Zalim ve zulmü işte... Ölümsüzlüğü yerin dibine batsın.Ortaçağ Arap coğrafyacıları cennetin 4 ırmağını şöyle saymışlardır: Fırat, Dicle, Seyhun (Siri Derya), Ceyhun (Amu Derya). Seyhun ve Ceyhun arasındaki Maveraünnehir’de doğan, hayatta yolunu bulmak isterken yaptığı çatışmaların birinde ayağı topal kalan, ama hedefleri hiç küçülmeyen Timur, 1405 yılında 70 yaşında ölene kadar Asya’yı bir uzundan öbürüne ele geçirmiş; doğuda Çin sınırına, batıda İstanbul’a kadar uzanan bir imparatorluk oluşturmuştu..
Sırrı, zalimliğindeydi; fethettiği topraklarda o zamana kadar, atası Cengiz Han dışında hiçbir faninin cesaret edemediği kadar zulme imza atmıştı. Timuroğulları fethettikleri topraklarda kellelerden kuleler örmeleriyle meşhurdular. Ordusu, Timur bu kanlı zaferler sonrası ele geçirilen ganimetin çoğunun askerleri arasında paylaştırılmasına izin verdiği için çok sadıktı, zulmü kolay kabullenmişlerdi. Timur da büyük bir imparatorluk kurabilmenin ve yönetimde kalabilmenin sırrını keşfetmişti; askerlerine ne kadar kazanç vaadedebilirse yeri o kadar sağlamdı. Kazanç elde edebilmek için sürekli zengin ülkeleri fethetmeleri ve yağmalamaları gerekiyordu; zira fethedilen yerlerden alınacak vergiler her zaman askerleri tatmine yetmezdi; vergi uzun süre düzenli gelir sağlardı ama cazibesi ve miktarı tüm şehri yağmalamaya oranla çok daha düşük kalırdı. Bu nedenle Timur ömrü boyunca yaptığı seferlerdeki şiddetin tonuna, askerlerinin durumu ve kendisine sağlayacağı politik güce göre karar verdi. Birçok şehirde taş üstüne taş bırakmadı, bütün canlıları öldürdü; öyle ki Şam, Beyrut, Tebriz gibi o dönemin yıldızı kentler bu vahşetten sonra yüzyıllarca kendilerine gelemediler; bir kısmı bir daha tarih sahnesinde hiç önemli bir rol üstlenemedi.
Timur’un fetih için kullandığı gerekçe hep aynıydı; müslüman olmayanları “kafir oldukları” için, müslüman olanları ise “iyi müslüman olmadıkları” için katlederdi. Yaşamı boyunca saldırdığı kentlerin %80’i müslümandı.
Timur İslamiyeti seçmişti, Şiiliği benimsemişti. Ancak kalıplara bağlı değildi; bozkır adetleri ile İslam geleneğini harmanlamıştı. Namaz ibadeti atlanmazdı, ancak zaferlerden sonra yapılan ve bazen aylarca süren şenliklerde kendini kaybedene kadar içki içmek adettendi; hatta içki içmeyi reddedene iyi gözle bakılmazdı. Bu şenlikler içkinin yanında cinselliğin de sınırsız yaşandığı şenlikler olurdu çoğunlukla; şenlik bitimine kadar aşırılıklara izin vardı; şenlik bittikten sonra affedilmezdi.
Bu muhteşem zeka ve büyük savaşçı, savaş alanlarında ve siyasi emellerinde hiç aksamamış; sadık ordusuna ve tebaasına hep zafer tatırmıştır. Ancak hayal ettiğinin aksine ölümünden sonra imparatorluğu kısa sayılacak bir sürede dağıldı.
Tarih okumayı her zaman çok sevdim; bu kitabı da keyifle okudum. Justin Marozzi’nin Timur’un izlerini Orta Asya’da arama çabası hoştu; bu kadar ihtiraslı ve bu kadar zalim bir hükümdarın hedeflediğinin aksine dünyada kalıcı çok az iz bırakabilmiş olması, tarihin acı tesadüflerinden biri. Her zalim gibi ölümsüzlüğü hedeflemiş, hatta sahip olduğu güce bakarak ölümsüz olacağına yürekten inanmış bir hükümdarın, şu anda dünyanın en yoksul ve en geri kalmış coğrafyasında, çoktan unutulmuş bir yerde bir taş lahit altında yattığını bilmek acı; bu uğurda canını aldığı yüzbinleri düşününce...