Sobanın çıtırtıları anlatılmış olandan yola çıkarak, anlatılmamış olanı onaylıyordu... Çünkü titreyen herşey bir parça masum, bir parça sahiplenilesiydi...Bizim olmayanı bile, sarmanın güdüsü, içimizde ki sisin titreyen yüreğiydi...Söz gelimi hırçınlığın titrettiği sesi, bir gözyaşı sahiplenirdi... Babasından korkarak titreyen o tazecik yüreği, uyku sahiplenirdi... Parkinsondan titreyen elleri, hüzünlü bir bakış, soğuktan titreyen elleri ılık bir nefes sahiplenirdi...
Sobanın titrek ışıklarını ise yorgunluğa aldırmayan bir sesin ezberinden okuduğu şiir sahiplenirdi...Birazdan o ses kalabalığı, sesini temizleyen küçük öksürüklerle sessizliğe çağıracak ve halıya, masaya, çaya, sobanın çıtırtılarına çevrilen uzun bakışları, kendi ıssız ve zengin doğalarına davet edecekti...
Etrafı kitaplarla çevrili bu odaya küçük bir kütüphane denebilirdi, akşamları hasbihal meclisleri kurulur, sobanın etrafına köşeden köşeye döşenmiş divanların tıklım tıklım dolduğu olurdu.Evvelâ bir kitap seçilir, bir anlatıcı kitapla ilgili bildiklerini anlatır, diğer kitap dostları da üzerine sorular sorar, sohbet açılır, serpilir bir ilim dersine dönüşürdü... Kütüphanenin sahibi Ferit Bey, bir eseri okurken, onun günlerce muhakemesini yapar, cümle cümle tetkik eder, âdeta bir laboratuvardaymış gibi titizlikle kelimelerin yapıtaşlarına inerdi.
Kendine uzanabileceği mesafede durur, zamanın saçlarını tutuşturan sabahları seyre dalardı... Bütün sonların anlam alıp ağırlaştığı, bütün başlangıçların sonsuz bir gerçeğin içinde yavanlaştığı demdi bu...
Duvarları, tavanı ve parkeleri bembeyaz uzunca bir koridorda ritmik adımlarla ilerliyor, asimetrik kubbe şeklinde ki mimariyi hayret ve hayranlıkla izliyordu...Koridorun sonunda sayısız kapı vardı, beyaz ve hayli uzun kapılardan birinden geçti, büyük ve yine her köşesi beyaz bir odanın tam ortasında onun için ayrılmış koltuğa oturdu ve ensesinin arkasına çipe benzeyen metal bir cihaz yerleştirdi, odada ondan başka hiçkimse yoktu.Önünde büyük bir ekran açıldı ve kendinden emin bir hareketle ekranda tuşlamalar yapmaya başladı.Gözleri açık ve tepkisiz bir vaziyette öylece kaldı.Burası sayısız odası olan, her odada bir kitabın saklandığı, veri tabanında sayısız kitabın kayıtlı olduğu dev bir kütüphaneydi...
Koltuğa oturup, okunmak istenen kitap seçiliyor, eserle ruhsal bir karışma sağlanıyor, bir anda okur -eserin içinde ki olaylar ve karakterler gerçekmiş gibi- o dünyanın içinde buluyordu kendisini. Gerçeklik algısını değiştiren ve zaman olgusunu altüst eden bu oluşumla, anlatımın içinde istenilen kişinin yerine geçilebiliyordu... Okur eseri canlı kanlı yaşamaya başlıyordu.
Kimi okur, tasvir edilen uçsuz bucaksız kırların serinliğini hissedebiliyor, kimisi bir savaşın tam ortasında buluyordu kendisini... Mekânlar, renkler, kokular ve tatlar, okurun algısına göre değişiyor, hiç bir okur diğerinin okurken yaşadıklarını tekrar edemiyordu.Bu her okur için inanılmaz bir serüvendi ve hiçkimse bu içsel similasyonu terkedip gerçek dünyaya dönmek istemiyordu.
Kimi zaman bir trende sarsılarak yolculuk edebiliyor, kimi zaman da bir cinayet romanında maktülün yerine ölme duygusunu tadabiliyordu.Bazı okurlar olmak istediği katakterin hüviyetine bürünüyor, iç hesaplaşmalarını uzunca bir süre daha erteliyordu.Bazıları bir çocuğun solgun gülüşlerini taşımanın kendi yaralarına iyi geleceğine inanıyordu.Bazıları cihana hükmeden komutanların miğferlerini taşımaktan onur duyuyor, Bazıları 'ruhunun titrediğini' hissederek, asrı saadetten gelen bir nurun alınlarını sıvazlamasını bekliyordu...
Ferit Bey, gözlerini karanlığa açtığında, nerede olduğunu bir kaç saniye algılayamadı.Sobadan gelen çıtırtılar bir anda sırtından gelen keskin ağrı, onu kendine getirmişti.Kütüphanesinde bir sandalye başında uyuya kalmıştı.Bir an o sonsuz ve beyaz koridoru, önünde beliren ve hızla geçen yazıları ve görüntüleri anımsadı ve gülümsedi.Kalktı ve fokurdayan çaydan ince belli bardağıyla bir çay aldı ve raflarda beyaz kapaklı bir kitap aramaya koyuldu...