Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

283 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Spoilersiz incelemem yoktur!!!
. Yıllar önce, henüz bir lise öğrencisiyken, Sevgi Soysal’ı yalnızca bir yazar ismi Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ni de onun ismi ezberlenecek eserlerinden bir tanesi olarak bilirdim. Neden mi? Çünkü üniversitenin kapısına çıkacak yol sınavda çözülecek edebiyat testinden bu testten iyi sonuç almak ise edebiyatçıların ve eserlerinin -özellikle de ödüllü eserlerin- isimlerini bilmekten geçiyordu. Sevgi Soysal ise ruhu olmayan test kitaplarına edebiyatçı olmaktan çok ödül sahibi olduğu için girmişti. Edebiyat bilgimizin eser ve yazar isimlerinden öte gitmesine gerek olmayan(!) o yıllarda bu kitabın ismindeki Yenişehir’in -nedense- Bursa’nın ilçesi olan Yenişehir olduğunu düşünürdüm. Zaten o zamanlarda Yenişehir’in Ankarada bir mahalle ismi olduğunu bilsem bile Ankara’yı doğru dürüst bilmediğim için kitapta anlatılanları kafamda oturtamayacağımdan da eminim. Martin Eden'ı incelerken de söylemiştim ''kitaplar da okunacağı zamanı seçer’’. Bu kitap da okunmak için benim Ankara’ya yerleşmemi beklemiş, Ankaranın en işlek yerlerinden biri olan Kızılay'a gidebilmek için banliyö treninden Yenişehir istasyonunda inilmesi gerektiğini öğrenmemi beklemiş, Sevgi Soysal'ın kitapta anlattığı yerleri, sokak ve semt isimlerini anlamlandırabilecek kadar Ankaralı olmamı beklemiş. Eh, karşıma tekrar çıkmak için doğru zamanı bulmuş olacak ki okurken ‘’hee bu Yenişehir bizim bildiğimiz Yenişehir yav’’ deyişime de şahitlik etti kitabın sayfaları. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti 12 Mart döneminde siyasal nedenlerle tutuklanan Sevgi Soysal'ın cezaevinde kaleme aldığı ve 1973 yılında yayımladığı romanıdır. Yetmişli yılların Ankara’sını merkeze alarak dönemin olayları ve insanlarını yansıtan roman yayımlanmasından bir yıl sonra 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazanmıştır. Aslına bakarsanız roman Ankara'yı değil kavağı merkez alır. Sıradaki cümle zihninde ‘’Ne kavağı yahu!? Hangi kavak?’’ soruları belirenler için geliyor. Romanın ilk cümlesinde ‘’büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallanan’’ kavak. Olay örgüsünde yer alan bütün karakterlerin yolu bu kavağa çıkar, bütün olaylar bu kavağın etrafında sonlanır. Hatta öyle ki kısa kısa bölümlere ayrılmış kitabın her bir bölümünde ayrı bir karakter anlatılır ve çoğu zaman o karaterin kavağın yakınına gelmesi ile bölüm sonlanır. Peki neden kavak? Romanın kurgusunda yer alsın diye rastgele seçilmiş alelade bir ağaç değildir burada kavak. Aksine romanın omurgasını oluşturan bir metafordur. (Kavak metaforuna dair tüm bilgileri inceleme altına bıraktığım yorumdan okuyabilirsiniz) Romanda yer alan kişiler ve olaylar zincirleme bir kurgu içerisinde geri dönüş tekniği kullanılarak anlatılmış. İlk bölümden itibaren anlatılan her bir karakterin bir sonraki bölümde anlatılan karakterlerle birleşip son kısımlarda yer alan ve kitabın ana karakterleri/ana olayları olarak nitelendirebileceğimiz karakterlere/olaylara bağlanması, bunların zincir halkaları gibi birbirine eklenerek sayfalar ilerledikçe anlamlı bir bütünlük kazanması yazarın kurguyu inşa etme konusundaki başarısını gösteriyor. Geri dönüş tekniğini kullanmadaki başarısı ise bana Adalet Ağaoğlu’nu anımsattı. Bir de kitaptaki karakterlere değinmek istiyorum. Sevgi Soysal'ın ince ince kurguladığı, samimi bir üslupla anlattığı, bütün ayrıntılarıyla okura tanıttığı karakterlerden. Hepsi de çok tanıdık geldi nedense. Her biri içimizden biri, her biri sokakta karşılaşabileceğimiz, gerçek hayatta rastlayabileceğimiz, kimine kızıp kimine acıyabileceğimiz kişilerdi. Fakir geçmişinden hoşnut olmadığı için giyim kuşamına aşırı özen gösteren ve kendisine geçmişini hatırlattığı için bazı şeylerden ölümüne nefret eden Ahmet’le bir giysi mağazasında karşılaşmış olabilirsiniz misal. Ahmet’in sevgilisi Şükran gibi pembe evlilik hayalleri olan kızlardan biriyle "bu çocuğun senle evlenmeye niyeti yok, gönül eğlendiriyor" demek suretiyle konuştunuz, Günseli gibi elinden her iş gelen hayatı bütün yönleriyle tanıyıp bilen güçlü kadınlara hayranlık duydunuz belki de. Yolda kazara çarpıştığınız emekli öğretmen Hatice hanımlardan ‘’Bu gençlerde de hiç saygı kalmamış canım!’’ nutukları dinlemiş olmanız gayet olası. Hayatınızın bir döneminde mutlaka anne babasını rahat ettirecek bir ev almak adına sürekli çalışıp kuruş kuruş para biriktirmeye uğraşan Mehtap gibi biriyle karşılaşmışsınızdır. Peki ya Avrupa’da okuduğu için Avrupa kültürüne hayran olan mirasyedi Necip beyler. Hiçbir yerde olmasa da Mehtap’ın çalıştığı bankada kendisine kalan mirasın son kuruşlarını çekerken bulabilirsiniz Necip beyi. Çocukken tavuk yumurtasını boyayıp Amerikalılara paskalya yumurtası olarak satmış Güngör’deki ticaret zekasını fark etseniz büyüdüğünde Kızılay’da bir mobilyacı dükkanı açıp parayı kıracağını belki tahmin edebilirdiniz. Yanılmadınız. Ya Salih Bey? Çocukluğundan beri hep çıkarının peşinde olan, hani şu sınavlardan önce hiçbir şey bilmeyip de sınav notları 90’ın altına inmeyen inek öğrenci, hümanizmle sırf akademik çevrelerde konusu geçtiği için alakadar olan Ceza Profesörü Salih Bey. Sizi bilemem ama ben Salih Beyle üniversitede aynı sınıfta okumuş olabilirim, öylesine bir tanıdıklık. Mevhibe Hanım da tam Salih Beye yaraşır bir eş. Her şeyi ince ince tartan, hesaplayan, cimri, aşırı titiz ve otoriter, gıcık bir kadın. Dededen babadan Halk Partili, elit bir insan. Tabi bu iki mükemmel(!) insanın evliliğinden aralarında sevgi duvarı bulunan iki çocuğun, Olcay ve Doğan'ın, dünyaya gelmesine şaşırmamak lazım. Tabi Mevhibe Hanımın oğlunu prensler gibi yetiştirip kızına sürekli baskı yapmasına da. Lanet olası ataerkil toplum işte. Olcay, Mevhibe Hanımın baskısı altında ezilerek vücuda gelmiş, annesine rağmen parlayan bir elmas. Annesinin samimiyetsiz çevresinden sıyrılıp uzaklaşmayı başarmış, kendini geliştirme yolunda en azından çabası olan bir kız. (Evet evet doğru bildiniz, evet Olcay’a torpil geçiyorum, bu kızın isyankar tavrını ve gerçekçiliğini çok sevdim yapacak bir şey yok) Doğan her gün ayrı bir şeye heves eden tipik bir zengin bebesi. Bir hevesle Fransa’da fizik okumuş, döndüğünde film çekmeye merak salmış, herkesin şak şakladığı vasat filminin gösteriminde salondaki tek gerçekçi eleman olan Ali’nin birbirinden mantıklı yorumlarından sonra bu işte de bir civciv çıkaramayacağını anlamış. Sonra Ali'yle dost olup onun birikiminden bir şeyler kapmaya çabaladı tabii. Ali'ye rastlamışsınızdır mutlaka bir yerlerde. Bilgili, kültürlü, devrimci, haksızlığın karşısında duran, fakir kesimden çıkmış geleceği parlak hukuk öğrencisi. Laf aramızda kendisini bana biraz kibirli geldi. Aysel. Onunla rastlaşmamış olabilirsiniz. Ensest ilişki sonucu dünyaya gelmiş bir kız çocuğundan yetişkinliğinde dahi çocuk aklına sahip bir hayat kadınına uzanan acıklı bir hikâyesi var. Rastlaşmamış olabilirsiniz dedim çünkü bizim toplumumuzda ensest hasır altı edilen seks işçiliği ise hoş görülmeyen konular. Bu yüzden rastlasanız bile rastlamamışsınızdır. Kitapta da karakola düşen Ali'nin yaralarını sararken rastlıyoruz ona. Necmi oldukça şen şakrak bir ayakkabı boyacısı, çingenedir kendisi. İnsanlara dair çok sağlam ve bir o kadar nükteli tespitleri var. Hele çingeneliği anlatışı, insanın çingene olası geliyor ayyy :)) Mevlüt Mevhibe Hanımların apartmanında kapıcı. Mevhibe tarafından sürekli işten atılmakla, kapının önüne konulmakla tehdit edilir, sonra gidip bütün sinirini karısından çıkarır. Ona defalarca demiştir avludaki kavağa ip gerip çamaşır asma diye. Her bölümünü keyifle okuduğum, anlatılanların içine dalıp olaylara dahil olduğum ve hepsinden önemlisi Sevgi Soysal ile tanışıp müşerref olduğum çok güzel bir eserdi. Okumayı düşünenler, beklemeyin derim ;)
Yenişehir'de Bir Öğle Vakti
Yenişehir'de Bir Öğle VaktiSevgi Soysal · Bilgi Yayınevi · 19732,189 okunma
··
249 görüntüleme
Ferman Mamedov okurunun profil resmi
Bir eserini bir kere, onu da sathi okumakla, bu 'kalemi' "yaratıcı yazar" kategorisine aldım. Ne kadar abartsam azdır. Edebiyat adına benim için gurur verici keşif oldu. Vesile oldun.. :)
•••MERVE••• okurunun profil resmi
Kavak Ağacı Metaforu (Spoilerli) Sıklıkla tekrarlanan bir laytmotif olarak yer verilen kavak ağacı, eserin sonunda yıkılırken romanın birçok kişisi, bir şekilde orada hazır bulunmaktadır. Kavak ağacının romandaki kullanımlarından önce, metaforun anlamına ve ağacın Türk kültüründeki karşılığına bakmak gerekir. Yunancada kelimesi kelimesine “bir yere taşıma” demek olan metafor (mecaz), kelimenin asıl anlamından farklı bir anlamda kullanılması demektir (Boynukara 1993: 153, 154). Türk kültüründe ağaç kültü zengin anlamlarla yüklüdür. Ağaç kültü, rüyadan destana, halk öykülerine kadar Türk kültürünün farklı aşamalarında önemli bir yere sahiptir. Ağaca, yaşamla ölüm arasında önemli birçok anlam ve işlev yüklenmiştir. Orta Asya Türklerinin dünya tasavvurunda ağacın; cennetle, insanlığın atasıyla, tanrı düşüncesiyle (Ögel 1997: 73–4) türeyiş, yükseliş mitleriyle, şamanistik güçlerle, (Ögel 1989: 91–97 vd.) ölümle, savaşla (Ögel 1989: 537–8) ilgisi vardır. Kavak ağacının da Orta Asya Türk kültüründe hayatla son derece iç içe olan anlamları söz konusudur. Bu ağaç, öncelikle düzgün gövdesi, bütünlüklü oluşu ve uzunluğu ile göğün direği ve dünya ağacıdır. Yeraltından gökyüzüne üç âlemi birleştiren kavak; bağımsızlığın, bayrağın, tanrı ile iletişimin sağlandığı sembol olarak görülür. Kavak; obanın direği, soyun devamının, bolluğun ve bereketin simgesidir. Kavağın kuruması, devrilmesi, kutun gitmesi ve ölümün; tekrar yeşermesi ise giden kutun geri gelmesi ve yeniden dirilmenin sembolüdür (Ergun 2004: 216–218). Profesör Salih Bey’in apartmanının bahçesindeki kavak ağacından, romanın açılış ve sonuç sahnelerinde söz edilir. Roman, kavağın “[s]anki büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallan”ması (Soysal 1973: 5) ile açılır. Romanın sonunda da bu beklenti karşılık bulur: “Çürük kökleri üstünde fazla duramayan kavak, özsuyunu tümüyle tüketmiş gövdesini bir sağa bir sola salladı, sonra büyük bir çıtırtıyla, ama o andaki bir kimsenin artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceği andaki hızıyla Mevlüt’ün üstüne devrildi” (Soysal 1973: 298). Belli başlı roman kişilerinin de merakını celbeden devrilme hadisesi, aynı zamanda romanın politik kodu işlevinde kullanılmıştır. Ali’nin evinde geçirdiği gecenin ardından bir ayma, silkinme hali yaşayan Doğan’ın, iki yıl önce geleceğe söylediği şu söz, romanın anlatı zamanında karşılık bulmuştur: “Bu kavak yakında kurur” (Soysal 1973: 193). Ali ise yorumunu şimdi üzerinden yapar: “O da her hangi bir kavak sadece, şimdilik, devrilen herhangi bir kavak!” (Soysal 1973: 193). Bu iki bildirimden yola çıkarak Ali’nin yakın çevresine telkin ettiği sabrın, bu türden küçük göstergeler üzerinden karşılık bulduğu, asıl karşılığını bulacağı günlerin ise yakın olduğu sezdirilmek istenir. Elbette sabrın karşılığı, köhnemiş kavak devrildiğine göre, yeniden dirilme beklentisine işaret eder. Doğan; Ali’nin kavak ağacı ile kendi evleri arasında kurduğu ilişkiyi “saçma” (Soysal 1973: 231) bulur. Ağacın, kapıcı Mevlüt’ün başına çökerek onu öldürmesi, romanda ses getirmesi beklenmiş tek olay yerine geçer. Kavak ağacı, Ali’nin sabrının; solun 1970’lerdeki devrim ya da köktenci değişim şeklindeki beklentisinin bildirimine dönüştürülür. Çürümüş kavak ağacı, iktidarın merkezi olan Yenişehir’de, kof bir gürültüyle kapıcı Mevlüt’ün üzerine yıkılır. Tarihi, cumhuriyetinkiyle özdeş olan Yenişehir, her sınıftan insanın kaynaştığı, bütün yolların gelip birleştiği bir merkez oluşuyla Ankara’nın kalbi konumundadır. Ölü durumdaki kavak ağacının bu açıdan bir anlamda iktidarı veya onun aygıtlarını kullananları temsil ettiği söylenebilir (Bilir 1998: 19). Kavak ağacının izi; kişilerin konuşmaları, anlatıcının aktarmaları ve nihayetinde yıkılması dolayısıyla, roman boyunca “kırmızı bir ip” gibi sürülmektedir. Bu yanıyla “biçimsel bir öğe” (Furrer 2003: 67) işlevinde kullanılmıştır. Priska Furrer, kavak ağacını yorumlarken Soysal’ın tanıklığına başvurarak başka faktörlerin de dikkate alınmasının zorunlu olduğunu söyler. Buna örnek olarak, ağacın dış müdahalelerle değil, tersine kendi kendine devrildiği, Ali’nin devrilmesinde etkisinin olmadığı, buna karşın hüküm süren devlet teşkilatının temsilcisi olarak görülebilecek polisin ve itfaiyecilerin, devrilmeyi kendilerinin istedikleri yöne çevirdikleri ve en sonunda da bu devrilmenin kurbanı olan Mevlüt’ün, ev sahibi değil, tersine onun zavallı hizmetkârı olduğunu söyler (Furrer 2003: 68). Soysal’ın kuşak çatışmasına da yaslanarak işlediği değişim, devrim, bu işi romanda sırtlamış görünen kişilerin üstesinden gelebileceği bir durum gibi görünmemektedir. Nitekim Ali, Olcay ve Doğan, henüz hayatı tanıma aşamasındaki genç kişilerdir. İlki her ne kadar idealize edilerek işlenmekteyse de nihayetinde, değişimle ilgili beklenti ve hayallerini, adanmışlık edasıyla bağlandığı “Parti”nin doğrularına ayarlamış biridir. Ali’yi romanda önemli kılan başka bir yön de halk çocuğu olmasıdır. Dolayısıyla Ali, öngörülen devrim modelinin halka mal edilmesinde işlevsel kılınmıştır. Olcay ve Doğan’ın Ali’nin kişiliğinden, evinin ortamından, ailesiyle ilişkisindeki doğallıktan etkilenmeleri; önemli ölçüde, kendi ailelerindeki sıkıcı düzen ve davranışlarını oldukça sınırlandıran kurallara dayalı yaşam biçiminden dolayıdır. Evde değişim isteklerinin ideolojik bir kalıba bürünmesi, Ali’nin ortaya çıkmasından sonrasına denk gelir. Aile içi gerilim; erkeğin baba, kızın anne ile çatışmasından ayrı, anne-baba arasındaki ilişkinin sevgisiz ve karşılıklı yükümlülüklerle yürüyor olmasından beslenir. Ali’nin halkçılığa yaslanan sosyalist görüşleri, ikisi için oldukça çekici ve etkileyici olur. Ali üstelik dönemin gözde mesleklerinden biri olan hukuk eğitimi görmektedir. Bu durum, onun yakın gelecekte ‘halkın başarısı’nı simgeleyecek bir konumda olacağı öngörüsünü içerir. Necip Bey’in Avrupa’dan alınmış golf pantolonu, onun mirasyedi kimliğini anlatır. Pantolonun düğmesinin kopması ve yoldan geçen birinin bu düğmeye basarak ezmesi, Necip Bey’in bankadaki son parasını çekecek olmasının yanına konunca, onun mirasyediliğinin de sefaletle yer değişmek üzere olduğunun işareti haline gelir. Öte yandan bankadaki küçük birikimlerine bütün umutlarını bağlamış olan Mehtap Hanım’a, Necip Bey’in kopmuş düğmesinden dolayı çorabının üzerine sarkan paçası, gülünç değil, acıklı görünür. Mehtap Hanım, onun bu durumuna bakarak, yaşlı ebeveynini, ömürlerinin sonunda insanca yaşanır bir eve kavuşturma masalına olan inancını yitirir. Necip Bey’in maddî durumundaki, Mehtap Hanım’ın ise zihinsel durumundaki bu değişim de kişilerin çöküşüne işaret eder. Kaynak: Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nde Yapı, Tema ve Metafor (Yrd.Doç. Dr. Seyit Battal UĞURLU)
Nympheutria okurunun profil resmi
Çok hoş ve kapsamlı bir inceleme olmuş Merve, keyifle okudum, kalemine sağlık. Evet her kitap hayatımızda belirli zamanları bekliyor okunmak için, gelecekte, zamanı gelip çatacak kitapların varlığını düşünmek bile heyecan verici.
•••MERVE••• okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Aykut :) Totem mi denir yoksa başka bir şey mi adına ne dendiğini çok bilmiyorum ama ben buna inanıyorum, biz kitapları seçiyoruz kitaplar da okunacağı zamanı. Martin Eden'a yaptığım incelemenin giriş kısmında da yer verdiğim bir mottomdur bu benim :)))
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.