Ölümü öldürebilir misiniz?Önünüzdeki A4 kağıdına hayatta başınıza gelmiş veya gelmesi ihtimal olan en kötü şeyleri yazın deseler ne yazardık?
Büyük çoğunluğumuzdan çıkacak sonuç sanırım ölümdür ve kağıdın en başına büyük harflerle yazılsa kimse neden yazdın demez.
Neden? Çünkü ölüm ayrılıktır. Sevdiklerimizden, zevklerimizden kopmak, yok olmak ve unutulmak. Korkarız ölümden, aman bizden uzak olsun deriz, Allah gecinden versin dilimize yapışır, istemdışı kendiliğinden çıkar.
Sanırım böyle bir düşünceye sahip olsam ve gençliğimin her geçen saniye geride bırakıp ölüme bir adım yaklaştığımı hissederek yaşamak hayatımı elemli ve ızdıraplı geçirirdi. Beni ben yapan herşeyin artık olmayacağını, sevdiklerime ve hayata elveda demek korkusu, ölümden daha acı olsa gerek.
"Zeval-i lezzet elemdir." diye veciz bir söz vardır. Yani lezzetin bitmesi insana elem verir. Psikolog Ulusoy, ölüm korkusunun psikolojisinde de en büyük etken budur, lezzetlerin bitmesinden korkmaktır, der. Buradaki lezzetten sadece vücut olarak aldığımız lezzetler anlaşılmasın. İnsanda akıl, ruh, sır vb. gibi birçok latifelerin de kendi hissesine göre aldıkları lezzetler vardır.
Hiç şüphesiz karşımıza çıkan en büyük ve en ciddi mesele ölüm meselesidir. Sadece canlılar değil, bütün yaratılan varlıklar doğar, yaşar ve ölür. Bütün mahlukat bir şekilde bu aşamalardan geçer. İnsanı farklı yapan şey idraktir. İnsan, ölümü anlamlandırmak, ölümü hissetmek, ölümden kaçmak, ölümü öldürmek... ister.
Ölüme genel itibariyle 2 farklı görüş vardır. Birincisi görüş ölümü bir adem, yok olmak ve hiçliğe geçiş olarak gören kısım. Diğer tarafta ise ölümün sadece bedenen olduğu, ruhun ebedi olarak canlı kalınacağını ve tebdil-i mekan yapacağına inanan kesim.
İlk kesimin ızdırabı yok olmaktan ziyade yok olma düşüncedir. Çünkü bir kere varlığı tatmıştır, bunu elinden kaybeceğini bilmek korkutur. Her ne kadar Yunan filozof Epikür’ün “Ölüm bizi endişelendirmemeli. Çünkü biz var olduğumuz sürece ölüm yoktur. Ve ölüm geldiğinde biz olmayacağız." sözünü sarfetse de, bu ölüm korkusunu maskelemek için sarfettiği sözlerdir der Alfred Weber.
İkinci kesimin de ölüm korkusu vardır ve bu inandığı iman ile orantılı bir şekilde artar ve azalır. Bu korku kesinlikle yokolma veya hiçlik korkusuyla kıyaslanamayacak bir korkudur. Çünkü inanır ki ölüm bir terhistir onun için artık hayat vazifesini bitirmiş, tezkeresini almış ve asıl yerine doğru bir geçiştir. Korkusu, geride bıraktığı sevdiklerini endişesi korkusu vardır, üniversiteye giderken ailenizi özlemek gibi ama elbet kavuşacağınızı bilirsiniz. Zira başka bir korku ise adaletin tecelli edileceği bir ahiret inancı olduğu için yaptıkları amellerin azlığından ve günahların çokluğundandır, bu şekilde ölme düşüncesidir. Ölüm ötesi yaşama inanan bir insan -her ne kadar inançsız bir insana göre daha ümitli ve kalben rahat olsa da- ölüm korkusundan tam anlamıyla kurtulamaz.
Kitap ölüm meselesini örneklerle ve akıcı bir roman eşliğinde yazdığı için çok daha anlaşılır. Ben biraz daha kitaptan anladıklarımı aktarmaya çalıştım.
Geleceğin veya şu anın ebeveynleri olarak hayatımızın bir gerçeği olan ölüm hakkında çocuklara nasıl yaklaşmamız gerektiğini dair de güzel notlar var. Bilinçsiz bir davranış, belki o küçük yavrunun ruhunda derin hasarlara yol açabilir.