Sanan'da bir yavrum vefat etmişti. Çektiğim acıyı yalnız Allah bilir.
Hangi Yusuf yüzlü olursa olsun, balığın Yunus'u yutması gibi, Yüce Allah'ın
ecel takdiriyle bir gün mezar balığı tarafından yutulacaktır. Dünya bahçesinde ecelin rüzgarıyla kökü kazılmayan servi, nerede görülmüş! Bir fidan, otuz yılda ağaç olur
da; firtina gelir, onu bir anda kökünden çıkarip deviriverir. Yeraltında nice gülendamlılar yatarken, toprağın üstünde güller açması tuhaf degildir.
Bunları düşünerek; "Hey zavallı ihtiyar! Yavrun, temiz gitti. Ya sen; boğazına
kadar günaha battiğın halde hâla yaşıyorsun. Artık öl" diye kendime kızdım. Bu
duygular içinde çocuğumu kendi ellerimle gömdüm. Aradan birkaç gün geçti. Yavrumun boyuna bosuna duyduğum hasret beni yiyip bitirdi. Kalktım, hemen kabrine
vardım. Mezarindan bir taş kopardım. O dar, karanlık yere bakınca betim benzim
soldu, yıkaldım. Ne kadar bu halde kaldım bilmiyorum. Kendime geldiğimde, ço-
cuğumun sözleri değdi kulağıma. Şöyle diyordu; "Sevgili babacığım; bu karanlık
yerden ürküyorsan, aklımı başına topla, buraya ışıkla gell"
Mezar gecesinin gündüz gibi aydınlık olmasını istiyorsan, henüz dünyada iken
amel kandilini tutuştur. Binbir zahmetle hurma ağacı yetiştirenler; "Ya ağaçlarımız
bu yıl hurma vemezse" diye endişelenirken; kimi açgözlü, ahmaklar; buğday ek-
meden harman kaldıracaklarını sanıyorlar.
Sadi; ağaç diken, hurma yer; buğday eken, harman kaldırır.