İşte bu yüzden aşk/sevgi, gerçek insanlara ve gerçek dünyaya duyulan sevgi/aşk, etiğe alternatiftir.
Fiiliyatta olan her şeyin iyi olduğunu söyleyemem. Ancak olan her şeyi var olduğu için ve varlığı içinde
sevebilirim, o bana muazzam acılar verse ve hatta beni intihara bile sürüklese, yine de sevebilirim.
Kardeşimin katline zemin teşkil etmiş olsa bile, dünyayı sevebilirim. Altı milyon Yahudiyi gaz odalarına
göndermiş bile olsa, dünyayı sevebilirim. Onu sevmiş olmaktan dehşete düşmüş olsam bile (ki
düşerim, düştüm de), dünyayı sevebilirim. Dünyanın aman vermez tikelliği, verdiği büyük acılar
sevmeye bir çağrıdır ve onun çağırdığı sevgi/aşk derin ve ebedidir. Biz ancak tikel olanı sevebiliriz, ve
biz tikel olanı tikelliği içinde yaşarsak ancak gerçekten sevebiliriz. Her gün sıçtığını bilirim ama seni
severim. Sana bağırıp çağırırken bile seni severim. Seni ancak "hatalarının" ayrımına vardığım ve buna
rağmen sırtımı dönmeyip seni olumladığım oranda severim. Benim de, Bataille'ın anlattığına benzer,
dünyayı, içinde kendimi kaybetme noktasına gelecek kadar sevdiğim anlar vardır ve bunlar her zaman
doğrudan kötülüğe baktığım, benim değerlerimi zerre kadar göz önüne almayan gerçekliği yaşadığım
anlar olmuştur. Nietzsche şöyle der: "Sevgiden/Aşktan yapılmış ne varsa her zaman iyinin ve kötünün
ötesindedir."4
Yani, dünyayı, bana en zor gelen parçalarını, beni en olmadık gerçekliğiyle köşeye
sıkıştıran parçalarını yaşadığım oranda severim, ve en çok da o anlarda severim.