Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

bilmediğim bir rabbin secdesine çağırırken beni suya inen gözlerin tedirginliği sanırdım onu. çünkü anlamazdı kimse raylar boyunca hıçkıran bir adamın bir boşluğa içinden konuştuğunu maraz gecelerini. çünkü yalnızlık eski kıbleydi doğu’da kendimizin kapısını çaldıkça başlayan küfrân. çünkü boşaltılmış köylere fısıltıyla bakan babam katarlar boyunca gözyaşı şişelerini görmezdi o, karın kapadığı rayları temizleyendi sadece yorulunca klarnet çalan, boş vagonlara. yürürüm diye düşünürken sebep oldum ona. gözlerim sarındığım yazlar için ıslakken onun sefer taslarında kaynamış taşlar, önünde, gidemediği arafat dağı solgun takvim yaprakları cebinde.. her akşam kurulan bir saatti babam. öldürdüklerinin de namazını kılan acıya vâkıf bir adam. sırtından kayan hırkasını okşarken bana yeter sanırdım içimdeki hayâ taşı. oysa herkes adak, her şey ses’ti doğu’da. bu sözle dirilip bu sözle yaklaşırdım sırtındaki hançere. babasız büyüyen babamın oğulsuzluğuna dokunurdum. ummam, diye düşünürken sebep oldum ona. (yaban olaydım gelirdim merhamet sathına içimdeki bu fazla yaldızı döker makas değiştiren trenlerin permilerine sığınarak uzak çocuklarıyla konuşurken hep sesi titreyen babamın ilmini anlardım o zaman: ey bulanık geçmiş, onun gam oğulları neden babalarla bu kadar sus çocuklar.) çırpınan bir saralının, durulduktan sonra dünyaya fırlattığı o mahzun bakış gibi, babasına halef olan her çocuğun bir şerden kopardığı parsa gün gelir ona da serap olur, diyendi babam. o zaman şakaklarımdaki parmaklar sâdık değildi kursağımda daralan bu sözün anlamına. çünkü lazım gelirdi ki hiç bir söz bizi töhmet altında bırakmasın ya da kurulanmasın çocukluktan arta kalan gözyaşları.. babam kuytu konuşur ve susardı. katrana bulanmış bir ağacın aleviydi o. dönmem diye düşünürken tavaf oldum ona. kıssalarla büyüyen bir yol eriydi babam yanlış bir hayatın doğrusunda ısrar. istasyon çeşmelerinin üşüyen suları gibi o fer gözlerden gideli çok o çorak toprak ezel birbirimizin ayazında bir ibre ve hata: her baba aslında bir imâdır oğluna. mevsimler, yıllar ve hayat ah, böyle böyle geldim huzura. çiğnedim babamın sancı sırtını gittim raylarda unutulan hikâyelerin kahrına. ben o dişi taşların oyuklarında duaydım artık. alışır, alışır, diye düşünürken merak oldum ona. kilitlenen dişlerimi açmak için bir sedâ kadına vardım sonunda. oysa, hummayla kıvranırken babamın yastığıma bıraktığı gazozlar gibi köpürmüştüm aşklara: başka biri seyrediyor gözlerinde sanki bazen kaç kişi - derdi o üzünç kadın. bir başıma geçerdim ölüm mülkü vefa topraklarını sabır çekerdim ağzımdan dökülen vedâ sularına. soluksuz bir sabahın ayazında uzun ve ıslak mühürlerle dönerdim sonunda. fermandır: babayla bozgun her çocuk hoyrattır elbet aşklarına. çünkü zamansız yolcuya susar kavşaklar. dedim, dedim ve revân oldum ona haddim bilsem, yorgun sazlıklardan bir hırka için geçmezdim. âh, anlardım: sokaklar evlerden de helâk. bütün gece yağmurda ıslanmış bir köpek gibi boynumu sebepsiz bir boşluğa uzatarak bir duvar dibine tüneyip konuşurdum elbet: babam neden bizden önce kalkardı sofradan.. ama artık geç bağışlanma dilemek ondan çünkü kara örtüler atılırken üstüme canıma kesilen paralar da hebâ. hiç gitmedim kendimden uzağa, diye düşünürken sıla oldum ona. göğü ne kadar hatmetsem varamazdım artık asayla yürüyen bir babanın efkârına. varamazdım, çünkü gördüm: yaşlandı babam bulanık sulara benzeyerek. silinmiş el yazmaları, boynundaki teslim taşı, her cuma evimizden çıkan yetim yemekleri kadar ferahtı giderek azalmış öfkesine.. laf körüğü dünya!  yaşlandıkça neden yalvaran kabirler gibi bakardı babalar. neden! diye düşünürken medet oldum ona. ezber bir dille uzandım sayfalara. umarsız tepeler, suyu azalmış hürmetler dolandım sabah ezanları kadar kimsesizdim artık. oysa nasıl da yalandı geçtiğim âyetler bunca küf, bunca batık ve sır neyi söylerdi marifet miydi sümbüllerle açılan sesimin örgüsü beni ehven-i şer’den öteye götürür müydü?  tâkatsiz dillerin esvâbını yırtan menkıbeler küllenen bir ocağın başına oturtup babama o giz sözleri söyletir miydi yeniden: günüm ve zamanım nerdeyse orda tamamım nerdeyse şer meleklerim orda hazırım.. rüzgarda dalgalanan bir perde kadar dokunaklıydı onca aleve susan babamın gözleri. bakmam diye düşünürken nişân oldum ona. yıllarla hatırladım: kazâ ve belâ ondan yanaymış eski zaman. kabuğuna alışmış bir yaraya yeniden ilişmenin hazzı gibi yaşlandıkça anılar ona yorgan: keçesine sarınıp dağları uyuttuğu şehri hınzır bir ıslıkla geçtiği gençliğinin haram günleri. ürperdikçe ağlayan babam.. ne bir şarkıya nefes kaldı onda ne rabbin dağlarına heves. bütün çocuklarına gizli gizli ağlayan bir kolun sancısı oldu zamanla. sabaha karşı, mağlûp trenlerin sararmış istasyonlara yanaşması gibiydi babam. herkesin kulak kesildiği bir salâ oldu sonunda. unuturum diye düşünürken mürekkep oldum ona: artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan yüzüne bakınca duydum ancak: anneler erken ölümlerine yakın sevilir babalar.
Kemal Varol
Kemal Varol
·
39 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.