Yazarın Simyacı'dan sonra okuduğum ilk kitabı.
Zahiren bir eksiği, derdi yokmuş gibi gözüken genç bir kızın intihar girişimi sonrası yattığı klinikte başından geçenler etrafında delilik, velilik, Tanrı, adalet, ölüm ve yaşama dair felsefi sorgulamalar bolca karşımıza çıkıyor.
Tanrı, elbette değiştirilmiş İncil'in aciz ve zalim tanrısı.
"Tanrı varsa bu dünyayı erken terk etmeyi seçen yaratıklara karşı cömert davranacaktır, hatta bizi burada vakit harcamaya zorladığı için özür bile dileyebilir."
"Mari bir avukat olarak o çifti (Adem ve Havva) savunacak olsa hiç kuşkusuz Tanrı'yı idari ihmalle suçlardı."
Bu iki çarpıcı örnekte gördüğümüz gibi, kendisiyle bağ kurması zor, klasik batılı bir Tanrı algısı. Nietzsche'nin ölüm fermanını imzaladığı yahut batılı insanın kendi hayatında öldürüp de "Nietzsche öldürdü" diye kendi vicdanlarını rahatlatmaya çalıştığı Tanrı.
Baş kahramanımız Veronika'nın kısaca psikososyal tahlilini yapmak gerekirse; kapakta genç, güzel ve erkeklerle gezip tozan bir kız olarak tanıtılıyor bize. Halbuki sayfalar ilerledikçe görüyoruz ki oldukça kırılgan, aile ve toplum tarafından bastırılmış, bir türlü kendi olamamış -bundan utan(dırıl)mış-, piyano bile ileride evleneceği adam çevresine hava atabilsin diye öğretilmiş bir aile/toplum yapısı... Bu bastırılma haliyle kitap boyunca dışa "boşalıyor". Çünkü artık mazereti var: Asabi ve deli o.
Farklı karakterler ağzından deliliğin ne olduğuna dair de bir şeyler söylüyor kitap: Bir yerde "kendi dünyasını yaşayan ve başkalarından farklı olan herkes" deli olarak tanımlanırken başka bir yerde "aynı kuyunun suyunu içmiş olan, her aynı şeyi yapan ve birbirine benzemeye çalışanlar" deli olur. Başka bir yerde deli olmak, yabancı bir ülkede dil bilmediği için iletişim kuramayan ve yardımsız, çaresiz insanlara benzetiliyor. Hatta deliliğin ermişlik yolunda bir ön koşul olduğu yahut Sufi üstad Nasruddin'e imrenmeyle atfedildiği gibi deliliğin (numarasının) topluma normalde söylenemeyen ama söylenmesi gerekenleri söyleme noktasında oldukça faydalı bir araç olduğu ortaya konuyor.
...
"Normallik fikir birliğinden başka bir şey değildir."
...
"Gerçeklik nedir?
Çoğunluk ne diyorsa odur."
Bu belki de kitabın en vurucu tespitlerinden biri. Modern çağların belki de delirme sebeplerinin en birincisi. Tüm o kişi hak ve hürriyetleri kılıfında saçmalık, hak ve adaletten yoksunluk hâli; aslında bildiğimiz intihar sebeplerinin en başında gelen hissiyat olan çaresizlik ve yardımsızlığın doğurucusu. Çoğunluğun haksız ve nobran tahakkümü.
Toplumun ilk ayağı kayışta üstünü çizdiği Mari (akvaryumdaki balık metaforu için ayakta alkış) ve ailesinin ilk tercihinde yani kendi oluşunda reddettiği Eduard'la ilgili pedagojik açıdan ve toplumun psikiyatrik hastalıklara bakışına dair söylenecek çok şey var belki ancak günümüzde en azından ikinci kısımla ilgili baya bir yol aldığımızı söyleyebilirim.
Lafı çok uzatmadan, sırf güle bakarak kim olduğunu gören, gördüğü hoşuna giden ve böylece tanrısını bulan Veronika'lara selam olsun... Asla yalnız değildiniz ve yalnız değilsiniz!