Kimi romanların içine misafir olan alıntıları, edebiyat derslerinde ‘’İkinci Yeni’’ ler kendi söyleyişiyle ‘’Sivil Şiirciler’’ arasında geçen ismi ya da bazı dergilerde rastladığım birkaç dizesini saymazsam, Ece AYHAN ile yeni tanıştım diyebilirim.
Şiir zevki Atilla İLHAN’ın ‘’ Gözlerin gözlerime değince - felaketim olurdu ağlardım…’’ dizeleri kadar net, Neşet ERTAŞ’ın ‘’ Ağarsa saçların, belin bükülse- Yine taze fidan dalımsın benim…’’ diyen dizeleri kadar sade ve olduğu gibi olan benim için; ‘’ İntihar karası bir fayton, Orta Çağ’da gözleri tebeşirle çizilen bir güvercin, dudaklı penceresiz bir deniz, toprağa gömülen bir karınca taciri, pandomima sahnelerine düşen kanto ağacı, taç yapraksız bir öğlen uykusu…’’ gibi bol metaforlu Ece AYHAN dizeleri, kirazların arasına karışmış vişne tadı gibi oldu. Meyve olarak tüketemeyeceğim ama reçelde bayıldığım bir vişne tadı gibi. Yani hangi duygunun ve modun yanında sunulduğuna bağlı olarak değişkenlik gösterecek sevdim-sevmedim arafında bir yere konumlandı Ece AYHAN şiiri benim için.
“Kimsesizlerin, sokaklarda yaşayanların, açların ve parklarda barınanların, dışlanmışların, orta ikiden ayrılanların, kabadayıların, berduşların, kısacası tarih dışına düşürülen lümpenlerin yanında rahat ediyorum ben.” diyen şair, tüm marjinalliğiyle ilgiye ve okunmaya değer.