ÇİNGİZ HAN
Moğolistan'daki kabilelerin birbirleri ile durup dinlenmeden boğuştukları on ikinci yüzyılın ikinci
yarsında bir kaç kabilenin başı olarak yaşayan Yesükey Bahadır'ın, 1155'de bir çocuğu dünyaya
gelmişti. Bir avucu kapalı olarak doğduğu ve avucu açılınca içinde bir damla kan pıhtısı olduğu
söylenen bu çocuğa Temüçin adını koymuşlardı. İşte; hayata avucunda taşıdığı kanla çıkan bu mini
mini Temüçin, sonradan bütün Türkleri bir bayrak altında toplayıp tarihin en büyük imparatorluğunu
kuracak olan Çingiz Kağan'dır.
Temüçin, babasının yerine geçtiği vakit henüz ufak bir çocuktu. Talih ona hayli uzun sürecek sıkıntılı
ve ıstıraplı bir hayat çağı hazırlamıştı. Çok karışık olan on ikinci yüzyıl Moğolistan tarihinin kavgalarına
o da karışacak, savaş içinde büyüyüp yetişecekti. Temüçin, hayatın karşısına diktiği bütün fırtınalara
karşı göğüs germesini bilmiştir. Çektiği ıstıraplar iradesini çelikleştirmiş, fakat hayattan aldığı derslerle
pişmiş ve yetişmiştir.
1207 yılı Temuçin'i, Çingiz Kağan olarak selamlayan tarihtir. Çünkü Moğolistan'daki nüfusu günden
güne artan Temüçin, kendisine düşman olan kabileleri bir bir yok ettikten sonra, bir kurultay toplayıp
imparatorluğunu bu yılda ilân etmiş ve Çingiz adını almıştır. Temüçin'in ve ordularının dünyaya nam
vermesi bundan sonra başlar.
Çingiz, dünyaya çok büyük işler yapmak için gelmişti. O, dağılmış ve birliğini kaybetmiş olan Türkleri
bir araya toplayacak, ırkının düşmanlarını tepeleyecek ve Türk üstünlüğünü dünyaya bir yol daha
gösterecekti. Tanrı, bu işleri yapabilecek kahramanlığı ve dehayı ondan esirgememişti. Çingiz Kağan,
Tanrının bu lûtfundan tam olarak faydalanmıştır.
Bu kadar çok işi yapabilmek için güçlü ve büyük bir makine yaratmak lâzımdı. Çingiz, bu büyük
makineyi yaratmış, onu askerlik, disiplin ve yasa temelleri üzerinde yükseltmiştir. Ordu, bu makinenin
işleyen büyük kolu idi. Disiplinde birinci ve vuruşmada kabiliyeti dehşetli erlerden mürekkepti. Bu
müthiş kuvvetlerin kumandanları da çok ustaca seçilirdi. Onun içindir ki, en büyük çarkından en küçük
koluna kadar şaşmadan işleyen bu makine çok büyük işler yaptı.
Koca Çin'in ilk hesabı iki seferde görüldü. 1216 yılı geldiği zaman şimalî Çin Türk imparatorluğuna
eklenmiş ve Çingiz'ln önünde durulmaz orduları Batı'ya dönmüşlerdi. Batı'da ilk yumruğu
Harzemşahlar İmparatorluğu yedi. İçinden çökmüş olan bu Türk İmparatorluğu Çingiz ordularının
önünde çabucak boyun eğdi. Bundan sonra yenilmez ordular birçok kollara ayrılarak ilerlemeye
devam ettiler. Bir yandan Hint, bir yandan Azerbaycan ve şimali İran ele geçirildi, Ermenistan bir
hamlede çiğnendi. Gürcülerin işi bitirildi, Ruslar kolayca alt edildi. Bu ülkelere, Çingiz ordularından
önce, bu önünde durulmaz müthiş kuvvetlerin namı ve korkusu geliyordu. Bu korku o kadar büyüktü
ki çok defa kaleler dayanmayı bile göze alamıyor, hemen boyun eğiyordu. Dayanmak kararını verenler
ise kalelerinin yerle bir edilmesine sebep oluyorlardı. Çünkü Çingiz orduları en güç setleri bile bir
hamlede yıkabilen coşmuş sellerden farksızdı. Çiğneyip geçiyorlardı. Ve makine öyle işliyordu ki
önünde durulmaz orduların seller gibi akışına Çingiz'in ölümü bile engel olamamıştı. Moskova'nın
zaptından sonra türlü kollardan ilerleyen Türk orduları Lehistan'ı çiğneyip Macaristan'a bile
girmişlerdi. Hiçbir kuvvet bu Türk akışını durduramamıştı.
Dünya tarihinin tanıdığı en büyük imparatorluk, işte bu büyük makinenin işlemesi ile kurulmuştur.
Asya'nın Doğu uçlarından Avrupa'nın göbeğine kadar uzanan o kadar geniş topraklar üzerinde Türk
bayrağının yıllarca dalgalanması Çingiz'in kahramanlığı, dehası ve iradesi sayesindedir. Bu
kahramanlık, deha ve irade Çingiz'i zaferlere ve şanlara götürdü. Bu şanlar ve zaferlerledir ki dünyanın
en büyük imparatorluğunu kurmak şerefi Türkler'in oldu.
Türk'ün bu ulu çocuğu "Çingiz orduları" adlı o müthiş ve yok edici kuvveti, ırkının birliğini kurmak için
meydana getirmişti. Bu ordular nerede Türk varsa oraya kadar gideceklerdi. En büyük
kumandanlarından biri Kıpçak'ın zaptı için izin istediği zaman Çingiz, şu buyruğu vermişti:
"Madem ki Kıpçak'ta da Türk var, orayı da alınız!..."
Evet, nerede Türk varsa oraya gidilecek ve Türk bulunan ve olan her toprak devlete eklenecekti.
Çingiz, bu ülküsüne ulaşmış, ırkının birliğini kurarak Türklüğü dünyaya baş eğdiren güç haline
erdirmiştir.
Çingiz. 1227'de Tankut seferine çıkmıştı,. Tankutlar'ı ortadan kaldırıp cenubi Çin'i zapt etmek ve
Asya'da Türk hâkimiyetine girmemiş olan bu son toprak parçasını da imparatorluğa eklemek
istiyordu. Ömrünün pek çok yıllarını savaş alanlarında geçiren ulu kağan, bu son seferine çıkarken
yetmiş iki yaşında bulunuyordu. Bu ihtiyar yaşında bile Türklük için fayda ve zafer aramakta idi. Lakin
yolda birdenbire hastalandı. Ölüm, Türk birliğinin bu muhteşem kahramanını son bir zaferden
mahrum bıraktı. Her şeyi alt etmesini bilen Çingiz, ölüm önünde boyun eğmişti.