Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

98 syf.
8/10 puan verdi
·
19 günde okudu
Uzun zaman sonra tekrar Bernhard okumak beni iyi hissettirdi. Tıpkı henüz iyi tanımadığınız insanların arasında bir süre durup, daha sonra yıllarca tanışık olduğunuz bir insanın yanına gitmeniz gibi. Aşinalığın, alışılmışlığın verdiği rahatlığı ve sevinci duydum. Bernhard'la hayatta her karşılaşmamda (ki bu da yalnızca kitaplarla) o Bernhard'vari düşüncelere tekrardan şahit olmak hayat üzerine düşünsel anlamda kısılıp kalmama değil aksine daha da derin düşünmeme yol açıyor. Örneğin bir insanla yıllarca konuşursunuz ve o insanın yalnızca belirli konular üzerinde belirli noktalarda durduğunu anlarsınız. Bu yüzden düşünsel faaliyetiniz yalnızca o insanla iletişim kurduğunuz sürece perspektif olarak artmaz. Ama bu durum Bernhard'da tuhaf bir şekilde geçersiz kalıyor. Her eserinde o Bernhard'vari düşüncelere rastlasam da bu düşünceler beni kısıtlamıyor, tam tersine farklı konular üzerine daha da derin düşünmemi sağlıyor. Beton'da Rudolf isimli ruhu çoktan yaşlılıktan çürümüş, bedeni de bu çürümenin orta evrelerinde yani orta yaşlarında olan karakterimize tanık oluyoruz. Rudolf aslında bir düşün insanıdır, bilimsel çalışma, felsefi değerlendirme gibi şeylerde oldukça başarılı biridir. Bana göre bu ayrım herhangi bir konuda yapılan gözlemlerin ne kadar eleştirel olup olmadığına bağlıdır. En basit bir konuda bile insan eleştirel ve sorgulayıcı bakabilirse ancak hayatta derin bir felsefi gözlem yeteneğine sahip olabilir. Günlük hayatta kurduğumuz basit diyaloglardan tutun da bir trafik lambasında yeşil ışığın yanış süresine bile felsefi açıdan yaklaşabilmek bizi asıl bakılması gereken ciddi konulara da hazırladığından aslında bu bize sağlam bir temel oluşturur. Spora başlamadan önce yapılan ısınmalar gibidir bunlar. Karakterimiz Rudolf da bu ısınmaların adeta bir ustası haline gelmiştir. Eserde, müzikle de çok ilgili olan Rudolf, yıllardır başlamaya çabaladığı ama bir türlü başlayamadığı, ona göre müzik üstadı olan Felix Mendelsshon Bartholdy ile ilgili çalışmasını, bu çalışmanın önemini ve neden bir türlü başlayamadığını anlatır bize eser boyunca. Sadece bununla da sınırlı kalmaz ve etrafında yaşamında gördüğü her bir detayı, ablasının her tür davranışını felsefi açıdan değerlendirir ve aktarır. Aslında bu yazdıkları da en az başlayamadığı çalışma kadar kritiktir çünkü bu yazılanların bütünü hayata dair farklı perspektiflerden bakışlar ve kendi ile ilgili değerlendirmeler, çözümler içerir. Bernhard'ın aşağı yukarı her eserinde bir zıtlıkla karşılaşırız. Bu yeri gelir ressam - hekim zıtlığı olur Don eserindeki gibi, yeri gelir bu eserdeki gibi Rudolf ve ablasının zıtlığı olur. Bu zıtlığın öte tarafını 'mantıklı saldırılar' ile taşlayan Bernhard bunların tamamında çağımıza ve önemli sorunlara sürekli dikkat çeker. Rudolf yıllardır evden çıkmayan, kendisini çalışmalarına ve felsefeye adayan bilgi peşinde bir insan iken ablası onun tam aksine son derece sosyal ama Rudolf'un iddiasına göre içi boş biridir. Rudolf dıştan topluma karşı, kendi tabiriyle "deli" ya da içi boş olarak gözükür, gerçeğin tam tersi olarak. Ablası ise hiçbir zaman Rudolf kadar araştırmacı ve akılcı bir insan olmamasına rağmen ortamlarda sürekli bilgili olan kişi gibi görünür. Burada ciddi bir eleştiri de vardır aslında. Ablasının aksine içe dönük olması onun açısından kendi düşüncelerine yine bizzat kendisinin hakim olabilmesi demektir, çünkü insanın düşüncelerine sızabilecek olan insan sayısı arttıkça, düşüncelerin kirlenebilme ihtimali de artar. Bu açıdan insan kendi salt, öz düşüncelerini ancak ve ancak kimsenin etkisinde kalmadan içe dönük bir şekilde en iyi şekilde aktarabilir Rudolf'a göre. Onun yaptığı da budur aslında. Bunu yaşam biçimi olarak da kendine benimsemiştir. Rudolf, ablasını bunların dışında, yazarımızın en şiddetli biçimde eleştirdiği kesime de koyar. Hiçbir şeyden anlamadıkları halde yüksek çevreler tarafından her şeyden anladığı kabul görülen insanlardan birisi de ablasıdır ona göre. Felsefeden veya sanattan anladığı yoktur aslında. Sadece yüzeysel olarak bilgisi vardır. Mesela bir Platon'dan söz açıldığında doğru yerde Devlet eserinden söz açarak kendini bilgili olarak gösterir aslında. Bu açıdan elitizmdeki yüzeyselliği derinlikmiş gibi sergileme güdüsü bolca taşlanır eserde. Bu durumu düşündüğümde aslında bunun yalnızca elit kesimlere ait bir güdü olmadığını da görüyorum bir yandan. Elit olan olmayan herkes; en düşük kesimden en yüksek gibi görünen kesime kadar, her şeyi biliyormuş gibi görünmek ister. En cahil insan her şeyi biliyormuş gibi davranan insandır. Bu açıdan bilgisizliği kötülük ve kaçınılması gereken bir hayalet olarak gören de yine bu insanların ve bu kesimlerin kendisidir. Bilgisizlik, insanı bilgiye teşvik eden kalkındırıcı bir etmendir aslında. Ama toplum algısı bunu tam tersine çevirmiş ve insanları yalnızca yüzeysel olarak bir şeyler bilmeye zorlamıştır. Çünkü her şeyi biliyormuş gibi gözükmenin tek yolu, erişebildiğiniz tüm konular hakkında en az bilgiye sahip olmaktır. Bu da bilgiye aç olan bir zihin için ölümcül bir şeydir. Bu açıdan Rudolf ablasının düzenbazlıklarının hepsini teker teker eleştirir. Ayrıca elit kesimin topluma sorgusuz sualsiz kabul ettirdiği bir başka şey ise bir şeyleri olması gerektiği için yapmaktır. Mesela eserde Rudolf'un ablası zengin ve varlıklı biridir, kiliseye ve yardım kurumlarına bağış yapar. Ama bu bağışı ne yaparken ne de yaptıktan sonra kilise ve yardım kuruluşları zerre umrunda olmaz. Onun önemsediği tek şey belirli kesimlerle arasını bu bağışlarla iyi yapmaya çalışmasıdır. Bu açıdan bakarsak bu gibi insanlara yardımsever diyebilir miyiz? Yardımsever yerine hilekar ve düzenbaz kelimelerini daha doğru bulan Rudolf'un eleştirileri yalnızca ablası ile de sınırlı kalmaz. Ablası onun için yalnızca eleştiri yelpazesinin ilk başını açtığı bir kapıdır. Politikacılara da bolca eleştiride bulunulur eserde. Rudolf'a göre yoksulluğun kendisi bile politikacıların bir oyunudur aslında. Çünkü yoksulluk var olduğu sürece bir yerlerde çıkar ilişkileri var olacaktır. Yoksulluk kasıtlı olarak asla bitirilmez çünkü politikacıların nadir övünç kaynaklarından biridir bu. Yardım yaparlar, birilerini yoksulluktan kurtarıyormuş gibi görünürler. Yoksulluk o kişilerin gerçekten umrunda olsaydı bitirilmez miydi? Kesinlikle bitirilirdi. Ama bundan çıkar sağlayan insan sayısı dünyada o denli fazladır ki bu yüzden yoksulluğun bitirilmesine asla müsaade etmeyeceklerdir. Bu açıdan kamusal alanın ve elit ortamlarda 'onurlu' olarak görülen şeylere mantıksal olarak yaklaştığımızda onların ne kadar alakasız ve değersiz olduğunu söyler Rudolf. Mantıksal açıdan baktığımızda yoksullara yardım eden bir elit çıkarcıdır. Ama o ortamın içine girip o kişi hakkında bilgi alsak gelmiş geçmiş en iyi yürekli yardımsever insanlardan biri olduğunu iddia edeceklerdir. Bu değişken perspektifin doğru olanını yakalayabilmek için de kendi düşüncelerimizi kirlenmeyecek bir biçimde muhafaza etmek son derece önemlidir. Aslında burada bir ego söz konusu değildir Rudolf'un davranışlarında. Rudolf'un yapmaya çalıştığı şey mantıksal bakışı kaybetmemek uğruna kendinden bile ödün vermeye hazır oluşudur. Rudolf o çok önemli çalışmasına ilk önce ablası kendi evine ziyarete geldiği için devam edemediğini sanır. Ama ablası evinden gittikten sonra yukarıda bahsettiğimiz gibi aklı düşüncelerle dolup taşar. Ablası evden gitmiş olsa bile düşünsel olarak onun zihninde varlığını sürdürüyordur. Bu yüzden de bir insanı zihinde yaşatıyor olmak onun varlığını bizler için daimi kılar. Rudolf'un ablasının fiziksel olarak gitmesi çalışmasına başlama açısından hiçbir fayda sağlamaz kendisine. Çünkü önemli olan fiziksel varlıktan çok zihinde oluşan düşünsel, soyut varlıktır. Eserde yine Viyana'ya, Avusturya'ya bir nefret, taşlama vardır. Ama yine bahsettiğimiz üzere ülkenin fiziksel varlığından değildir bu nefret. Başka bir deyişle Viyana'nın kendisine değildir Rudolf'un öfkesi. "Benim Viyana'm zevksiz, gözünü para hırsı bürümüş politikacılar tarafından yıkıldı, yok oldu" der bizzat kendisi. Ama onun Viyana'sı halen daha zihninde varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden kavramın kendisine, benliğine değildir duyulan nefret. Asıl önemli olan da bu yüzden daima insanın zihnindeki varlık olur. Uzun zamandır görmediğimiz dostlarımız Rudolf'a göre bizlere yalnızca başarılı bir sanatçı ya da başarılı bir müdür olduğunu söylerler. Banal şeylerle dolmuştur bu yüzden dostluklar. Dostluk kavramını gerekli gereksiz her şeye bağladığımızı, bu yüzden de dostluk kavramının da tıpkı diğer kavramlar gibi (mesela sevgi) asıl anlamının ayaklar altında olduğunu söyler. Mesela dostluğu çok basit şeylere bağlarız biz artık. Çocukluktan beri birlikte olunan insanların ya da komşuların sırf yaşadığımız yerlerin mevkisi birbirine yakın diye dost sayılamayacağından bahsediyor. Dostluk hangi ofiste müdür olduğunuz ya da kaç yıldır tanıştığınızla alakalı değildir, daha derin, bağ oluşturan anlamlar içerir bu kavram. Ama insanlar bu bağları hemencecik bazı ayrıntılarda bulduklarını sanırlar. Bazı şeyleri ifade edip aktarabilmenin tam, ideal doğru vakti vardır Rudolf'a göre, cümleler kafamızdayken hemen yazmalı der bu yüzden de. Düşünceler aklımızda asla ama asla, ilk kez orada canlandıkları anda kalmazlar. Bir anımsanma olarak kalırlar. Bu anımsanma kimi insanlarda fazladır, ama asla tam olarak ilk baştaki gibi bir anımsanma olamaz, bu yüzden düşünce aktarımı konusunda gecikilmemelidir hiçbir zaman. Bu düşünce insanın zihnini de her daim dinç tutmaya yarar aynı zamanda. O kaybolma ihtimali olan henüz akılda canlanmayan düşüncelerden bile korku duyar hale geliyor insan ve yanında bir not defteri ve kalem taşımaya başlıyor. Çıtayı olması gerekenden yükseğe koymanın da insanlık adına olan zararından, beklenildiği gibi yükseltici etkisinin aslında olmadığından, olan şeyin insanı düşürmekten başka bir şey işe yaramadığından da söz eder Rudolf. Bu açıdan baktığımızda düşünceleri sonradan ilk andaki gibi hatırlayacağımız yanılgısına düşürerek o düşünceleri sonsuza kadar kaybetmek (tekrar aklımıza gelmediği sürece) de aslında kendimiz adına da çıtayı olması gerekenden yukarı koymamızdan kaynaklanmaz mı? Hatırlayacağımızı ve daha da iyisini yazacağımızı sanarız ama bu bizi o anda yazabilecek olduğumuzdan bile geri duruma düşürür. Bernhard'ın eserlerinde birçok şeyi eleştirip, böylece temelde asıl eleştiriyi kendine yapan birçok karakter de mevcuttur. Rudolf da bunlardan biridir bana göre. O ideal, yıllardır üzerine uğraştığı çalışmaya bir türlü başlayamaması da aslında daha az önce bahsettiğimiz sebeplerden dolayı değil midir? Bir ilhamı, düşünceyi geciktirmek, daha sonra çok daha iyisine yapacağımıza inanmak. Bunlar bizi aşağıya çeker, bir daha yukarı da çıkartmaz asla. Bu açıdan Rudolf o çalışmaya asla başlayamayacaktır. Bunu kendisinin de anladığı an hayatında adeta bir şok, betona çarpma etkisi yaşamıştır. Çevremizde birçok şeyi kendimizi düşünmeden gönlümüz rahat bir şekilde eleştiririz bazen, ama eleştirdiğimiz şeylerden birini bile aslında o ana dek kendimizin yaptığının farkına varınca o geçirdiğimiz şok, betona kafa üstü çakılmaktan başka bir şey değildir hayatımızda. İşte Beton da aslında bu çakılışın, aşağı çekilişin, bir zihinsel intiharın öyküsüdür.
Beton
BetonThomas Bernhard · Yapı Kredi Yayınları · 2020924 okunma
··
1.351 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Dolu dolu bir inceleme olmuş. Yakın zamanda Bernhard hakkında kapsamlı bir konferansa katıldım. Okumayı hep ertelediğim bir yazar Bernhard, ama orada da anladım ki bu kadar ötelememek gerekirmiş. Sizin incelemeniz de bana bunu hissettirdi tekrar. Kaleminize sağlık...
Nympheutria okurunun profil resmi
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için.
Numan okurunun profil resmi
Çok iyi ve oldukça dolu bir inceleme olmuş. Kitabı merak ettirdi. İncelemeye harcadığınız vakit için teşekkür ederim. 🤘
Nympheutria okurunun profil resmi
Asıl ben teşekkür ederim vakit harcayıp okuduğunuz için.
Busra korhan okurunun profil resmi
Dikkat çekici bir inceleme olmuş. Açıkçası bir kitabı okumadan bu kadar net bir şekilde anafikri kavradım.
Nympheutria okurunun profil resmi
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.