Ortaokul yıllarımdaydı, sanırım.
Canan Tan'ın bir kitabını okumuştum.
Kitap birbirini seven iki gençten: Aslı ve Murat'tan söz ediyordu.
Aslı: modern, dil bilen, kültürlü bir genç kızdı. Murat ise genç yakışıklı bir delikanlıydı; Aslı'yı çok sevmişti. Her şey çok da güzel gidiyordu. Lakin kader ağlarını örene denk...
Murat'ın ailesi, ilişkilerini onaylamadı; Aslı'yı, hiçbir zaman gelinleri olmasını istemediler. Onlar, Murat için daha çok geleneksel, elinin hamuruyla evinin hanımı olacak, köklerine bağlı, akşama kadar evde oturup Murat'ın dizi dibinden ayrılmayacak: bir gelin istiyordu. Gelgelelim Aslı ise bu kalıbın tam tersiydi.
Bunun üzerine Aslı da hemen tası tarağı toplayıp, Murat'a veda bile etmeden, ışık hızıyla Amerika'ya gitti.
Orada bir profesör ile evlendi ve evliliğinde aradığı mutluluğu bulamayıp boşandı. Tekrar gerisin geriye Türkiye'ye döndü.
Yalnız Türkiye'de, hayatının şoku kollarını açmış, Aslı'yı bekliyordu: Unutamadığı Murat, artık evlenmişti ve bir kızı vardı.
Aradan günler geçti.
Aslı, Murat ile karşılaşınca, Murat'ın yanında; elini tutan, Murat'a "Baba," diye seslenen, küçük kızı görünce, bir an gözlerine inanamadı.
Gerçi ne bekliyordu ki? Bütün bu olanlardan sonra...
Murat ve kızının karşısında Aslı, birden sanki ansızın işgale uğramış, süvarilerin ateş hattında bıraktığı kale gibi darma dağan kalakaldı, zorla yutkundu. 'Sevgin sahteymiş Murat,' diye içinden geçirirken; Murat'ın kızını "Aslım," diyerek kucağına almasıyla, düşüncesi yerle bir -yeksan- oldu.
İyi ama "Neden Murat?"
Çünkü mü? Cevap çok basitti.
"Yüreğim seni çok sevdi, Aslı."