Gönderi

Başımızı çevirip çarşı camiinin müezzinine kulak dayadık. Bağışlanamaz bir suçu affedercesine yine içli içli ezan okuyordu müezzin. Çaresi yoktu, bu kahırla ya bizimkilerden kopup diğerlerine katılacaktım ya da başımı peygamber yeşili bir seccadeye uzatıp selamete varacaktım. İlkinde en ufak bir ilerleme sağlayamamıştım. Bir türlü tam bir devrimci olamıyordum. Küçük Amca, uzaktan uzağa bana engeller çıkarıyordu sanırım. O kadar beklemiş ama elime bir şey geçmemişti. Devrimciler bir boka yaramıyordu. Sevdikleri bütün sakallı adamlar ölmüştü. Belki bana Allah yardım eder diye düşündüm o ara. O dertle camiye gidip gelmeye başladım. . . . Evimiz neden çatılı değil de toprak damlı, köyden gelen anneannem neden kitaplardaki yaşlı kadınlar gibi değil de üç etekli, ayağımda neden krampon görünümlü lastikler yerine gerçek kramponlar yok, neden amcamla ağabeylerimin eskilerini giyiyorum, neden tam bir devrimci olamıyorum, Allah'la benim aramda neden dar paçalı kumaş pantolonlular var diye sular seller gibi ağladım. Orada, içi koyun yünleriyle doldurulmuş yastıklara başımı gömerek uyuyakaldım bir zaman.
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.