bizi, ey Rabbimiz..''
Selamlar, sevgiler, saygılar, hürmetler...