Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

502 syf.
8/10 puan verdi
·
15 günde okudu
Genco Marcel'in Önlenemez Düşüşü
Ön Not: Kitapların ön sözleri oluyor da incelemenin de ön notu neden olmasın değil mi sayın, pek sayın, en sayın okur? Şimdiden uyarayım bu incelemeyi üç şekilde okuyabilirsiniz ey okuyan ve okumayanlar. İncelemenin ilk bölümü kitaptan esinlenerek yazılmış bir kurmaca metindir. İsteyen o metni göz ardı edip direk incelemenin kendisine dalabilir. İsteyen sadece kurmaca metni okuyup, "Bir de bu herifin düşüncelerini okumaya ne gerek var" diyerek incelemeyi bay geçebilir. Son olarak da isteyen her ikisini de birden okuyup metnin uzunluğuna uzunluk katarak Nirvana'ya ulaşabilir. Ey okur, şimdiden iyi okumalar ya da okuyamamalar. ----------------------------------------------------------------- Duygularım, duygu, duy… Adım Marcel benim, gerçi ismim Mahmut, Marcio ya da Matthias olsa ve başka bir kültürde büyümüş olsam da hiçbir şey fark etmezdi tıpkı aşık olduğum kızların görünüşlerinin benim harikulade hayal gücümden tek tip çıktığı gibi. Çünkü benim bu yüce hassas gönlüm her toprakta, her coğrafyada çiçek açabilir tıpkı çiçek açıp ortalığa güzelliğini saçan genç kızların her toprak parçasında yetişebildiği, her ülkede tenlerinden yükselen o güzel rahiyayı verebildikleri gibi. Ben yalnızca kızlara değil sanatın her türlüsüne de ulvi bir aşkla bağlıyım. Ah Berma, onu tiyatro sahnesinde izleyeceğim sırada kalbimde hissettiğim o muhteşem ötesi duygular neydi öyle; gerçi oyunu izlerken Berma beni o kadar da etkilemedi ama olsun o salondaki alkışlar, oyunu izledikten sonra zihnime üşüşen düşünceler ne kadar da güzeldi. Sanata olan hayranlığım ister üstat Bergotte’un yazdıklarında isterse de Elstir’in resimlerinde, isterse de bir kilisenin vitraylarında olsun vuku bulurdu. Özellikle ah o kiliseler… Kiliseleri gördüğüm zaman kendimden geçerdim, o harikulade mimarileri, vitrayların bana gösterdiği imgelerle uhrevi bir limana demir atmış gemi gibi hissederdim kendimi. Arşı alaya ulaşmış hormonlarımla, pardon yanlış oldu güzel kızlara duyduğum sevgimle sanatsal duyarlılığım birleşirdi bünyemde. Combray olmuş, Balbec olmuş fark etmezdi benim için, önemli olan mekanın neresi olduğu değil kızların, pardon yine yanlış oldu -bugünlerde neden zihnim sürçüyor acaba- çiçeklerin havaya armağan ettiği o güzelim rahiyalarıydı. Ah Gilberte, seni ne kadar da sevmiştim güzeller güzeli Gilberte. Peşinden ne kadar koştum, evinize misafir olabilmek için ne kadar meşakkate katlandım ve senin yalnızca arkadaşın olabilmek için korku dolu ne kadar çok dakikayı geride bıraktım bir bilsen. Sonunda nihayete erip senin arkadaşın oldum ama bu da bana yetmezdi; sana duyduğum aşkın sönmemesi hep harlı kalması için senden uzak durmam, bir bahaneyle gururlu davranıp bu sefil hayatım sona erene kadar seni bir daha görmemem lazımdı. Öyle de yaptım ve sana olan aşkımı ölümsüz kıldım Gilberte. Senden sonra seveceğim tüm aşklarımın bir ruhuydun artık sen. Balbec günlerim… Büyükanneme duyduğum, ruhumun derinlerinden çıkıp zihnimin tüm kıvrımlarında dolaşan o muhteşem sevgim. Ve kızlar… Balbec bahçelerinde çiçek açmış harikulade güzellikte kızlar. Adı Albertine olmuş, Gisele olmuş, Andree ve Rosemonde olmuş ne fark eder. Önemli olan benim zihnimde yarattığım o sanatsal kız imgesi değil mi? Gözleri zümrüt yeşili olmuş ya da deniz mavisi olmuş ne fark eder, ben hayalimde aşık olacağım tek tip bir kız yarattım ve onun vücut bulmuş her haline aşığım. Ben adını saydığım tüm bu kızlara aşığım, ben aslında tüm güzel kızlara aşığım. Bu anlattıklarım, hassas bedenimi fazlasıyla yordu. Zaten roman dediğin de büyülü bir hayal alemi içerisinde, tıpkı şu an benim yaptığım gibi yatakta uzanırken yazılmaz mı sizce? Belki bir gün yazar olursam eğer, şu an yaptığım gibi yarı uykulu hülyalı gözlerle yazacağım romanımı. Ama şimdi bana müsaade, güzel kızları düşlerime alıyor ve gidiyorum uçsuz bucaksız Balbec sahiline… Hayatta tek amacı güzel kızların peşinden koşmak olan hormonları tavan yapmış şair ruhlu Marcel, güzeller güzeli Ayşe’nin peşinden ta İstanbul’a kadar sürüklendi. İstanbul’da daha önce eşine hiç rastlamadığı kadar güzel kızlara denk gelince, daldan dala, çiçekten çiçeğe, kızdan kıza atlayayım derken en sonunda kendini “Kadı”nın karşısında buldu ve bir güzel hapsi de boyladı. O sıralar netameli olan Osmanlı - Fransa ilişkilerinden dolayı bizim bahtsız Bedevi Marcel, ahlaka mugayir davranışta bulunmanın dışında, bir de Fransız ajanlığı suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Bu suçlamanın ardından zindana atılan Marcel’i bir bülbül edasıyla konuşturmak için Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden meşhur işkenceciler bol altın vaadiyle çağrıldı ve cümbüş de böylece Osmanlı Zindanında kızılca kıyamet başladı. Zindanın içerisinde elleri ve ayakları zincirlenmiş zavallı mı zavallı Marcel ve hemen yanı başında ellerinde kandillerle zebella gibi iki Osmanlı yeniçerisi duruyordu. Biraz sonra işkenceciler hep birlikte içeri girdiler. İşkenceciler konuşturma operasyonuna başlamak kendi aralarında kura çekti ve ilk sıra İrlandalı Leopold Bloom’a çıktı. Bloom, büyük bir tava içerisinde yağda böbrek kızartmaya başladı (Aslında, domuz böbreği kızartacaktı ama malum şu an içinde bulunduğu topraklarda domuza iyi bakılmadığından mecbur kuzu böbreği kızartıyordu) Nedendir bilinmez -işkencecinin hikmetinde sorulmaz- kızarttığı böbrek sayısı on sekizdi ve bunları teker teker Marcel’in yüzüne attı. Kızgın böbrekleri suratına yiyen Marcel, acıdan acım acım kıvranıyordu. İşkencecilerin arasındaki sorgu sualci, Fransız olmasından ötürü Meursault’ydu. Ve Meursault bağırdı: “Konuş ulan, konuşmazsan burada it gibi gebereceksin” Zavallıcık, kız sevdası yüzünden başına gelmedik iş kalmayan Marcel: “Abem vallahi billahi ben kimseye kötü bir şey yapmadım. Ben yalnızca yazar olma sevdasına kurban giden bir mazlumum be abi. Batsın bu dünya, bitsin bu rüya…” İşkencecilerde sıra Rus Raskolnikov’daydı. Yüz mimiklerinden herhangi bir kıpırdama yoktu. O an heyecanlı mıydı yoksa karşısında gördüğü insan artığına acıyor muydu bilinmez, tek bilinen onun yavaş adımlarla kurbanına doğru ilerlediği ve gözünü bile kırpmadan kerpeten gibi elleriyle onun boğazını sıkmasıydı. Sıktı, sıktı, sık sık da sık sık… Marcel’in yüzü kırmızıdan mora geçiyordu ki son nefesini vermeden boğazını bıraktı Raskolnikov. Aradan biraz zaman geçti, Marcel anca kendini toparlamıştı ki yine yeniden Meursault bağırdı: “Oğlum konuşsana lan” Zavallının sesi soluğu çıkmıyordu, yalnızca yüzünden sel gibi akan gözyaşlarıydı onun hayatta olduğunu kanıtlayan. Bu sefer konuşturma sıra Meursault’daydı. Kandilden yansıyan ışık, yeniçerinin kılıcından Mersault’nun gözüne yansıyordu. Gözüne yansıyan ışıkla birlikte yüzü boncuk boncuk terlemeye başladı ve gözleri hem terin hem de ışığın etkisiyle cayır cayır yanıyordu. İçinden birden bu işkenceyi bitirmek geldi ve silahını cebinden çekip karşısındaki genç adama doğrulttu. Parmağı tetiğin üzerindeydi, saniyeler saniyeleri kovalıyor ve zihninden bir sürü düşünce geçiyordu. “Ben bu çocuğu öldürsem ya da şimdi yaralayıp öyle konuştursam ne olacak ki, benim asıl derdim şu an yaşadığım heyecan duygusuna kapı aralamak değil mi? Her iş başındayken yaşadığım bunaltı yine içime çöreklendi. Sıkılıyorum kendimden, hayattan, öncesinde çok arzuladığım ama yaşarken bana pek de bir haz vermeyen heyecan duygusundan. Ne yapsam, ne yapsam… Geriye kalan son işkenceci Rus Peçorin: “Belli oldu, sen bir haltı beceremeyeceksin, siz Fransızlar anca birbirinizi koruyup kollarsınız” dedi ve Mersault’nun silahı kavramış elini tutup indirdi. (Peçorin pek tabii ki Rusça bağırıyordu ama -Allah’ın işi işte- Rusça bilmeyen Mersault ve Bloom ne dediyse şıppadanak anladı) “Nöbetçiler mahkumun ellerini hemen çözün, onunla düello oyunu oynayacağız” diye bağırdı Peçorin. Diğerlerinin gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldı. Marcel için küçük de olsa zindandan kurtulma şansı eline geçmişti. Yeniçerilerden biri, Marcel’in elleriyle ayaklarını çözdü ve eline Mersault’nun silahını verdi. Düello için altı adım sayıldı ve Marcel ile Peçorin karşı karşıya geldiler. Yeniçeri tarafından hızlıca para atışı yapıldı ve sonucunda ilk ateş etme hakkı Marcel’in oldu. Elleri ancak çiçek açmış kızlar için topladığı gül demetlerine alışık Marcel tir tir titriyordu silahla. Düelloya müelloya alışık olmayan yeniçeri şaşkınlıkla “Haydi destur ya Allah” diye bağırdı ve böylece Marcel’in de silahı ateş aldı. O heyecanla torlak Marcel, rakibini vuramamış, ıskalamıştı. Şimdi oyunda sıra Peçorin’deydi. Peçorin yüzüne haince bir gülüş kondurdu. Mersault ne kadar hiçliğe bulaşıp bulunduğu heyecanlı durumdan haz almadıysa, Peçorin’in ise tam tersine benliği hazla dolup taşıyordu. Çok acele etmeden, hazzın tadına vara vara silahını doğrulttu ve tam isabetle hedefini buldu. Ve böylece Arturo Ui’nin önlenemez düşüşü de finalle buluştu. ----------------------------------------------------------------- Bir pasta düşünün, en iyi malzemelerden yapılmış. Çikolatası Belçika'dan gelmiş, frambuazın en tazesi, en lezizi içerisinde. Fakat öyle bolca krema konulmuş ki üzerine yiyemiyorsunuz; pastacı büyük bir emekle yaptığı eserini yemenize izin vermiyor. Ne demek istiyorum, daha detaylı anlatayım. Kitabın daha ilk sayfasından sonra sayfasına dek sürüp giden pasta üstü fazla kremanın tek kelimeyle karşılığı "abartı". Kullanılan dilde, anlatımda, içerikte bolca bir abartıyla karşı karşıyayız kitap boyunca. Esasen baktığımızda kitapta usta işi bir edebi dil söz konusu ama romanda o kadar abartı var ki kullanılan bu dil ne yazık ki göz ve zihin kanatmaktan başka bir işe yaramıyor. Yazar, belki de Modern dönemden romantik dönemi yorumladığından hayran olduğu Balzac'ın edebi üslubundan daha da öte bir şey yaratmış. Fakat bu yarattığı eser ne yazık ki her şeyiyle fazla. Hayatın her yerinde olduğu gibi edebiyatta da kararında olmak önemli bence. Fazlalık yeri geldiğinde ağızda güzel bir tat bırakabilir ama bu lezzet kitabın her yerine sindiğinden ötürü ne yazık ki roman, muazzam tadından dolayı yenilemez bir pastaya dönüşüyor. Kitap ne içerik olarak çok yoğun, ne de anlatım biçimi olarak birden fazla tekniğe sahip. En başından sonuna kadar tek düze bir anlatım, yoğun bir yüksek edebiyat diliyle devam ediyor. Romanın ritmi hiçbir şekilde artmıyor, aynı tempoda ve aynı dille başladığı gibi bitiyor. Birinci kitapta çocukluğuna tanık olduğumuz Marcel'in gençliği de abartıyla yoğrulmuş durumda. İlk sevgilisi Gilberte'e, büyükannesine, Combray ile Balbec'e ve en son gördüğü her kıza duyduğu sevginin tek kelimeyle açıklaması, "abartı". Dediğim gibi bu abartma hali, kitabın bazı bölümlerinde yer alsa, belki anlatım çok daha güzel ve çekici bir hale gelebilir ama sayfalar boyunca bitmek tükenmeden devam ediyor bu durum. Kitap boyunca yaşının kaç olduğunu bilemesek de, Marcel belli ki hormonları tavan yapmış bir ergen. Romanda öyle bir anlatım söz konusu ki zannedersiniz, Homo ergenus sapiens türündeki gencimiz gördüğü her kıza yürümek yerine kızlar üzerine sanatsal çalışma yapıyor. Roman, uzunca yapılmış betimleme-benzetme-yazarın insana ve hayata dair görüşleri üçlemesinde ilerliyor. Bu üçleme sayfalar boyunca bozulmuyor. Bazı yerlerde çok güzel bir betimlemeye rastlıyorsunuz, tam ne kadar da güzelmiş derken anlatım o kadar uzun sürüyor ki ucunu bucağını kaçırıyorsunuz. Ya da yazarın son derece güzel bir fikrine denk geliyorsunuz, tam ne kadar da güzel, ben de aynı kanıdayım diyorsunuz ki fikir bir sayfayı bulmuş ve siz okur olarak ne söylenildiğini kaçırmışsınız. Bu roman öyle bir eser ki, kitaba günlerce ara verseniz ve tekrar herhangi bir sayfasından başlasanız herhangi bir yabancılık hissetmezsiniz. Hatta ayracı kitabın yanlışlıkla başka bir yerine koysanız ve oradan devam etseniz yine herhangi bir sorunla karşılaşmazsınız. Çünkü kitap görünürde farklı şeyler anlatsa da neresinden okursanız okuyun anlatım hep aynı, birbirine benzer şekilde ilerliyor. İddiamı hatta daha da ileriye götüreyim. Kitabı okurken metinden kopup zihniniz başka yerlere giderse üzülmeyin. Çünkü zihniniz tekrar kitaba döndüğünde herhangi bir şey kaçırmış olmayacak, tıpkı bir filmi ağır çekimde izlermiş gibi. Peki bu kadar eleştirdiğim bir kitaba neden ben, 8 gibi yüksek denilebilecek bir puan verdim. Çünkü, kitabın zayıf içeriğinden, yeknesak anlatımından ve abartılı dilinden hazzetmesem de bu kitap toplam 7 kitaptan oluşan ve yazarın on beş yıl emek vererek yazdığı, yaratmış olduğu karakterin çocukluğundan başlayarak yetişkinliğine dek bir zaman diliminde anlatan, adı edebiyat tarihine geçmiş son derece önemli bir serinin parçası. Her ne kadar ben hazzetmemiş olsam da hem anlatım dili hem de çevirmen Roza Hakmen'in kitabı Türkçe'ye aktarımı muhteşem. Bu seri, klasik edebiyattan hoşlanan, özellikle Fransız Edebiyatına hayran her okurun çok beğeneceği bir eserler bütünü. Ayrıca benim eleştirilerim sonuçta kendi öznel yargılarımdan oluşmakta. Bu öznel yargılar sebebiyle kitaba düşük ya da vasat bir puan vermeyi şahsen doğru bulmuyorum. Bu nedenle kitaptaki pürüzsüz anlatım ve bir serinin parçası olmasından dolayı romana -tıpkı ilk kitapta olduğu gibi- böyle bir puan vermeyi uygun buldum. Son Not: İncelemenin bir ön notu olduğuna göre, son notu da olması gerek ama değil mi? Serinin bana "beni bırak, beni bırak" diye seslenişine rağmen Proust'a devam ediyor ve Bombacı Mülayim tarzı incelemelerimle devamı yakında, çok yakında diyorum.
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Çiçek Açmış Genç Kızların GölgesindeMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20212,356 okunma
··
663 görüntüleme
Resul Bulama okurunun profil resmi
Turhan Hocam dolu dolu bir inceleme olmuş. Ben henüz Proust okumadığım için size neler yaptığını tam olarak bilemiyorum. Ama hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle silkelemiş olduğu kesin. Fırsat bulduğumda ben de Proust rüzgarına kapılacağım:) İncelemenizdeki birinci kısım son derece ilginç. Buradan bir kitap konusu çıkabilir. Kim bilir belki sizin kitabınızı da okuruz. Kapıldığınız rüzgarı izlemeye devam ediyoruz...
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Her ne kadar bana hitap etmese de dili son derece özel bir yazar ve çeviri de muhteşem. Ondandır ki hazır site de etkinlikte varken #38543676 okumak gerek.
Elif Osmanoğlu okurunun profil resmi
Kitabı az önce bitirdim ve kara kara nasıl bir inceleme yazsam diye düşünürken bir bakayım kim ne demiş diyerek soluğu burada aldım. Yazının tamamını keyifle okudum. Kurgu kısmının eğlenceli olması kitabın verdiği bunalımdan beni bir nebze olsun kurtardı ve kitap hakkındaki yorumlarına da noktası virgülüne katılıyorum. Ohhh... İnceleme yazmama gerek kalmadı:) Teşekkür ederim.
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Elif Hanım. Proust çok özel bir yazar ama bu serideki anlatım fazlalığı beni yedi kitap boyunca oldukça rahatsız etmişti. İncelemelerdeki kurgusal metinler de bir nevi içimi dökmeme vesile oldu.
Gamze Ö. okurunun profil resmi
Şimdi bu incelemeyi okuyan herkes kitap hakkında bazı yanlış fikirler edinebilir onu söyleyeyim:) Olay yalnızca aşk-meşk, sanat-sepet değil tabii ki. Niye yükleniyorsun bu kadar benim Marcel'ime yaa?? İtiraz ediyorum: Fransız edebiyatını, romantizm akımını pek sevmem zaten o türde kitaplar çok da okumadım. Hem edebiyatı bu şekilde kesin kategorilere bölmeyi de aşırı buluyorum. Proust okumuş ve sevmiş olan ben Proust'un etkilendiği Balzac'ı okuduğumda sevmeyebilirim. Bu gayet doğal herkes için de geçerlidir. Marcelciğime de çok yüklenme, okuma sen onu:) Joyce gözüyle Proust okunmaz! Şöyle de link bırakayım: listelist.com/james-joyce-ile...
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Yorumunuz ve link için teşekkür ederim. Son olarak krema diyorum başka bir şey demiyorum. Şimdi üçüncü kitaptayım, bakalım onu nasıl tamamlayacağım. Fakat şunu da söylemeliyim, üçüncü kitap iki kitaba oranla çok daha rahat bir anlatıma sahip. Bol krema olayı hala var ama miktarı azalmış durumda.
5 sonraki yanıtı göster
Elif Osmanoğlu okurunun profil resmi
Ben de araya bir kaç kitap sokup arınmak istiyorum.
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Kesinlikle öyle yapmalısınız.
Bu yorum görüntülenemiyor
İmge okurunun profil resmi
İnceleme çook güzel, çok güldüm:)) Bence çiçeğe, böceğe sayfalarca güzelleme yapan Proust yengeç burcu. İnsanı bunaltsa da kıskacına alıp bırakmıyor:)
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Güldürebildiğim için sevindim açıkçası. Vallahi aslında ben de yengeç burcunun son günü doğumluyum ve duygusal kısmım her ne kadar Proust'u sevse de kafasına kafasına Joyce baltasıyla vurmadan duramıyorum.
1 sonraki yanıtı göster
Emel okurunun profil resmi
Ellerinize sağlık. Kurmaca kısmı, biraz dağınık buldum. Sanırım iki kurmaca var değil mi? Anlatıcı birden değişti, ben şaşırdım ne okuduğumu. Teknik bir hata var o kısımda bana kalırsa- af buyrun. Seriye ben de başlamıştım, ancak elimde olmayan bazı sebeplerden dolayı hak ettiği vakti ayıramayacağımı anladigim için okumayı ertelemiştim. Ama beni tam olarak bağlayan bahsettiğiniz "bol krema" idi.
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Yorumunuz için teşekkür ederim. Kurmaca kısımda çift anlatıcı ve iki kısım var. Bir öyküşmüşçesine çok daha detaylı işleyebilir ve belki de daha doğru bir teknikle yazabilirdim ama hem bu kitaba özel yazdığımdan hem de incelemenin de ruhunu çok bozmak istemediğimden bu şekilde oldu aslında. Fakat yine de tekrar gözden geçirip, düzeltilebilecek kısımları varsa mutlaka elden geçiririm. Tekrar teşekkürler.
Liliyar okurunun profil resmi
Inceleme çok iyiydi, emeğine sağlık. Kurmaca metini pek sevdim ama seriye Eylül gibi devam ederim BELKI. :) Bu aralar nem çok, olmuyor. :))
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Haklısınız ne diyeyim ki. Ben dur duraksız devam, Eylüle'e kadar bitirmiş olurum diye düşünüyorum.
Kaan okurunun profil resmi
Incelemenizin ikinci kısmını okudum. Önsöz okumak ile pek aram yok kitaplarda da :) Güzel bir inceleme olmuş, emeğinize sağlık. Kitabı okumakta olan biri olarak eleştirilerinize sonuna kadar katılıyorum. Eleştirilerinizin geçtiği pasajlari okurken "Demek ki yalnız değilmişim," dedim kendi kendime.
Turhan Yıldırım okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Proust cidden çok enteresan bir yazar. Onu okumak anlatım şekli nedeniyle cidden zor ve zaman zaman çok sıkıcı.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.