Age of Adaline filmini, Da Vinci Şifresi’ni ve Paul Auster’in Yanılsamalar Kitabı’nı uygun miktarlarda bir kaba koyun karıştırın, ardından biraz bekletip baskıya verin ve… İşte karşınızda Gelecek Sefere…
Çok saçma bir benzetme oldu farkındayım. Bu bahsettiğim üç film-kitap da aslında birbiriyle çok alakasız. Ancak kitabı okurken ve bitirdiğimde aklımda oluşan görüntü tam olarak buydu.
Gelecek Sefere, 1800’lerde yaşamış Vladimir Radskin isimli ünlü bir ressamın ekspertizi olan Jonathan Gardner’ın günümüz zamanlarında geçen aksiyonlu, yer yer fantastik ve romantik hikayesini anlatıyor.
Kitaba ilk başladığımda Vladimir Radskin isimli bu Rus ressam öylesine gerçekçi anlatılıyordu ki kitabın bu ressam üzerinden bir kurgu olduğunu düşünüp kendisini ve tablolarını görmek için Google’da arattım, tıpkı Auster’ın Yanılsamalar Kitabı’nda Hector Mann’a yaptığım gibi… Fakat iki yazarın da başarısı sonucu karakterler kurgu çıktı. Diğer bir yandan Marc Levy kitabı bir film gibi yazmış. Bazı yerler oldukça sinematografik geldi. Bu hissi genel olarak Paul Auster okurken de bolca yaşıyordum. Sanki izlenilen bir filmi yazıya döküyormuşçasına belli bir açıyla yazılıyordu sahneler. İki yazarın bunu yapış şekli oldukça farklı ama açıkçası bana birbirini çağrıştırdılar.
Da Vinci Şifresi’ne (bu arada kitabını okumadığımı yalnızca filmini izlediğimi de belirtmeliyim) benzetmemin nedeni ise çok basit; gizemli ve kayıp olan bir tablonun ve onun ressamının hayatı etrafında gelişen aksiyonu anlatıyor Marc Levy bu kitapta. Bu arada kitabın bu kısmının Da Vinci Şifresi kadar kapsamlı, derin ve dolu dolu bir kurgusu olmadığını da söyleyeyim. Dediğim gibi atmosfer ve koşuşturmaca hatırlatıyor yalnızca. Ama tablonun ressamın hayatıyla ve karakterle iç içe geçmiş kendini sona saklayan gizemini okumak yine de oldukça keyifliydi.
Ve ölümsüz bir aşk… Kitabın fantastik bir olayı çok normal bir şekilde anlatan romantik bir kurgusu ve gelişimi de bana biraz Age of Adaline filmini hatırlattı. Tabii ki böyle bir konu işleyen milyon tane film vardır ama benim aklıma nedensizce bu geldi. Bu kısımda yazar metafiziksel, felsefi ve fantastik ögeleri biraz biraz harmanlayıp asla ölmeyen bir aşkı anlatıyor kitapta. Tabii ki bunlar ressamımızla ve onun ekspertiziyle de oldukça bağlantılı. Fakat ben kitabın romantik tarafını kurgunun en zayıf kısmı olarak bulduğumu da söyleyeyim. Beni hiç tatmin etmedi. Bir yerden sonra bu aşka kurulan kötü tuzaklar falan derken hafiften fantastik Yeşilçam kokuları gelmeye başlıyor burna. Başlarda zamana bilime ve gerçeküstü olaylara yapılan hafif felsefi ve metafiziki konuşmalar ve gizemli karakterlerle beklentim artarken öylece kalakaldım. Yazar elindeki güzel bir malzemeyi heba etmiş diye düşündüm okurken. Sanki yazar kitap okunsun ve satsın diye hikayenin geneline hakim bir aşk hikayesi yazmış gibi hissettim. Biraz zoraki… Ve bu kimi zaman kitapta zevkle okuduğum kısımları bastırdı.
Sonuç olarak çok akıcı bir kitap okudum. Tam yaz tatilinde kafa dağıtmalık güzel vakit geçirmelik, bir çırpıda film izler gibi bitirmelik… Ama o kadar. Yani beni fazla tatmin etmedi. Kitap okuduktan sonrasına fazla bir şey bırakmıyor. Belki de asıl sorun başında vadettiği şeyleri sonunda bulamamam. Bence yazarın elindeki malzeme ve kurguyla çok daha güzel bir şey çıkabilirdi ortaya.