Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

216 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
10 günde okudu
Yazdıklarıyla ayrı, yaşam öyküsüyle ayrı, farklı bir yazar var karşımızda:
Robert Walser
Robert Walser
Yazarı; (İsviçreli Aylak Bir Yazar) olarak tanımlıyor
Ahmet Uğur Nalcıoğlu
Ahmet Uğur Nalcıoğlu
Sanırım haksız da sayılmaz. Ancak bu aylaklığı boş bir adam olmasından değil tam tersi hem yazdıkları ile hem de yaşamı ile dolu dolu bir adam olmasından kaynaklı. Öncelikle ufak da olsa yazardan bahsetmek gerekiyor sanırım. Çünkü bü kitabı okumadan önce yazar hakkında bir şeyler bilmek yazılanları daha fazla içselleştirip anlamamızı sağlayacaktır. Yazar 1878 yılında çocukların bolca olduğu bir ailede dünyaya geliyor. Okumak istese de maddi yetersizlikler yüzünden okuması yarım kalıyor ve 14 yaşında bankaya çalışmaya veriliyor. Ama bilirsiniz bu tür yazarların çocukluktan gelen tutkuları vardır. Yazarın da tutkusu tiyatrodur ve bu tutkusunun peşinden gidip seçmelere katılır ancak seçmelerde "fazlasıyla ruhsuz" olarak nitelendirilir ve bundan sonra bu tutkusundan vazgeçip tamamen yazıya yönelir. Madem siz oynatmıyorsunuz ben de yazarım düşüncesi sanırım :) Acaba vazgeçmese nasıl olurdu diye düşündüm. Yazdıklarını görünce o alanda da muhteşem işlere imza atabilirdi bence. Birinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı hikayeler bu kitapta Gezinti başlığı altında toplanır. Yazarın yaşam öyküsünü öğrendikten sonra hikayeler daha bir farklı geliyor. Çünkü çoğu hikaye otobiyografik izler taşıyor. Yazarın maddi sıkıntılar içindeyken çeşitli işlerde çalıştığı, bir dönem bir malikanede uşak olarak çalıştığını öğrendiğimde bu kitaptaki son hikaye olan “Tobald” daha bir anlamlı geldi ve yazarı tanıma adına da önemli bir kaynak teşkil ediyor. Yazarın yaşamı da, hayatı gibi ilginç bir şekilde son buluyor. Savaş sonrası çoğu yazarın düştüğü bunalımlı duruma Walser da düşüyor ve 1929 yılından ölümüne kadar olan süreçte akıl akıl hastanesinde yatıyor. Bu süreçte artık yazmayı bırakıyor ve şöyle bir söylemi var “Buraya delirdiğim için geldim, yazmak için değil” ancak yine de belirtilen kaynaklara göre yazmayı bırakamamış. Akıl hastanesindeyken çok sevdiği yürüyüşlerinden birini yaparken ormanlık bir alanda kalp krizi geçirerek yaşama veda ediyor. Gezinti hikayesini okuyunca bu yürüme olayını nasıl sevdiğini daha net anlayacaksınız. Yazar kendini şehirli olarak görmüyor. Bir dönem şehirde kalsa da dayanamayıp tekrar dönüyor. Yazdıklarına baktığımızda karamsarlık emareleri pek yoktur. Hikayelerinde karakterler genel olarak mütevazı bir yapıdadır. Ancak yeri geldiğinde ironiyi de, iğnelemeyi de es geçmezler. Gezinti hikayesinde kitapçıya girip onunla olan konuşmalarını buna örnek olarak verebiliriz. O konuşmadan bir bölümü şöyle ekleyelim. "Mümkünse, en değerli ve en ciddi ve doğal olarak aynı zamanda da en çabuk duyulmuş ve satılmış eserin adına ve tadına hemen şimdi vakıf olabilir miyim?..." "…bana bu en başarılı kitabı göstermenizi kibarca rica edebilir miyim sizden?" “Büyük bir memnuniyetle” dedi kitapçı. … .... “Yılın en geniş kesimlere ulaşmış kitabının bu olduğuna yemin edebilir misiniz?” “Hiç kuşkunuz olmasın.” “Mutlaka okunması gereken kitabın bu olduğunu iddia edebilir misiniz?” “Mutlaka” “Bu kitap gerçekten de iyi mi?” “Büsbütün gereksiz ve yakışıksız bir soru bu!” “Size çok teşekkür ederim.”dedim ve sakin bir tavırla; “mutlaka okunması gerektiği için en geniş kesimlere ulaşmış olan kitabı, olduğu yerde öylece bıraktım ve başkaca tek bir söz söylemeden, sessizce uzaklaştım. Satıcı arkamdan haklı ve derin bir öfke içinde “yontulmamış cahil herif!” diye bağırdı elbette. Burada baktığımızda popüler kültürün insanları (kitapçı-yazar-okuyucu-eleştirmen) ne hale getirdiğini, nasıl düşüncelere ittiğini görüyoruz. Bu diyaloglarla çok güzel eleştiri yapmış yazar. Farklı bir tarzı olduğunu buradan da görebiliyoruz. Anlatımı yalın bir dille yapıyor ve okurken zorlanmıyorsun ve keyif alarak okuyorsun. Bazen öyle ilginç hikayelerle karşılaşıyorsunuz ki hayret etmemek elde değil. Bazılarını şöyle yazayım. “Hiçbir Şey” “İşte Şimdi Elimdesin” (çok fenaydı bu yaa:)) “Hiçbir Şeyin Farkına Varamayan Adam” (Bu hikaye bana Gogol’ün burun hikayesini anımsattı) İçerik olarak aynı değil ama burun hikayesinde karakter burnunu kaybediyor ve aramaya çıkıyor, burada da adamın kafası gidiyor ama farkında değil öylece yaşamaya devam ediyor. Öyle derin anlamlar çıkarılır ki bu hikayeden. Nice gözleri olup göremeyen, kulakları olup duyamayan, kafası olup düşünemeyen insan var demeden geçemiyoruz. “Hiç Kimse” “Helblıng” “Hepsi Bu” Ne kadar çok hikaye yazdın yahu diyebilirsiniz ama bunlar daha ne ki? Kısa kısa bolca hikaye var bu kitapta. İçindekilerde 22 tane hikaye görünüyor ancak o hikayelerin içinde de hikayeler yer alıyor. Kısa hikayeleri çok fazla sevemiyorum ama bu yazdıklarım derin anlamlar içeriyor ve düşünmeye sevk ediyor o yüzden güzeldi. Bunların dışında bu kitap bolca yazara, şaire de referans oluyor. Benden bu kadar :) Son olarak beni bu yazarla ve kitapla tanıştıran pek değerli
Roquentin
Roquentin
‘e de teşekkür etmeden geçmek olmazdı. Çok teşekkür ederim, var ol :) İncelemeye de kitabın son cümleleri ile veda etmek isterim. Çünkü bu kitabı okuduktan sonra aynı burada yazılanlar gibi hissedeceksiniz. "Şimdi sanki bütün dünyayla ya da en azından yarısıyla başa çıkabilirim gibi geliyor bana. Gurur, yanılsama, muhteşem yıldız! Kendimi harika hissediyorum. Şimdi öyle bir yaşama hevesi ve gücü var ki içimde, gerçekten kahkahalarla gülmekten alamıyorum kendimi. Kendimden geçiyorum! Yabani bir at olmak ve dörtnala neşeli diyarlara doğru koşturmak için yanıp tutuşuyorum. Tanrısal bir güzellik, ilahi bir iyilik var bu dünyada. Ne büyük zevk bu! Korkuları, sıkıntıları anlamıyorum artık. Hayat bir gül ve ben göğsümü gururla kabartmak ve bu gülü koparabileceğime kendimi inandırmak istiyorum. Yeryüzü gümbürdeyerek ayaklarımın önüne kapanıyor. Gökyüzü azıcık mahcup maviliğini parça parça gösteriyor. Bu alameti iyiye yormak istiyorum. Dünya; Seninle mücadele etmek istiyorum. Henüz çıktım bir yaşantının içinden ve şimdi daha geniş, daha uzak yaşantılara doğru seyahat ediyorum. Canlı hayat, canlı tecrübe, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Güzel olan bu: Bir şeylere dayanmalı insan, bir şeylere katlanmalı. Sıkıntıya neşeyle, güçle katlanınca hayat bir oyun kadar kolaylaşıyor. O halde haydi, yılmaz bir usta yüzücü gibi atılalım dalgalara! Bana öyle geliyor ki, daha şimdi bir şeylerin üstesinden geldim ve artık sağlam adımlarla ve kararlı bakışlarla yürüyebilirim ileriye." #42465953
Gezinti
GezintiRobert Walser · Can Yayınları · 201165 okunma
··
294 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.