"Doğu: Memur babalarımızın, asker babalarımızın zorunlu Şark hizmetini yaptığı uzak ülke. Sınır boylarına konuşlanmış garnizonlarda, ileri karakollarda yaşayan
subay ailelerinin, çakal ulumalarını düşman baskını sandıkları; çocukların korkuyla yorganların altına saklandıklari: kuzeyinde karların erimediği, güneyinde akreplerin
sıcaktan kavrulduğu; her biri o büyülü, sakıncalı dillerin Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Süryanice, Arapça, Gürcüce acılı, bulgurlu tadını taşıyan eşsiz yiyeceklerin boğma rakıya katık yapıldığı; yoksul kaçakçıların, yiğit ve masum eski zaman eşkıyalarının, Mehmetçiklerin ve gerillaların mayın tarlalarında, ya da çatışmalarda öldürüldükleri -çok öldürüldükleri, hep öldürüldükleri-, isyanların, tehcirlerin, savaşların, göçlerin ülkesi. Bir coğrafya,
bir iklim olmaktan çıkıp korkularımızı, düşmanlıklarımızı, dostluklarımızı, yaşama ve insana dair inançlarımızi aynasında sınadığımız; sınavın ağırlığına dayanamayıp
da unutmayı, suçlanacağımıza suçlamayı yeğlediğimiz uzak toprak. Yaralanmış, aşınmış aydın vicdanlarımızı yuğup yıkayacağımızı umduğumuz bir pınar. Çağın yıkıntılarının altında kalmış işçi sınıfı bizleri terk ettiğinden beri, -yoksa biz miydik terk eden?- yenilginin yaralarını sarmak, yılgınlığımızı yorgunluğumuzu gizlemek
için son sığınak."