2017 yılında babamı kanserden kaybedince, hastalığın aslında ne olduğuna, insanoğlu olarak biz niye bu durumdayız bu hastalığın geçmişi nedir diye birçok soru sormaya başlamıştım kendi kendime. The Economist'te çıkan bir makalede gözüme çarptı Siddharta Mukherjee ve Kanser'in Biyografisi adlı kitabı. Birkaç kitap evine kitabı sorduktan sonra “o kitabı yok ama bu kitabı var diye” bir cevap aldım. İsmi “Gen: Hayli Kişisel Bir Hikâye” idi. O an ısınmıştım kitaba ne anlattığından önemsiz olarak. Çünkü benim de kitap arama hikâyem hayli kişiseldi. Kitap hem isminden hem de boyutundan dolayı size bir hayli zorlu gelebilir. “Hem bilimsel hem de uzun bir kitap” diye düşünebilirsiniz haklı olarak. Fakat yazar Mukherjee’nin müthiş dili sizi bir dakika bile sıkmadan kendi hikâyesinden başlatıp evrim ve gen biliminin her bir noktasında inanılmaz bir yolculuğa çıkartıyor. Darwin’le Galapagos adasına giderken, Mendel’in bezelyeleri ve inanılmaz sabrına aynı zamanda da bu kadar çabasının takdir edilmemesine şahit oluyorsunuz. Günümüze geldikçe DNA, RNA sarmallarına giriyoruz ve genetik hikâyenin sadece yazarın ailesi ile ilgili değil her birimiz için hayli kişisel olduğunu görüyoruz. Okurken keşke lisede biyoloji derslerini görmeden okusaydım dediğim çok an oldu açıkçası. Her sayısal öğrencisine zorla öğretilen Mendel, Watson-Crick gibi isimlerin aslında ne zorluklarla neler başardığını hiç de sıkıcı olmadan sayfalarca okuyarak öğrenmiş oldum.