Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

139 syf.
8/10 puan verdi
Haydi müzikle girelim olaya bu sefer de. Kabil'in yolculuğu, kulaklarımda ister istemez şu güzel şarkıyı çınlattı: youtube.com/watch?v=BpzdcBC... İnceleme mi? Ona da sıra gelecek. Hem de, liseliler bilmez bu sloganı, "önce hüplet, sonra gümlet" tadında bir inceleme olacak. Ya da şöyle diyelim, rahmetli Kemal Sunal'ın İnek Şaban karakterinin yaptığının tam tersini yapacağız. Önce öpeceğiz, sonra döveceğiz bu güzelim eseri. Öncelikle ilk kez bir Saramago eseri okuduğumu belirteyim. Yazım olarak farklı bir tarzı var. Diyaloglarda konuşma çizgilerini sevmiyor sanırım, nokta ve virgülü bolca tüketiyor, diyaloglar tek bir paragraf halinde olunca da takibi biraz güçleşiyor. Konuşanın değiştiğini ancak büyük harfle başlandığında anlıyorsunuz. Soru işareti veya ünleme de rastlamadım. Lakin bu kısımda övgü yapacaktık değil mi? Hemen yapalım: tarzına aşina olduktan sonra sizi öyle bir yolculuğa çıkarıyor ki Saramago, uyanıklık halinde iken rüya görüyor gibi oluyorsunuz. Anlatımı muhteşem, üslubu gayet yakalayıcı türden. Ben beceremesem de, müsait zamanı olup kitaba başlayanlar bir solukta dahi bitirebilirler ve ne ara bittiğinin farkına dahi varmayacaklardır. Kitapta geçen, adem elması ile ilgili kısım güzeldi ve göbek deliği ile ilgili kısmı da ne yalan söyleyeyim beğendim. Var mıdır yok mudur paradoksuna bulanmaya gerek yok, cevabı olmayan bir soru bu nihayetinde. BU KISIMDAN SONRA YER YER SPOILER OLACAKTIR! Kitabı edebi bir eser olarak çok beğendim. Yalnız dini konularda yaklaşımına elbette ki birkaç çift lafım olacak. Hemen belirteyim, bazı konular hakkında detaylı bilgiye sahip olmamakla birlikte takıldığım yerleri araştırarak ve bazılarına da sadece mantığımla yaklaştığım şekilde yorum yapmayı uygun buldum. Umarım hataya düşmem. En baştan başlayalım. Tam da o yasak meyve kısmından. Ne de olsa, ne olduysa ondan sonra oldu. Havva yasak meyveye yaklaştı, sonra suçuna Adem'i de ortak etti. İkisi de yasak meyveden yediler ve cennetten kovuldular. Bu kısmın farklı versiyonları da mevcuttur. İşte şeytan, yılan kılığında gelip onları ayarttı, meyve iyilik ve kötülük bilgisinin meyvesi vs. Yalnız şu konuya hastayım ki, değinmeden geçemeyeceğim. Saramago da basit argümanlara sığınmış bu konuda. Neymiş, ağaç madem yasaktı, Tanrı neden onun etrafına bir tel falan çekmedi? Arkadaşım. Sen insansın. Seni sen yapan en yüce nimetlerden biri de ne? İrade. E peki, sen, sana yasak olduğu söylenen bu şeye yaklaşıp da iradene hakim olmuyorsan o zaman kabahati neden Yaratıcıya buluyorsun? Sen iradesi olmayan bir hayvan olsan, mesela bir keçi olsan, seni o ağaçtan uzak tutmak adına o ağacın etrafı elbette ki telle çevrilebilirdi. Çünkü hayvanda irade aramak hata olurdu. Bunun farklı versiyonları da mevcut: Dünyada milyonlarca kötülük var, Tanrı varsa ve iyi olduğunu iddia ediyorsa neden bunca kötülüğe engel olmuyor? Sanırım inançsızlar Tanrıyı şöyle bir şey hayal ediyorlar: Tanrı, hey Tanrı, sana diyorum! Baksana buraya! Seni yaşlı bunak, kulakları da ağır işitmeye başladı bunun. E tabii onca yüzyıldan sonra... Bak bak, tam da şurada, işte işte bak şurada, yahu gözün de mi görmüyor? Orada. Hah tam da orada işte. Bak gördün mü açlıktan kırılanları? Yahu onlar senin kulun değil mi, ne diye açlıktan kırılmalarına seyirci kalıyorsun? Yiyecek bir şeyler göndersene. Ne yapman mı gerek? Bir de bana mı soruyorsun? Gökten ekmek atamayacağına göre biraz yağmur falan yağdır işte ne bileyim ben! Sonra bak bak, tam da şurada, yetişkin kulların, minik kullarına tecavüz ediyor. Onları şeyinden tavana assana! Zevk mi alıyorsun bu durumdan? O işi hallettikten sonra bir de tam şurada, senin adını kullanarak kulların birbirini katlediyor. Beni pek alakadar etmez ama senin namını kirletiyorlar, bir de oraya el atmalısın ve "bu savaş benim savaşım değil" falan demelisin. En azından bunu yapsan yeter sanırım. Bu durumları düzelt, belki dünyayı güllük gülistanlık bir yer haline getirirsin ve ben de sana inanabilirim bu sayede... Haşa!.. Tanrının hep iyiyi göndermesi gerektiğini düşünmek, bana abes geliyor. Kaldı ki iyi ve kötünün nerede başlayıp nerede bittiğini de kestirmek güç olabiliyor bazen. Mesela kitapta da, Kabil'in içini acıtan ve belki de bu acıyla sürekli Tanrı'ya karşı saldırı malzemesi olarak kullandığı, Sodom'lu çocukların felakette ölmesi ve onların masum oldukları halde kurtarılmaması düşüncesi, durumun Kabil'in istediği düzlemde gelişmesi halinde de iyi bir sonuç veremeyebileceğini düşündürdü bana. Hepsini geçtim, iman eden herkesin de bildiği üzre, Amentü duasında şöyle geçer: "hayır ve şerrin Allahü Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım." Yani demem o ki, iyi olanın ondan olduğuna inanıyorsan, kötü olanın da ondan olduğuna inanmalısın. Ne güzel demiş Yunus: Kahrın da hoş, lütfun da hoş... Ha ben zaten iman etmiyorum diyorsan ne desek boş. Adem ve Havva cennetten kovulduktan sonra, cennete tekrar giremesinler diye kapıya bir nöbetçi dikilir: bir kerubi. Adı Azrail. Azrail bu görevden alınıp da sonra ölüm meleği mi olur, yoksa başka bir şey mi, bu kısım kitapta yok. Ama yine burada acımasız Tanrı'ya yüklenilir. Tanrı, yarattıklarına bir cennet meyvesini bile çok mu görür? Ne varmış ki hata ettilerse? Ve Azrail onlara acır ve yardım eder. Şşt... Tanrı'ya sakın söylemeyin gibilerinden de ima eder. Yahu Tanrı'nın emrinden çıkmayacak bir meleğin, Tanrı'nın arkasından kolayca iş çevirebileceğine inanıyorsunuz da peki ya o acımasız Tanrı, size kendinden bir lütuf olduğunu belli etmeden, Azrail vasıtasıyla yardım ediyorsa? Yok canım çok iyimsersin... "...kendi adlarına ya da kendileri yüzünden işlenen bütün cinayetleri üstlenmeleri gerekir." Bu da tam bir "ben yapmadım miki yaptı" örneği. Işid'i ele alalım mesela. Adamlar "Allahuekber" diyerek kafa kesiyorlar. Şimdi bu adam Allah yoluna bir iş mi işlemiş oldu? Bu eyleminden dolayı cennetle mi mükafatlanacak? Geçiniz efenim. Biliyorsunuz ki bu adamlar, inandıklarını söyledikleri ve uğruna zafer kazanmayı diledikleri dinin gereklerini bile yerine getirmekten acizler. İbadet etmeyi dahi bilmediklerini okumuştum ama kaynağı bulamadım maalesef, yalnız günahlarını kolaylıkla Allah'a ve onun gönderdiği dine mal edebilmekteler. Ne güzel iş valla... "Sonuç olarak, ya şeytan bizim sandığımızdan daha güçlü ya da biz, dünyanın kötücül tarafı ile iyicil tarafı arasında çok ciddi bir zımni -en azından zımni- bir suç ortaklığıyla karşı karşıyayız." Saramago! Ey Saramago! Hani Tanrı iyi değildi? İyiden yana değildi? Yoksa kötücül taraf derken Tanrı'yı, iyicil taraf derken de şeytanı mı kastettin? Yok öyle değilse bildiğimiz üzre şeytan kötücül taraf olacak, iyicil taraf da Tanrı olmalı. Suç ortaklığı kısmına gelecek olursak da, Tanrı yeri geldiğinde, Eyüp peygamber örneğinde olduğu gibi insanı bolluğa da darlığa da sürükleyebilir. Buna biz imtihan diyoruz. "Eee, seni bilen ve ne yapacağına baştan sona hakim bir Tanrı'nın seni imtihan etmeye ihtiyacı mı var ki?" dersen, cevabı başta da vermiştik: İrade. İradesi olan bir varlıksın sen unutma, bir keçi değilsin. Kitabın içeriğinden bahsedelim biraz. Çokça çekişme oldu incelemede malum. Adem ve Havva'dan başlayan olaylar silsilesi, baş kahramanımız Kabil'in, kardeşi Habil'i öldürmesi ile devam ediyor ve Kabil bir yolculuğa mahkum ediliyor bir yerde. Bu yolculuk cidden bir mahkumiyet midir yoksa farkında olmadan Kabil de, o nefret ettiği Tanrı'nın yolunda mı hareket etmektedir, bilinmez. Misal ben bu fikre, İbrahim'in, oğlu İsmail'i (kitapta İshak yazar ama İshak değildir doğrusu) kurban etmeye gidişi evresinde kapıldım. Kabil eliyle İsmail, kurban edilmekten kurtulmuştur. (Bu kısımda, kitabın Eski Ahit baz alınarak yazıldığını gözardı etmişim. Eski Ahit'te İsmail değil İshak diye geçiyormuş. Hata için özür dilerim.) Yahu her zaman kötülükleri Tanrıya mal edecek değiliz ya, bırakın da biraz iyilikleri mal edelim Tanrıya. Bunun yanında Musa, Babil Kulesi, Sodom ve Gomore, Lut, Eyup ve Nuh tufanı gibi olaylar da anlatılıyor kitapta. Tufan sonrasında Kabil'in oynadığı oyun ve neticesi, insanlık adına değişik sorgulamalara itse de bizi (yahu madem öyle, bu insanlık nasıl yeniden türedi?), bu soruların cevabı kitapta yok. Ve son olarak da şunu söylemek isterim ki, bana kalırsa kitaptaki o, iki keçiyi güden adam Tanrı'ydı. "Yahu deminden beri inançlı olduğunu ima ediyorsun da Tanrı'nın insan sıfatında yeryüzüne inişini nasıl kabul ediyorsun?" diye sorabilirsiniz. Bunu ben yapmadım. Bu Saramago'nun eseri ve Saramago bana kalırsa içten içe şu mesajı vermek istemişti: Keçilerden biri iyilik, diğeri kötülük. Tanrı sonsuza dek bu keçileri güdecek ve de iplerini kemirmelerine engel olacak. Eğer olmasaydı zaten ipler kemirilecek ve iyilik ile kötülük, biri diğerine üstün gelene dek kavgaya tutuşacaktır. İyilik kazanır belki işte, ne güzel, diye düşünebilirsiniz. Biri olmadıkça diğerinin manasının olmadığını idrak etmenizi salık veririm.
Kabil
KabilJosé Saramago · Kırmızı Kedi Yayınevi · 201811,2bin okunma
··
46 görüntüleme
Begüm(şimdi düşünmeliyim) okurunun profil resmi
İncelemenin tek bir noktasına dahi katılmamakla birlikte çok başarılı buldum. Kitabı henüz okumadığım ve okumayı düşündüğüm için biraz atlaya atlaya okudum açıkçası ama bir noktaya takıldım. Tanrı'nın "her şeyi yapabilirsin ama bir tek bu ağacın meyvesini yemeyeceksin" emri insana sahte bir irade, özgürlük alanı tanıyor bence. Her şeyi yapabilir, bir tek o elmayı yemeyecek... Böyle bir emirde bir mantık göremiyorum ben. Soruyorum mesela, niçin o elmayı yemeyecekmişim? O elmayı yemenin kime ne zararı var? Ve nihayetinde insanda bir merak duygusu da var. Bu emir şu anlama geliyor, her şeyi yapabilirsin ama benim sana tanıdığım alandan çıkarsan cezalandırılırsın. Bu koşullar altında insanın bir birey olması imkansız. Bu düşünceyi kabul ettiğimiz zaman, insan her zaman bir tahakküm altında kalıyor çünkü. Ateistlerin dünya pembe balonlardan ibaret olsun madem yaratıcı varsa gibi bir düşünceleri yok zaten. Ateistler sadece şunu söylüyor: "Tanrı varsa, yarattığı bu düzen, bunca çocuğun, bunca hayvanın çığlıklarına sebep olduysa eğer, keşke en baştan hiç böyle bir düzen yaratılmasaydı." Çünkü değmez. Dünya bir oyunsa, dünyevi hayat geçiciyse, amaç inanan ve inanmayanı ayırt etmekse, olan masumlara oluyor. Bugün bir çocuğun canı yansa, bugün bir kadın dayak yese, kim bunun müsebbibi? İrade sahibi insan değil mi? O irade sahibi insanı var eden kim peki?..
Post Mortem okurunun profil resmi
Begüm, hadi bir soru. İrade dediğimiz şeyin sınırı nerede başlar ve nerede biter ki? Zaten biz sınırsız özgür hissettiğimiz anlarda dahi, bir şeylere bağlı ve de bağımlı değil miyiz? Sürekli bir şeyler bizi bağlamıyor mu? Doğarsın, ebeveynlerin belli kurallar koyar. Büyürsün, okulda kurallar koyarlar. Hayata atılırsın, hayat sana belli kurallar dayatır. Bir ülkenin vatandaşısındır, ülkenin kendine has kanunları vardır, şunu şunu yapma der. Bu şekilde düşünecek olursak hep bir esaret altındayız hissine kapılabiliriz. Ama sonuçta hepimiz kendimizi bir birey olarak kabul ederiz, bunca kısıtlama olduğu halde. Elmanın içeriğini bilmiyoruz elbette, belki Saramago'nun da yazdığı gibi iyilik ve kötülük bilgisinin meyvesiydi, belki de bir felaketin habercisi... Ama bana kalırsa, yasak olan da yasaktır. Sorgulaması yapılır, insan bu, merak duyar, neden diye sorar, yasağın tadı başkadır, o yasağın da tadına bakmak ister... Nitekim öyle de olmuştur ama ben, koyduğu yasağı çiğnenen herkesin yapabilmesi zor bir şekilde, Yaratıcının bu konuda merhametli olduğuna inanıyorum. Adem ve Havva, yasağı çiğnedikleri için cennetten kovuldular, fakat dünyanın sonu geldiğinde onların tekrar, kovuldukları cennette tekrar olmayacaklarını kim söyleyebilir? Keşke en baştan böyle bir düzen yaratılmasaydı diye düşünmek için artık geç, zaten o düzenin içerisindeyiz. Hal böyle olunca da, sanırım bize o düzenin içinde düzeni sağlamak düşüyor. İnanmak ve inanmamak kısmında ise benim şöyle bir düşüncem var, madem dünyayı iyi bir yere çevirmek istiyoruz, bunu Allah'a inanan da becerebilir, Buda'ya inanan da becerebilir, spagetti tanrısına inanan da becerebilir, hiçbir şeye inanmayan da. Çünkü her ne inançta olursa olsun insan, masum bir kadına, çocuğa, yaşlıya, erkeğe, hayvana, hatta ve hatta mala bile zarar geldiğinde, bunu engellemek gayesinde olmalıdır. Müslüman bunu, Allah rızası için yaptım der, ateist bunu iyilik kazansın diye yaptım der, spagetti tanrısına inanan da belki bir paket salsa sosu kazanmak için yapar. Evet dünya bir oyun, ve bu şekilde hareket etmek de bize oyunu kazandıracak hamlelerden biri olsa gerek :) Bir kitap var, Şahane Hatalar diye. Orada da mesela başlıyorsun bir bölüme, sonrasında iki yola ayrılıyor bölüm. Seçim senin. İkisinin de sonu daha evvelden yazılmış, yazar bu bütün sonları biliyor, ama hangisini seçeceğin senin iradene kalmış. Tanrısal düzlemde bunun tam karşılığı bu olmayabilir belki ama, bu örnek hoşuma gider benim.
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.