" HAKKIMIZI HAK EDEBİLDİK Mİ ABBAS EMMİ? "Söze orta yerinden başlamak gibi olmasın da, sayfalar ilerledikçe, kapıdan çıktığımda elinde bastonuyla Kır Abbas’ı göreceğim hissine kapıldım. Görmeyi de çok isterdim doğrusu. Kitabın başında tepemi attıran, neredeyse nefretimi kazanan, “köyün en akıllı delisi” bu ihtiyar gönlümde kocaman bir yeri kapladı. Onun hakkında sayfalarca yazabilirim emme sürpriz bozancı olmak istemiyorum. Bu inatçı, doğru bildiğinden şaşmayan, sıra dışı ihtiyarın, son zamanlarda dilime doladığım sözüyle yazıma devam edeyim.
“Pekey, pekey bakalım!” Bu kitabı neden bu kadar sevdim? Sevmek sözcüğü az kalır, hayran oldum… “Kele bacım, ne ola ki bu kitabı bana bunca sevdiren?”
İnsan belli bir yaşı devirdiğinde hüzünden kaçar hâle geliyor. Daha önce hiç Fakir BAYKURT okumamış olan bendeniz, onun kitaplarını okuyunca Kemalettin Tuğcu kederine gark olacakmışım gibi saçma hislere kapılarak bu olağanüstü yazarın usta kaleminden yıllarca mahrum olmuşum. “Ben ne yaptım bunca yıldır? Vay suyum ısına, vay adım bata!”
Fakir BAYKURT, eserlerinde köy gerçeğine ve sorunlarına en çarpıcı biçimiyle parmak basıp, en can alıcı şekilde gözler önüne sermiş muhteşem bir yazar. Onun usta kaleminden dökülmüş böylesi bir esere benim inceleme yazmak haddim değil. O yüzden işin “devlet - köylü – aydın üçgeni", "eşitsizlik", "kadın sorunsalı", "edebî dil" vb. için paragraf açmadan, “ben” ne anlayıp ne hissettiysem kısaca onu aktarmak istiyorum. “İstemem o ki” birileri "marak etsin" ve mutlaka bu "gözel" eseri okusun.
Tozak Köyü, Ankara’nın yanı başında, düzlüğün ortasında, bir yudum “kölgeliğe” hasret, kırk yamalı bir yoksul yorgan ki, alevinin hası köylüsünü örtmek istese de örtemez. Cumhuriyet’in Devrimleri hemen başucunda yapılmış ama Tozak kırına devrimin rüzgârı bile değmemiş. Kır Abbas der ki, ‘’ Otuz, belki daha fazla yıl önce neyse bugün de o! Kuyumuz, suyumuz aynı! Günümüz, kölgemiz, arpamız, buğdayımız aynı! Kıracın üstünde belki daha da kötü olduk...”
Her geçen gün gelişmekte olan dünyada, bir lokma yiyeceğini dahi kavrulmuş topraktan dişiyle, tırnağıyla toplayıp hayata tutunmaya çalışan, koca yürekli insanların köyü…
Kır Abbas, boyun eğmeyişin, mücadelenin simgesi, köylünün en deli akıl hocası, ağzından küfür kıyametle dökülen bilgelik dolu sözlerine hayran olduğum. Kalbimin Nietzsche’si…
Hamdi Bey, toz toprağın içinde yeşeren umutların mimarı, yol göstericisi, kökten yetişme aydın, "Fakir’imin" ta kendisi.
Muhtar Battal değil, “Battal Muhtar”... Köylüsünün acısına – sevincine, varlığına – yokluğuna, tozlu ve yanık kaderine ortak, adam gibi adam muhtarım…
Ve EĞİTMEN RIZA, CENNET KADIN, SENEM GELİN, YUSUF OĞLAN, ve de korkusuz dedesinin korkusuz torunu, bağların yeşeren umudunun meyvesi mini minnacık YEŞER…
“İyisi üzümün ha!” diye bağırarak köyü gezen satıcıya boyun bükmekten usanıp, pekmezini, şırasını, şarabını kendi yapmak için, yanmış kavrulmuş toprakla amansız, aç susuz bir mücadeleye giren, bu mücadelede hiçbir destek görmediği gibi sürekli ayağına takılan çelmelere rağmen yılmadan yoluna devam eden TOZAK KÖYLÜSÜ…
EN NİHAYET KAPLUMBAĞALAR
Bir ufak kölgeliğe, bir dal yeşilliğe hasret, umut dolu kaplumbağalar. Tozaklı’nın yurttaşı, kader yoldaşı ve rüyasının ortağı, kendi yurdunu başına taç yapmış kaplumbağalar…
Hangi birinizi unutabilir insan?
Bunu da söylemeden geçersem haksızlık olur:
Baskı ve dayatmanın her türlüsüne karşı olsam da sevgili https://1000kitap.com/Nordavind bu kitapları okumamız yönünde yaptığın zulüm derecesindeki baskı için teşekkürü borç bilirim. İyi ki kafamıza vurup durmuşsun yoksa bu okumayı kim bilir daha ne kadar erteleyecektim…
Bu dünyadan bir Fakir BAYKURT geçmiş. Gelip de gönlümün tahtına oturmuş.
Adını yaşatanlara selam olsun.