Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

779 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Test Aşamasındaki İsa
"Sevgili prens, bu dünyada cenneti yakalamak öyle kolay değildir. Oysa cenneti yakalamaya çalışıyor gibisiniz… Zor iştir cenneti yakalamak prens, o güzel kalbinizin sandığından zordur." *** i.hizliresim.com/DOdBRl.png Holbein'in Ölü İsa'nın Mezardaki Bedeni tablosu Dostoyevski, eşi Anna ile birlikte Basel'de bir müzeyi gezerken Dostoyevski bu tablo önünde adeta donmuş kalmıştır. Uzun uzun bu tabloyu seyretmiştir. Tablo Dostoyevski'yi o kadar etkilemiştir ki Anna, eşinin yeni bir sara nöbeti geçirmesinden endişelenmiştir. Sonra Dostoyevski eşine "Bu tablo insanın inancını kaybetmesine neden olur." demiştir. Peki bu tablo Dostoyevski'yi neden bu kadar derinden sarsmıştır? Bugünden sonra yazacağı eserlerinde inanç- inançsızlık çatışması kendisini olabildiğince hissettirecektir. Budala'da İppolit, Ecinniler'de Kirilov ve Karamazov Kardeşler'de İvan Karamazov karakterleri bu çatışmanın inançsızlık boyutunun yüzleridir. Ecinniler'i okumadığım için henüz Kirilov hakkında bir şey diyemiyorum lakin İppolit ve İvan Karamazov karakterleri ve genel olarak yazarın eserlerindeki tanritanimaz taraftaki karakterlerini Dostoyevski, en dip psikolojik hallere sokar. İppolit karakteri henüz on sekiz yaşında bir gençtir. Veremdir. İçine kapanık diyebileceğimiz bir yapıdadir. Dönemin popüler akımlarindan etkilenerek geleneksel Rus yapısından uzaklaşmaya başlamış, adeta boşlukta sallanan bir karakterdir. Ancak Dostoyevski bu kategorideki karakterlerine eserlerinde inanç tarafındaki karakterleri karşısında mutlak bir 'mağlubiyete' uğratmaz. Hatta İvan olsun İppolit olsun bu karakterlerin kitapta olduğu yerler eserlerin en etkileyici noktaları olmakla beraber insanın aklında değindikleri hususlarla derin sorgulamalara yol açarlar. Belki de Dostoyevski okurlarının kendisi ile beraber bunları sorgulamalarini ancak üstünlük duymadan sorgulamalarini istemiş olabilir. Dibi görelim ve İsa'nın ışığı ile hep beraber yukarıya, göğe yani Baba'mıza yukselelim diyor olabilir Rus halkına. Kitapta bu tablonun geçtiği yeri ve üzerine bir şeyler söylemeden evvel karakterlere biraz deginmeliyiz. Prens Mişkin nam-ı diyar Budala, sara hastalığı olan ve bununla beraber oldukça saf, çabuk kanan, çabuk da affeden ancak aptal olmayan aksine zeki bir karakterdir. Uzun yıllar İsviçre'de tedavi görmüştür. Büyükler tarafından sürekli Budala denilerek küçümsenir ve kendisi de daha çok çocuklarla iyi anlaşır. Nitekim doktoru Şneyder de kendisine çocuk ruhlu olduğunu ve kaç yaşına gelirse gelsin böyle olacağını söyler. Prens, içten içe sevgi duyduğu ancak tam manasıyla tanımadığı memleketi Rusya'ya döner. Trende Rogojin ve Lebedev ile tanışır. Prens, Rusya'da tek akrabası olan bayan Mişkin'i bulur. Bulur bulmasına ancak kendini adeta bir timarhanede bulmuş gibidir. Ve anında soluğu Nastasya Filippova'nin evinde bulur. Nastasya, Rogojin ve Gavrila arasında evlenme tercihini açıklayacaktir. Ancak adeta bu kişiler ve aileleriyle oynamaktadir Nastasya. Prens de Nastasya'dan etkilenir ve aşık olur diyebiliriz. İlk kitap Nastasya'nin işin içine Prens'i de dahil ettiği kaos ile noktalanır ve Rogojin ile ortamı terk eder. Bu sırada Prens mirasa konmuş ve zengin olmuştur. Bundan sonra da kitabın bir ayağında Prens, Nastasya ve Rogojin arasındaki aşk veya tutku ilişkisi seyrederken diğer ayaklarında ise eserin, diğer aileler ve karakterler üzerinden soylu tabakanın durumu, sıradan halkın durumu, dönemin etkili akımları olan liberalizm, sosyalizm, nihilizm, tanritanimazlik ve daha köklü akımlar Katoliklik ve 'gerçek' Hristiyanlık konuları işlenir. Dostoyevski, tüm bu ayakları birbirine geçirerek adeta çözülmesi imkansız bir düğüm haline getirir ve okuyucuya bu ruh halini verir. Bu arada baş karakteri Prens Mişkin'i ise idealize edilmiş bir insan gibi sunar ancak bu idealize edilmiş insanın henüz test aşamasında olduğunun hissini verir, onu içine düşürdüğü akıllara ziyan hallerle. Sonuç olarak görürüz ki Prens Mişkin ne İsa'dır ne Don Kişot... Tekrar Holbein'in tablosuna dönecek olursak, Prens Mişkin bu tabloyu Rogojin'in evinde görür ve Dostoyevski'nin eşine söylediği sözü o da Rogojin'e söyler: "Bu tablo insanı dinden çıkarır." Kitapta bu tablodan tek etkilenen Prens Mişkin de değildir, İppolit de bu tabloyu görür ve çok etkilenir. Burada Rogojin adeta inanç(Prens Mişkin) ve inançsızlığı(Ippolit) tabloda birleştiren unsur vazifesi görür. Tabi eserde tek bulunma gayesinin bu olduğunu söylemiyorum. İppolit, Prens'in doğumgünü partisinde uzun mektubunu ya da veda sözlerini okur. Burada İppolit, bir yandan da veryansin eder: Anlasilmamaktan bikmis bir izlenim verir insana, ayrıca içinde bulunduğu veremin de etkisiyle çevresinde zor şartlar altında yaşadığını ve umutsuz halde olduğunu söyleyen insanları da anlayamadigini, önlerinde hayatın olduğunu ve her şeyin kendi ellerinde olduğunu söyler. Sonra tabloya getirir lafı: İsa'nın tabloları genelde acılar içinde gösterilse de onun kutsaniyetini ve tanrısallığını da odak noktasına koyarak insanda adeta bunu hissettiren eserlerdir. Ancak bu tabloda İsa her türlü kutsalliktan ve de Tanrisalliktan uzaktır. İppolit onu örümceğe benzetir. Ve bu kendi bu şekilde aciz duruma düşmüş İsa mı Lazarus'u diriltmistir, diyerek Hristiyanlığın mevcut temel doktrinine dinamiti yerleştirir. İppolit sonra gece bir olay yaşadığını ve 'son inanç' dediği inanca sahip hale geldiğini söyler. Ancak bu örümceğin kutsal olduğu yerde yapacağı en iyi şeyin intihar etmek olduğunu dile getirir. Ancak orda kendisini dinleyen hiçkimse onun intihar girişiminde bulunacagina inanmaz ve onu ciddiye de almazlar. Bu noktada Dostoyevski Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'ünü okumuş olsa belki de Ippolit'e "Ben bu kulaklara göre ağız değilim" sözünü soylettirebilirdi diye düşündüm. Ayrıca Dostoyevski'nin yazarlık kariyeri boyunca hedeflerinden biri olan 'anlasilabilmek' hissi Ippolit'te başarısızliga uğramış da diyebiliriz. Neyse ki Dostoyevski hayatının sonlarına doğru bir yazar için en büyük mutluluk kaynaklarindan biri olan anlaşılmayi başarmış. Prens Mişkin'i test aşamasındaki İsa olarak söyledik, bu test aşamasındaki idealize edilmiş İsa'nın akıllarda kalması gereken bir monologu da Katoliklere getirdiği elestirilerdir. Ortamda bir kişinin anlattığı hikayede bir kişinin Katoliklige geçtiğini demesi üzerine herkesi şaşırtarak bir anda heyecanlanip kitap boyu süren safligindan sıyrılan Mişkin, Katolikligin gerçek Hristiyanlık olmadığını söyler. Papa elinde adeta yozlastirildigini, halkın ezildigini söyler ve sosyalizmin bir tür Katoliklik olduğunu söyler. İkisinin de insanları dinden uzaklastirdigini ve tanritanimazliga götürdüğünu ifade eder. Evet bu Dostoyevski açısından büyük bir sorundur. Bence Dostoyevski'nin bu kadar inançlı olmasında en önemli etken de Tanrısız dünyanın bir kaos olacağını özellikle de Rus halkı için tam bir felaket olacağını düşünmesidir. Dönemin bu akımlarina kapilanlarini eserlerinde hep kökünden kopmuş aykırı yapılar olarak tasvir eden Dostoyevski her defasında çözümü, sıradan Rus halkının saf İsa inancinda bulur. Kitabın bir yerinde eski devirlerde geçen bir hikayeyi anlatır Lebedev, türlü kötülükler yapmış bir kişi dönemin cezalarından olan yakilmaya ugrayacagini bile bile vicdanını dinleyip teslim olur. Onu bu karara yönelten ruh nedir? diye sordurulur okuyucuya. Nitekim çocuğunu emziren Rus kadının çocuğuna duyduğu saf sevgide ve de özetle sıradan Rus halkindaki onları bir kokte birleştiren ruhun ne olduğunu sordurur okuyucuya ve tabi ki Dostoyevski'nin cevabı, İsa'dır. Ama bu biraz Dostoyevski'ye özgü bir İsa gibidir. Ama bu İsa Prens Mişkin değildir. O testi geçememistir. Kitapta görünürde geçen aşk hikayesi hatta üçgenine deginmedim. Bence o salt görünürde sergilenen bir buz kütlesidir. Buz kütlesinin altı hepimiz biliriz ki daha büyüktür ve Dostoyevski'nin ne anlatmak istediğini de bu alt tabakada aramak gerekmektedir. İncelememi de bu istikamette yazdım. *** “Avrupa hayranlığını bırakalım artık, aklımızı başımıza toplayalım. Burada her şey, bütün bu yurtdışınız… bütün bu Avrupa’nız… hepsi hayal bunların, yurtdışındaki biz Ruslar da hayalden başka bir şey değiliz… unutmayın bu dediğimi ileride görüp anlayacaksınız!” Keyifli okumalar.
Budala
BudalaFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201225bin okunma
··
190 görüntüleme
Murat Ç okurunun profil resmi
İnceleme yazacak pek vakit bulamıyorum bu aralar. Ama okuyacak vakit buldum. :)) Sonlara doğru bir buz kitlesi var, o kütle mi kitle mi? İncelemeyi okuyan kitap öncesi bilgi ile dolacaktır, tavsiye ediyorum incelemeyi. Ben de daha okumadım kitabı o yüzden fikir oluşması açısından iyi oldu. Teşekkürlerimle. :)
Kaan okurunun profil resmi
Rica ederim. Kütle olacaktı. Klavyenin azizligi olmuş sanırım. Teşekkür ederim, duzelteyim onu :) İncelemenin faydali olmasına sevindim :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.