Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

288 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
HAYALLERİNİZİ ERTELEMEYİN!
Kemal Sayar kitaplarındaki kendinizi yazara yakın hissettiren üsluba alışkın okurlar için yeni şeyler söylemeyeceğim. Bu eserler hakkında benim en çok dikkatimi çeken nokta; Psikiyatri, tasavvuf, modern dünyanın sorunları ve medeniyetimizin bu sorunlara ilişkin cevaplarıyla ilgili çok derin konuları sıradan insanların anlayabileceği bir üslup ve akıcılıkla anlatabilmesidir. Burada cümlenin uzun kurulmuş olmasının altında yatan nedenlerin klinik bir anlamı var mıdır, bilmiyorum. Ama yazarla baş başa kalabilmiş olsaydım, beni incitmeden dünyevi hırslarım için edebiyatı kullanmamam gerektiğini bana anlatabileceğinden eminim :)) Şimdi yazarın hâkim olduğu psikiyatri ve yazarlık konumundan rol çalmadan incelememize dönecek olursak; Bu kitabın Sadettin Ökten’le birlikte yapılan radyo konuşmalarından oluşmasından dolayı teknik bir değerlendirmeden uzak durarak bende yaptığı çağrışımlardan bahsetmek istiyorum. Kitabın genelinde Kemal Sayar’ın klinik tecrübeleri ve Sadettin Ökten’in birikiminin bende bıraktığı en kuvvetli etki; tüketim toplumu, şehir mimarisinin insana yansımaları ile, modern dünyanın bireyi önce doğaya, sonra diğer insanlara ve en son kendine yabancı hale getiren yalnızlığını görmekti. Bu yalnızlık ne kadar çok imkâna sahip olursa olsun şehirde yaşayan insanda bir moral düşüklüğü olarak göze batıyor. Sebebi her zaman açıklanamayan bu can sıkıntısı hakkında
Karabatak Dergisi Sayı: 47
Karabatak Dergisi Sayı: 47
‘nde yayınlanan bir röportajda Prof. Dr. Oktay Taftalı’ya kulak verelim: “Kimi sabah kalktığınızda kendinizi anlamsızca kötü hissettiğiniz, nedenini kestiremediğiniz günübirlik mutsuzluk hallerinizin gerçek nedeni çevrenizdeki çirkin mimaridir. Daha güzelini ve doğrusunu bilmediğiniz sürece, çirkin mimarinin mutsuzluğunu yaşarsınız ama tanımlayamazsınız. Öyleyse ben tanımlayayım: çirkin mimari mutsuzluk nedenidir.” Tüketim toplumu sadece bizim ülkemize mahsus sorunlar üretmiyor. Kapitalist toplumun dünyanın genel-geçer bütün kuralları homo economicus ortak paydasıyla insanı tüketerek mutlu olmaya itiyor. Farklı derecelerde bütün dünyanın ortak bir sorunu olarak doğal kaynakları ve insani değerleri hızla tüketen bu çılgınlık, bizim ülkemizde kendine has bir yapıda sorunlar üretmeye devam ediyor. Avrupa kendi medeni birikimi ve geçmişi ile sanayi devrimi aracılığıyla dönüşen toplumu içinde bu sorunu daha farklı boyutta yaşarken biz de onlar gibi tüketmek ve rahat yaşamak sevdasına kapıldık. Ama onlar kadar güçlü bir sanayi devrimi yaşamadık, üretime onlar kadar katılmadık. Hatta şimdi katılmak ve üretmek de istemiyoruz. Sadece tüketmek ve kendimizi değerli hissetmek istiyoruz. Bu rüzgâra kapılarak kendimizi damdan düşer gibi alışveriş merkezlerine atarak hepimiz değerli hale geldik! (Burada damdan düşer gibi ifadesi okuyucuların sıkılmaması için kullanılmıştır.) Küreselleşme ve uluslararası şirketler aracılığıyla, güya insanı ön planda olduğuna inandıran bu algı, en büyük enerjisini reklam sektöründen almaktadır. Anı yaşa, kimseye hesap vermek zorunda değilsin, sahip olduğun eşyan çevrendekilerden daha önemlidir, sen değerlisin, o halde daha iyisini almaya layıksın. Reklam sloganları hep senden ve senin değerinden bahsediyor nasılsa. Çünkü ihtiyaçlar bekletmeye gelmez. Şu an için paranız yoksa bile borçlanarak bu mutluluğa ulaşmanız için sizi bankamıza bekliyoruz. Kalbinizin sesini dinleyin. Hayallerinizi bekletmeyin! youtube.com/watch?v=6aRzyYI... Bu tüketim çılgınlığının bizdeki yansıması doğal olarak bize mahsus gariplikler de içerebilir. En iyi telefonu almak için böbreğini satılığa çıkaran gencin seviyesine çıkma ihtimalî de bulunabilir. Veya borç harç aldığı telefonu gözü veya beli kadar korumasına neden olabilir. Burada efsaneye konu olan abimiz için küçük bir link bırakalım. youtube.com/watch?v=LroMgn7... İstersek buna gülüp geçebiliriz. Ama maaşından daha fazla parayı taksitle veya borçlanarak alan herhangi bir insanın veya üç saatlik düğün için üç yıl borç ödemek zorunda kalan genç bir çiftin dramı bundan daha hafif olmasa gerektir. Kitaptan somut bir örnekle ihtiyaç kavramının ne olduğuna devam etmemiz gerekirse, Bosna savaşını yaşamış Amina Jesenkoviç’e kulak verelim: “Evim elektronik aletlerle doluydu. İşe bakın ki savaş sırasında elektrikler yoktu. Elektrikler olmayınca bunların da anlamı kalmadığını o zaman anladım.” (S.16) Burada anlatılmak istenen eşyanın vazgeçilmez olmadığı hususu, kısmen de olsa ülkemizde deprem tecrübesiyle yaşandı. İnsanlar vazgeçilmez sandığı evlerine ve eşyalarına düşman gözüyle baktı. Deniz manzaralı muhteşem evler birden boşaldı ve insanlar parklarda iç içe yaşadılar. Bu örnekleri artırabiliriz. Ama sizi daha fazla üzmek istemeyiz, çünkü siz değerlisiniz :)) Şimdi bu kadar karamsar bir tablo çizdikten sonra, ne yapalım, ölelim mi yani? Hayır, sadece eşyanın bize hâkimiyetini fark etmek için küçük bir tuğla koymak istiyorum. Burada ütopik şeyler önermek iddiasında değilim. Bir tek eşyanın vazgeçilmez olmadığını anlamak bir adımdır. Harvard’da doktora yapan bir çift bunu çok radikal bir biçimde fark etmiş ve hayatlarında kullanacakları eşya sayısını 100’e indirmeye karar vermişler. Bu sadece romantik bir söylem olarak kalmamış, bunu uygulamış ve kitabını yazmışlar. (S.44) Hiçbirini yapamazsak en azında şiir dinleyelim. Eğer gökdelenlerin arasından fırsat bulabilirsek “Göğe bakalım”. Biz göremesek bile “Turnalar hep uçsun” youtube.com/watch?v=DJwYQso... İncelemeden daha çok bir doğa güzellemesi olan bu yazıya iki teşekkürle son vermek istiyorum. Birincisi; bu güzel hediye için https://1000kitap.com/Mabel35, diğeri de buraya kadar sabredip okuyanlar için. Gökten üç elma düştüğü zaman takılıp kalmasın çatılarda diye… Keyifli okumalar :))
Dünyaya Geldim Gitmeye
Dünyaya Geldim GitmeyeKemal Sayar · Turkuvaz Kitap · 20192,939 okunma
··
1.633 görüntüleme
Anıl okurunun profil resmi
Resul Hocam elinize sağlık, taşlaması bol bir inceleme olmuş. :) Her bireyin kendi payına düşeni alması gerek zira bizleri değerli hissettirenleri değerli kılan da bizleriz. Bunun farkında olmalıyız. İhtiyaç ile gereksizi birbirinden ayırmak gerek sonra o gereksizlerin arasında sıkışıp kaldıktan sonra nefes alamamakta var. Tekrardan elinize sağlık diyorum. Keyifli okumalarınız olsun.
Resul Bulama okurunun profil resmi
Anıl Hocam, teşekkür ederim katkınız için. Benim zaten bunları bir yerde söylemem lazımdı. Burada fırsat bulmuş oldum :) Özellikle Sadettin Ökten'in öyle güven verici bir üslubu var ki, o anlatırken siz de ister istemez sorgulamalar yapmaya başlıyorsunuz. Ben de aklıma düşenleri paylaşmak istedim. Hayatı gerçekten kolaylaştıran, insana değer katan bir yeniliğe elbette karşı değiliz. Ama bazen gerçekten abartmıyor muyuz, diye düşündüm. Size de tekrardan teşekkürler, keyifli okumalar dilerim :))
Eylül Türk okurunun profil resmi
Hem tebessüm ettim, hem de durumun vahametine bir kez daha üzüldüm Resul Hocam. Sürümden kazanalım derken, eve mağaza açtırdılar, biz de ucuza satın alalım derken, internet sitesinden başlamak üzere, reklamcıları, firmaları, kargo şirketlerini vs. bir bir zengin ettik. Sonuç satan memnun, alansa ömrü yeterse harcadığının faizini olsun ödeyebilme kararlılığı gösteriyor :) Oktay Taftalı'nın tespitine katılmamak mümkün değil, neredeyse ara sokağın bile kalmadığı üstüste evlerde, birbirinin yüzünü görmeden yaşayan yüzlerce insanın içine düştüğü 1+1 kuyuları hesap edersek, mutsuzluk bile o günün mesaisi gibi duruyor. "hırslarım için edebiyatı kullanmamam gerektiğini bana anlatabileceğinden eminim :))" Demişsiniz ya, bu bilgiye hepimizin ihtiyacı var :) Çok keyifliydi, emeğiniz vefa bulsun.
Resul Bulama okurunun profil resmi
Hem gülümsetmiş, hem düşündürmüşse çok memnun olurum Eylül Hocam. Tam olarak bunu istiyorum ben de. Kitabı okurken neleri düşünmüşsem onları paylaşmak istedim. Bir gemiye bindik, gidiyoruz. Ama bu gemi bizim gemi değil. Yolcuların hepsi tanıdık. Ama kaptanı görmüyoruz bile. Reklamlar güzel olduğu için gemiyi kaçırmayalım dedik, bindik. Bu yolculuktan parayı kazananların durumu gayet iyi. Ama yolcuların hepsi borç harç binmişler. İnince hepsi borç ödemeye başlayacak. Yolculuğun tadını bile çıkaramıyorlar. Bir gerginlik var üzerlerinde, neden olduğu hakkında bile fikirleri yok. Bol bol selfi yapıp sosyal medyada paylaşarak mutlu olmaya çalışıyorlar. Bir yanlışlık var bu işte...
3 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.