Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

168 syf.
10/10 puan verdi
Sahi, kendimi unutalı ne kadar oldu dersin? Yok olduğumu düşüneli, aslında yok olanın zaten hiç olmayan bir şey olduğunu unutalı, ne kadar oldu? Ya da, zamanı unutalı? Her gün biraz daha giden sen, neredesin şimdi? Kimlerlesin? Duruyor mu hayallerin? Yaşamaktan yorgun düştüğün oluyor mu? Senin zamanın nasıl ilerliyor? "Kim" oldun? Bir kimligin var mı? Yoksa hâlâ tırmanıyor musun? Kendine ulaşabilme umudun var mı? Rastladın mı hiç bendeki sen'e ya da onu gördüğünü sandığın oldu mu?... (sayfa, 12) ... ... Ulaşmamız gereken tek yer kendi benliğimiz olduğu halde en çok da ona uzak değil miyiz? Kendimizden kaçıp başkalarına sığınma taleplerinde bulunduğumuz vakitler en aciz olduğumuz vakitler değil mi? Yatağımızın yanı başında var olan boy aynalarına bakmadan nereye kadar kaçabilir olduğumuzu düşünmüyoruz ya da düşünmüyorum. Avare Kadın'ın bu duruma olan göndermesini eklemek istiyorum. " İşte şimdi nasılsam öyleyim! Bu akşam uzun ayna ile karşılaşmaktan, o yüzlerce defa kaçındığım, razı olduğum, kaçtığım, tekrar başlayıp yarıda bıraktığım kendi kendimle konuşmadan kurtulamıyacağım... Çaresiz! Her türlü ricatın ne kadar boş olduğunu önceden duyuyorum. Bu gece gözüme uyku girmeyecek, okumaktan da zevk almayacağım.. (Avare Kadın, Colette) Her türlü ricatın boş olduğunu artık ben de önceden duymaya başlıyorum, sığındığım her yazar da bunu daha iyi anlamama yardımcı oluyor. Ahmet Cemal kendi kendisiyle yüzleşen bir insan ve bunu en özel yanlarıyla bizlere, okurlarına aktaran bir yazardır. Çocukluk travmaları, babasının üzerindeki etkileri ve annesinin kötülediği kadınlar onun bilinçaltına işleyen konulardan birkaçıdır. Annesinin sürekli olarak komşuları ile toplanıp toplanıp babasını ve babasının birlikte olduğu kadınları kötülemesi hayatında kadınlar açısından dönüm noktalarından biri oldu. "Aslında o yolculuğun başlangıç noktasında da yalnızdı. Yani bir yaşamın sınır boylarına vardığını söyleyebileceği noktadan çok ama çok önce. Yine bir kıyıda, tek başınaydı, ve çocukluğunun kıyıları hep ıssızdı. Issız ve yalnız. Bir türlü ulaşamadığı bir kadın ve bir de adam vardı. Hep bir uçurumun kenarındaydılar, ve o uçurumu geçip onlara kavuşabilmesi için hiçbir zaman önünde bir köprü kurulmadı. Kurmadılar. Onlar, çocuk henüz o ıssız kıyılara çıkmazdan önce, bir deftere attıkları iki imza ile sanki tanıkların önünde birbirlerini lanetlemişlerdi, ve o çocuk da bir anlamda soydan gelen bu lanetin yüküyle doğmuştu. Nikahları sanki bir buzdağının üstünde kıyılmıştı. Çocuk onları tanıdığında, birbirlerine öylesine sevgisizdiler. Karı ve kocaydılar Ana ve babaydılar. Dondurucu bir soğuğun ortasında boşuna sevgi beklemekte olan bir çocuğun büyükleriydiler." (Kıyıda Yaşamak, sayfa 58) İşte bu sevgisizliği, hayatında hep insanlara sevgiyi aşılamakla gidermek istedi Ahmet Cemal, bir öğrencisinin Amerika'dan ona attığı mektubunda; "siz bana insanları sevmeyi öğrettiniz hocam" demesi kadar yüce bir uğraş verdi Ahmet Cemal. Sürekli babasını kötü bir adam olarak ona tanıtan annesi ve annesinin kadın komşularının üçgeninde geçen çocukluk yılları ona hep baban gibi alkolik olma, baban gibi orospuların peşinden gitme nasihatleri verildi. Kimse ona babasını anlatmadı. Babasının neden içtiğini ve neden başka kadınlara gittiğini de, bu durumun Ahmet Cemal'e geri dönüşü ise hayatının bütün kadınlara kapalı kalışıyla oldu... "Önce Asmalımescit'teki Nil Lokantası'na uğrayacağım. Şimdi babam oradadır. Onu bana kimse tanıştırmamıştı. Yalnızca anlatılanlardan biliyorum. Onunla hiç tanışmadım. Kendi kendime anlattıklarım da yalandı. Çünkü bana da anlatılmıştı. Bu gece, belki de ilk kez tanıyacağım babamı. Öldü. Hem de yıllardır ölü benim babam. Feriköy'de. Ölü, ama ne var bunda? Yine de tanışamaz mıyız? Çünkü ben bir ölüyü değil, ama babamı tanımak istiyorum. O yaşarken aramıza girenler, onu hep kötülemiş olanlar, ölümünden sonra çekildiler. Benim için, "Artık babasını istese de tanıyamaz!" diye düşünmüş olmalılar. Ne kadar büyük bir yanılgı!" (Kıyıda Yaşamak, sayfa 70) Yabancı bir lisede okurken bir gün dışarıda babasıyla buluştu Ahmet Cemal, (babası da eve hiç para bırakmaz hiçbir katkı da sağlanmazdı, çünkü babası o evi sevmiyordu ve o evdeki kadını da sevmiyordu ama oğlunu da bu ikilem içinde harcıyordu) babası ona bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu, o da iki kalın bir de ince defter gerekli diye söyledi. O gün ve sonraki günde de eve gelmedi babası. Üç gün sonra sabah sekizde bir köprü başında elinde bir paket içki kokar vaziyette oğlunu bekliyordu. Havanın çok soğuk olmasına rağmen oğlunun deftersiz kalmaması için geceden kalma haliyle insanların önünde oğlunu bekleyecek kadar onu seviyordu babası... Ahmet Cemal hiçbir zaman paranın peşinden gitmedi, hiçbir zaman mal mülk peşinde koşmadı. Tek hazinesi duvarları örten kitaplarıydı. Kazandığı parayı ihtiyaç sahiplerine yardım ederek harcardı, insanın içindeki sevgiye inanırdı. "Ben paranın romanını hiç yazmadım. Bana hep onun acı gerceklerini yaşamak düştü. Param olduğunda, çevremde kimde olmadığını hissettiysem, gücüm oranında verdim. Hep bu ahlakla yaşadım. Şimdi ise, ileri sayılmayacak bir yaşa rağmen, artık yolun sonuna geldiğimi biliyorum. Daha yapmak istediğim belki çok şey var. Ama ben, artık çok yoruldum. Daha çok şeyler yapmamı, başladığım ve başlattığım pek çok şeyi bitirmemi bekleyen güzel insanlar var. Asıl onlara borçlu kalacağım. Beni bağışlayacaklarını umuyorum. Günlerden bir gün, beni bir sigorta hastanesinin odasında ölmeye yatırdıklarında ya da bir yerlerde yaşamını yorgunluktan kendisi noktalamış olarak bulduklarında - Colette'in dediği gibi, artık şöyle gözlerden uzak, külrengi, sessiz sedasız bir ölümü arzuluyorum- bu dünyadan paranın savaşını yitirmiş, ama sanırım kendini ucuzlatmamayı başarmış biri olarak çekip gideceğim ve benim romanım, zaten son satırına kadar yaşanılarak tüketildiği için, hiç yazılmayacak .." (Kıyıda Yaşamak, sayfa 130) Bu kitabı ilk okuduğum vakit hiçbir alıntı paylaşmadım, o günkü ruh halim kimseyle bir şey paylaşmak istemiyordu ama Ahmet Cemal Lanetlenmiş Ağustosböcekleri kitabında şöyle söylüyor: "Kanımca bir şeylerin, tanıyalım ya da tanımayalım, başka insanlarda da yankılanmasını isteyebiliriz. Çünkü o yöne kayınca, çok farklı bir paylaşım gerçekleşiyor. Bir şeylerden yakınan, bir şeylerin değişmesini isteyen tek kişinin siz olmadığınızı anlıyorsunuz." Ahmet Cemal'in de onun kitaplarının da daha fazla yankılanmasını istiyorum sanırım. Çünkü o hayatını hep edebi yankılara ayırdı. Sonunda ise sessiz, kimsesiz ölmeyi isteyecek kadar yalnız olduğunu hissederek veda etmeyi istiyordu, lakin kitaplıklarımızın raflarında, her ne kadar o aramızda olmasa da, hayatımızın bazı anlarında onu anarak ve onun bizimle paylaştığı düşüncelerle biraz daha olgunlaşarak yaşadığını düşündüğü kıyıdan çekip kurtarabiliriz onu tıpkı 72. Yaş gününü kutladığı bir günden sonra bir okurundan aldığı bu mailde yazılanlar gibi... "Merhaba, Yeni yaşınızı kutluyorum. Yaşamaya değer bir ömür sürmenizi diliyorum. "İyi ki yaşadım, iyi ki yazdım, iyi ki çevirdim," diyebileceğiniz bir ömür. Hani sıklıkla hatırlatırsınız ya, "Üzerinde düşünülmeyen bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değildir," diye. Sizin, yaşanmaya değer bir ömür yaşadığınızı düşünüyorum. Nerden mi biliyorum? Şuan size bu mektubu yazarken, masamda duran Zweig'ın Montaigne denemesi, karşımdaki rafta duran Niteliksiz Adam ciltleri, bırakın size, asıl bize, "İyi ki yaşadı Ahmet Cemal," dedirtiyor. Daha ne var ki... Hep "Kıyıda", hep "Giderayak" yaşadığınızı düşündünüz, biliyorum, belki de öyleydi. Ama nasıl yaşarsanız yaşayın, bir taşra kentinde minicik bir evdeki kütüphanede Zweig'lar, Kafka'lar, Canetti'ler, Lukacs'lar, Bachmann'arla bir dünya sunulduysa eğer bana... Bu Ahmet Cemal sayesindedir. O halde iyi ki doğdunuz.. Şeref Bey'i bilmem ama Ahmet Bey hep burada olacak, kitaplığımda, kütüphanemde..." Ve şöyle cevaplar Ahmet Cemal: "Bu mesajı okuduğumdan beri, hayatımda belki de ilk kez, geride kalan yetmiş bir yıl boyunca çektiğim tüm sıkıntılara ve yoksulluklara, sırtıma yüklenmiş onca ezikliğe rağmen, aslında ne kadar varlıklı yaşamış olduğumun bilincine güçlü bir biçimde vardım. Ve artık kendim hakkında çok iyi bildiğim, çok emin olduğum bir şey var: Bir defa daha yaşamak elimde olsaydı eğer, noktasına virgülüne dokunmadan yine bu hayatı yaşamayı, böyle yaşamayı seçerdim!' Ahmet Cemal'i 2017 yılında kaybettik, ne yazık ki ona bir daha bir mail atacak durumda değiliz belki de bu geç kalınmışlığı onu daha fazla okuyup, anlayıp ve daha fazla anlatmaya çalışmakla telafi etmek durumdayız artık. İyi ki doğdun, iyi ki yaşadın, iyi ki çevirdin ve iyi ki yazdın Ahmet Cemal!
Kıyıda Yaşamak
Kıyıda YaşamakAhmet Cemal · Can Yayınları · 2017129 okunma
··
308 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Ne kadar içselleştirmişsiniz yazarı. Bu yüzden çok etkileyici olmuş inceleme.Elinize sağlık.Şöyle bir baktım da bircok kaliteli yazar kazandırmış dilimize.Okuduğum ve çok sevdiğim yazarlar var,okuyacaklarım var.Ama bu incelemeyi okuyana kadar hiç dikkatimi çekmemiş yazar.Tesekkür ederim dikkat çektiğiniz için.
Adem okurunun profil resmi
Rica ederim ben teşekkür ederim yorumunuz için. Onun çevirdiği bazı kitapları ben de okumuşum kendi kitaplarını bitirdikten sonra çevirdiği ve az okunan kitaplara yöneleceğim malum çevirmen yeni bir eser yaratıyor onun çevirileri de bir o derece güzel dili çok iyi kullanan bir yazarımız. Ahmet Cemal beni çok etkiledi denemeleri mükemmel, bir ara göz atmanızı tavsiye ederim.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.