Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

120 syf.
5/10 puan verdi
Aykırı, basit ama anlaması zor; kısıtlı ama sağlam bir okur kitlesi bulunan eserlere bakışım eserin istikametiyle alakalı. Eser eğer o kadar garipliğe rağmen nefsani gıdıklamalardan başka bir şey sunmazsa hiçbir değeri kalmıyor gözümde. O kadar garipliğe rağmen bir şey dahi anlatabilmişse kayda değer hale geliyor. Tabii, öte yandan da, tüm bunlardan bağımsız bir şekilde, içimdeki meraklı beni sürekli dürter. Der ki, oku, beğenirsin belki ve o özel kulübe katılırsın. Çok az kişinin anlayabildiği şeyler üzerinden büyüklenirsin ve kibir abidesi olursun. Tamam, son dediklerimi demiyor içimdeki. Sadece diyor ki, farklı bir tat denersin, hem belki bu denli benimsenmesinin nedenini de anlarsın. İsminin içinde kedi barındırmasıyla beni kendine çeken bir kitap Kedilerin Dili. Kitap hakkındaki “Amanın ne kadar da güzel, ne kadar da keyifli, ne kadar da modern masalcı!” yorumları vesilesiyle, bu kitap okuyacaklarım listesine girdi. Farklı bir okuma tecrübesi olduğunu bu yazının ilk paragrafında belirtmekle beraber, kitabı iyi bir yazarın keyfince yazması olarak değerlendiriyorum. Aslında kitabın ilk hikâyesi olan Hikâyeci Zebra, kitabı ve yazarı ele verir nitelikte. Bu hikâyede Zebraca konuşan bir Siyam kedisi (evet, farklı bir okuma olduğunu bu yüzden ilk paragrafta belirttim), Zebraca konuştuğunu gören zebraların şaşkınlığından istifade edip onları avlamaya başlıyor. Çok zebra ölmeye başlayınca, zebralar kedinin gezindiği o ormana gitmez oluyor. Sonraları zebraların hikâyecisi, zebralara ne hikâye anlatsam diye düşünürken, aklına Zebraca konuşabilen bir Siyam kedisinin hikâyesini anlatmak geliyor. “Hepsini kahkahaya boğacak!” (sf. 16) diye düşünüyor. O sırada zebra bizim avcı Siyam kedisiyle karşılaşmasın mı! Kedi Zebraca konuşuyor, zebra ise diğer zebraların aksine buna şaşmıyor, çünkü bunu zaten kafasında kurmuş. Sonra zebra şöyle bir kediye bakıyor ve kedinin bakışlarında sevmediği bir şey görüyor. İndiriyor çiftesini ve kediyi öldürüyor. Bu noktada yazarın hikâyedeki son cümlesi dikkat çekici ve aslında yazının temel dayanağını oluşturacak: “Hikâyecinin vazifesi budur işte.” (sf. 16) Bu hikâyeyi ilk okuduğumda, diğer hikâyeleri merak ettiğim için fazla düşünmemiştim üzerine aslında. Ama kitabı bitirip bu hikâyeye geri dönünce, yazarın bir buçuk sayfada bütün poetikasını hikâyeleştirdiğini düşündüm. Peki, bu anlayış ne biçimdir? Öncelikle, zebraların hikâyecisi, hikâye fikrinin ne kadar güzel olduğunu zebraların bu hikâyeyi dinlediğinde kahkahalara boğulacakları üzerinden değerlendiriyor. Bu da esas yazarımızın diğer hikâyelerinde de göreceğimiz üzere okuması keyifli ve mizahi yönü kuvvetli tarzının sebebini açıklıyor. Kimi zaman bu hikâyeleri fıkra okur gibi okuduğumu dahi söyleyebilirim. Yazar durum komiğinden ziyade gerçekliği istediği gibi eğip bükerek okurunu şaşırtıyor ve güldürüyor. Yazar, İngilizcesi “suspension of disbelief” olan, Türkçe olarak ise “anlatılanı kabullenme” olarak çevirebileceğim okur algısının üzerine oynuyor genellikle. Misal, kitaba ismini veren “Kedilerin Dili” hikâyesinde, kedilerin de kendilerince bir dili olduğuna dair bir gerçeklikten sesleniyor yazar bize. Eyvallah deyip devam ediyoruz. Bu dili çözmeye çalışan bir bilim adamının peşinden bir serüvene atılıyoruz. Bilim adamı, çözüyor çözmesine dili; ama Siyam kedisinin söyledikleri onu dehşete düşürüyor. Meğerse kedilerin koca bir medeniyeti varmış da, insanoğlu kedilerin işlerini görmesi için icat edilmiş de… Kedi, eğer istediği şeyler yapılmazsa tüm insan ırkının sonunu getireceğini söylüyor. Bilim adamı derdini anlatmaya çalışsa da kimseyi inandıramıyor. Sonra gidebildiği en uzak yere kaçıp kedi cinsinin elinden tatmayı beklediği ölümünü ertelemek istiyor. Bu noktada yazar inşa ettiği bu gerçekliği alt üst ediyor. Meğerse, Siyam kedileri deliymiş. Onlar anca miyavlarmış. İnsanlığı yok edecekleri filan, bunlar hep yalanmış. Yazar eğip büktüğü gerçekliğe sonradan bir darbe daha vuruşuyla okuru daima diken üstünde tutuyor bir bakıma. Kurgudaki ters köşeler okuru hüsrana uğratmaktan uzak; çünkü zebraların hikâyecisinin de düşündüğü üzere, bu hikâyelere gülüp geçeceksin işte. Tabii bu gülüp geçme, işin bir tarafı sadece. Bu eğlenceli hikâyeler, her ne kadar uçuk olsalar da, gerçekliğe temas ediyorlar. Bunu Zebraca konuşan Siyam kedisi hikâyesi kurgulayan zebra üzerinden görüyoruz. Hikâyenin kendi gerçekliğinde sahiden de bu tür bir Siyam kedisi var çünkü. Hikâyede “Hikâyeci zebra, bir kedinin kendi dilinde konuşmasını duyunca tepesi atmamış çünkü o sırada tam da bunu kurgulamaktaymış.” der yazar. Bu ifade, yazarın kurgusuyla günceli yakaladığına dair bir işaret. Ama zebraların hikâyecisi bu hikâyeyi kurgularken bu kedinin bu yolla zebraları öldürdüğünü -en azından metinden hareketle- kurgulamamış görünüyor. Bu noktada “hikâyecinin vazifesi”ne geliyoruz. Hikâyeci zebra, Siyam kedisini onda sevmediği bir şey gördüğü için öldürüyor. Burada, hikâyeci, geleceğe dair derin bir sezgiye sahip ve buna göre harekete geçen bir aktör olarak resmediliyor. Baştan alalım. Yazar kafasında bir kurgu oluşturur. Bu kurgunun beğenilip beğenilmeyeceğini komikliğiyle ölçer. Bu kurgu farkında olmadığı bir gerçekliğe temas etmektedir. Bu gerçeklikle karşılaşınca yazar afallamaz. Yazar, kurgusundan hareketle sahip olduğu sezgi sayesinde, kötü bir akıbete (ölüm) karşı kendini korur. Yani, hikâyeci, kurgu da olsa, hakikate işaret eden bir şeyler anlatan ve bu sayede kötülüklere karşı, sezgisel dahi olsa, korunabilen ve -burası benim eklemem olacak- koruyabilen kişidir. Yazarın anlattıkları, sadece gerçekliği resmetmez, aynı zamanda kendini veya başkalarını kötülüklerden alıkoyar ve hatta bunları yaparken da okurunu eğlendirir. Eğer yazarımızın anlatmak istediği buyduysa, hiçbir itirazım yok. Bu noktada artık sorulması gereken soru, yazarın bu kitaptaki hikâyelerle bunu başarıp başarmadığıdır. Bunun cevabını vermek kolay değil. Çünkü diğer hikâyelerde çoğunlukla mizahi unsur ön planda ve her hikâyedeki acayip gerçekliği yukarıdaki yorumlar üzerinden çözümlemek pek kolay değil. Bazı hikâyelerin neye işaret ettiğine dair hiçbir fikrim yok. Bu durumlarda yazarın keyfince yazdığını düşünmeden edemedim. Kitabın en sonuna yerleştirilmiş “64 adet hikâye başlangıcı” da bu dediğimi doğrular nitelikte. Yazarın aklına acayip bir fikir gelmiş, birkaç cümle yazmaya başlamış ama devam etmemiş ya da edememiş. Elbette bu birçok yazara olur; ama Holst’un bunları kitabına dahil etmiş olması, yazarın bu renkli dünyaların sunacağı mesajdan ziyade okurunu ne kadar eğlendirebileceğine odaklandığını gösteriyor bana. Çünkü tüm bu gerçekliğe temas, geleceği sezme ve ona göre davranma argümanlarının arasında, “Bu hikâyelere gülüp geçeceksin işte.” söylemi ağır basıyor. Yazar kimi hikâyelerinde -kısa veya uzun- renkli ve derinlikli dünyalar sunabilmesine rağmen, çoğunlukla freni boşalmış kamyon gibi yazılmış hikâyeleri de var. Sebebi de bu gülüp geçme argümanına dayanıyor sanki. Bu yüzden, belki de bu kadar yazmaya gerek yoktu bu kitap hakkında. Farklı ve eğlenceli ama çoğu zaman da yazar neden yazmış ki böyle şeyler diyeceğiniz bir kitap deyip geçebilirdik. Bir de o bahsettiğim 64 başlangıçtan şu aşağıdaki cümleyi ekleyip, hoşunuza gittiyse bir bakın deyip incelememizi bitirebilirdik: ““Senin yazdığını sandığım için sana bir şey söylemekten çekiniyordum.” Konuşan, adamın ilham perisiydi.” – sf. 103
Kedilerin Dili
Kedilerin DiliSpencer Holst · Dedalus Yayınları · 2017118 okunma
··
84 görüntüleme
zeyneb okurunun profil resmi
Zihnim aksi bir derinliğe ulaşıncaya kadar yazar hakkındaki fikrim sizinki gibi olacak sanıyorum. Rica ederim. 1k da emek verilen bir inceleme görmek oldukça güzel. Umarım yazdıklarınız daha çok kişiye ulaşır. Incelemelerinizi ilgiyle takip edeceğim. Keyifli okumalar, hayırlı akşamlar dilerim.
zeyneb okurunun profil resmi
Kedilerin Dili okuduğumdan bu yana 1k da takip ettiğim kitaplardan biri. Sayfama kitapla ilgili uzunca bir inceleme düşünce epey heyecanladim doğrusu. Çünkü kitabı okumayı bitirdiğimde kafam o kadar allak bullak olmuştu ki, baştan sona tekrar okumuştum. Ve okumadan once yazar hakkinda yazılan; şahane, super vb. yorumlarından sonra kitabı bitirince, zihnimde beğenip beğenmeme noktasında bir yere oturtamamıştım. Yazarın gerçekten tuhaf bir kafası var. Özellikle sizin de uzun uzun bahsettiğiniz ilk öyküyü sanırım bi beş on defa okuyup kafam karışmış bir şekilde, arkadaşıma da okutup yorumlamasını istemiştim. Onun da tepkileri benimkiyle aynıydı. Suratta tuhaf bir sırıtma :) hasıl bu adamda bir şeyler var, hem de uçlarda bir şey var ama biz çözemiyoruz sanırım deyip baya bir konuşmuştuk öyküleri üzerine. Büyük keyifle okudum incelemenizi de. Kafama takılan birkaç noktaya ışık oldu fikirleriniz. Emeğinize ve düşüncenize sağlık. :)
Hakan Osman Çaldağ okurunun profil resmi
İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Bu kitap farklı kesinlikle; ama yazarın eğlenceli bir şeyler anlatma arzusunun anlamlı bir şeyler anlatma niyetinin önüne geçtiğini düşünüyorum. Bir meddahın bol övgü alıp bir sonraki gösterisinde işi abartması gibi bir şey benim gördüğüm.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.