Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

417 syf.
9/10 puan verdi
«Ana hukukunun kadına muazzam bir toplumsal iktidar konumu sağladığı dönemleri ve halkları bir tarafa bırakırsak, kadın cinsinin durumu sürekli ezilenlerin, ikinci sınıf insanın, aşağı bir cinsin durumu idi. Erkeğin çıkarcılığı, daha güçlü olanın kanlı şiddeti, kadının ve toplumsal etkisinin gelişmesini demir zincirlere vurdu ve bu olgunun üstünü adi ikiyüzlülükle, «ev kadınının şerefi» ve iç yaşamına zenginliği üzerine duygusal edebi soytarılıklar ve boş lafazanlık dırdırlarıyla örtmeye çalıştı!"
Clara Zetkin
Clara Zetkin
Başlangıç cümlesini Simone de Beauvoir'dan yapmaya gelmişken aklıma aktif bir siyasi olan emekçi, kadın hakları savunucusu Clara Zetkin geldi o yüzden onu anarak başlamış olayım. Simone de Beauvoir feminizm hareketinin önemli temsilcilerinden biridir. Yazdığı kitaplar, yaptığı faaliyetler ile kendi cinsini bilinçlendirme uğraşı içinde bir ömür harcamıştır. Simone de Beauvoir cinsiyet eşitsizliği ortadan kalkmadıkça ya da kadının ekonomik egemenliğini elinde bulundurmadıkça kendi kimliğinin bu erkek egemen sistemde tamamıyla tamamlanamayacağının farkındaydı. O yüzden dolaylı olarak değinen yazarların aksine kadın üzerine uzun soluklu bir yazıya başlar ve bunu "İkinci Cins" Üçlemesi ile bize sunar. Kısa zamanda Fransa'da büyük bir yankı yapar daha önce Fransızlar bu yankıyı başka bir kadın yazarda hissetmişlerdir lakin o kadın yazar edebi bir kurguyla kadını ön plana çıkararak onun güçlü bir karaktere sahip olduğunu satırlara yansıtmıştı o kadın yakın zamanda "Avare Kadın" kitabını okuduğum Colette'dir lakin Colette bu yankıyı Claudine serisi ile yaratmıştı şimdi ise kadın sorunlarını daha derine indiren ve ikinci cins olmanın altında yatan nedenlere bakan bir hemcinsi vardı. 2 yılda 97 baskı yaparak rekor kıran Simone de Beauvoir'dan bahsediyoruz. Chirtiane Zehl Romero tarafından Simone de Beauvoir üzerine yazılmış olan biyografi kitabının bir bölümünde Beauvoir şöyle diyordu: "Özgürlüğüme sahip çıktım, çünkü kendi sorumluluğumu hiçbir zaman Sartre'a yüklemedim." Özgürlüğüne sahip olduğu için Sartre'dan yüzlerce kilometre uzakta çalıştığı zamanlar oldu ve o zamanlarda Sartre başka kadınlarla da birlikte olduğu da oluyordu ama Simone de Beauvoir hiçbir alanda kendini Sartre'a bağımlı hissetmediği için bu durum onlar arasında bir sorun yaratmıyor o kendi maddi özgürlüğünü elinde bulunduruyorken başkasının cinsel özgürlüğüne de müdahalede bulunmuyordu. Bu kitap Kadın serisinin ilk kitabı o yüzden diğerlerine göre daha uzun tutulmuş çünkü içinde Tarih, Efsaneler bölümleri ile uzun bir giriş mevcut sonra sırasıyla; Çocukluk, Genç Kızlık, Cinsel Yaşama Giriş ve son olarak Sevici Kadın bölümleri yer alıyor. Simone de Beauvoir giriş kısmında az tanınan bir kadın hakları savunucusundan şu alıntıyı yapar; "Pek az kimsenin tanıdığı kadın hakları savunucusu Poulain de la Barre, XVII. yüzyılda: "Erkeklerin kadınlar üstüne yazdıklarına kuşkuyla bakılmalıdır, çünkü onlar hem yargıç, hem davacıdırlar" demiş." Sadece bu söz üzerine düşünmeye davet ediyorum sizi, bütün toplumlarda çarkların bu şekilde işlediğini de eklerseniz bu düşünceye cinsiyet eşitsizliğinin neden bu kadar uzun süredir (binlerce yıl) aşılamadığını daha rahat bir şekilde kavrayabiliriz. Kadın haklarının yok sayılması ve cinsiyet eşitsizliği üzerine ilk başkaldırının bile 15. 16. Yüzyıla kadar beklemesi kadının nasıl bastırılan, yok sayılan, kendi çevresindeki duvarlar ve birkaç mahalle ötesine dayanmayan ufak bir evrene kapatılıp köleleştirildiğini anlayabiliriz. August Bebel ezilen iki sınıftan bahseder: 1. İşçi Sınıfı 2. Kadınlar İşçi sınıfının içinde bulunan kadınlar ise en çok ezilen sınıftır. Kapitalizm çarkından sıyrılmak için bir ömür boyu çalışan ve bu çalışmanın üstüne çocuk bakımı ve ev işleri sırtına yüklenen kadın toplum saçmalıkları ve erkek eziyetine rağmen hâlâ ayakta kalabiliyorsa bu dünyada eğer bir kutsallık varsa şayet o da o kadınların yaşama tutunma karşısında verdikleri mücadelenin kutsallığıdır. Başka bir kutsallık yoktur ne kilise, ibadet yerleri ne de din adamlarının kutsallığı bu kutsallığın yanından geçemez. Kitabın içeriğine tabii ki daha az değineceğim çünkü zaten okuma bilinci olmayan bir toplumda yaşıyoruz, benim değinmek istediğim konu genel hatlar. Simone de Beauvoir bildiğimiz üzere bir feminist, peki feminizm ne işe yarar ve neden bu kadar az bilinir ya da neden kadınlar arasında bu kadar az ilgi duyulan bir alandır? Bu konu hakkında kendi düşüncelerimi ifade etmek isterim. Feminizm siyasi temelli olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırma hareketidir. Ve genel yanlış kanının aksine Feminiz bir topluluğa ya da bir cinse ait değil "Feminizm herkes içindir" tabii feminizmin ayrı ayrı dalları da mevcut hem kendi kendilerine saldırıp kendilerini yok etmekte hem de Sosyalist kuramcıların da eleştirilerine maruz kalarak birlik olması gereken bilinçli insanların ortak bir çatışma alanı haline gelmektedir. Bu çatışmaların asıl nedeni ise "Şişkin insan egosu"dur bana göre bizim asıl kavgamız gerçekten kadın-erkek eşitliği mi? Kendi görüşlerimizin ağır basması mı? Başka bir konu ise feminizmin belli başlı safsatalar ile sadece kadınlara yüklenmesi sorunudur, keşke kadınlar bu yüklenmeyi üstlenip feminizmin ilkelerini benimseyip hareket etse lakin hem kadınlar hem erkekler bu alanı yabancı kalıyor ve toplumsal dedikodular ile düşman gözle bakılıyor. Simon de Beauvoir bu bilinçlenme için önemlidir. Kadın kimliğinin varoluşsal boyutlarına değindiği "İkinci Cins" serisi neredeyse yok denecek kadar az bir okunma oranını gecemiyor. Ne de büyük bir yayınevi tarafından kitapları basılıp, kitapları çok satanlar reyonuna sokulmuyor çünkü kadınların kendi kimliklerine erişimi demek var olan bütün tabuların yıkılması ve erkek egemenliğinın putlaşmış zihniyetinin devrilmesi anlamına geliyor. Okurları tarafından yazılan birkaç incelemeye de göz attım; ortak bir ifade var "dönemin yazarlarının da dediği gibi okunması gereken bir kitap" sanki biz cinsler arasındaki ayrımları anlamış ve bu eşitsizliği gidermiş bir üst toplumun bireyleriyiz de artık dönemin yazarlarına ayıp olmasın diye Simone de Beauvoir okumaları yapıyoruz. Bizim ülkede cinsel kimliğininin ne olduğunu bilmeden yaşayan kitleye bakarsak bu kendini üst perdeden görme davranışları da hiç hoş değil kac kişi çocuğuna cinsel eğitim hakkında bilgi veriyor, okul müfredatında verilen cinsellik eğitimi ne yöndedir? Biyolojik gereklilikleri hastalık diye adlandıran insanların oranı yüzde olarak kaçtır?.. Simone de Beauvoir dinin kadın etkisi üzerine bir yerde şöyle der: "Dinin kadınların yaşamında oynadığı rolden ötürü, erkek kardeşinden daha çok anasının egemenliğinde olan küçük kız, genellikle, dinin etkisinde daha çok kalır." Ve bu dinin etkisinde kalan kadınlar onların ikinci cins olarak yaşam sürmelerinde dinin birince faktör olduğunu hiç bilemeden yaşar ve ölürler. Tıpkı Avrupa kendi savaşları içinde kan golüne döndüğü vakitlerde kilisenin tek derdinin kadının bekareti olduğu gibi... Kadınların bedenlerini satmaları üzerine de değinirsek August Bebel Kadın ve Sosyalizm kitabında şöyle der: "Hiçbirinin aklına,(fuhuş için normal olduğu görüşünü savunan düşünürleri kastediyor) başka bir toplumsal düzen aracılığıyla, fuhuşun nedenlerinin ortadan kalkabileceği düşüncesi gelmiyor, yine hiç biri fuhuşun nedenlerini araştırmaya çalışmıyor. Bu kadar çok kadının bedenini satmasının temel nedeninin, sayısız kadının acı çekerek içinde yaşadığı üzücü sosyal koşullar olabileceği... Ve başka sosyal koşullar yaratmak gerektiği sonucuna götürülmüyor." Bebel kadınların fuhuşa nasıl zorlandığını kitabında çok daha ayrıntılı bir şekilde açıklar çok üst İnanç abidesi olan devlet ve kilise ahlaklığı ile övünerek ortada kol gezerken hiçbiri proleter kadının çocuklarının karınlarını doyurmak için bedenlerini satmak zorunda olduğunu görmek istemedi, çünkü onlar üst sınıftı ve alt sınıflar kendi haklarını ele geçirecek bilince sahip olamadıkça bu durumlar da devam edecektir.. Simone de Beauvoir bu durum için şu saptamayı yapar: "İlkel uygarlıklardan günümüze dek, yatağın, kadın için bir "hizmet" olduğu kabul edilmiştir; erkek, bu hizmet karşılığında, armağanlarla ya da geçimini sağlayarak ona teşekkür etmektedir." Kadın bedeni erkek için bir nesnedir, ve bu nesneyi süsleyerek istediklerini ele geçirir nesne olan kadının da kendi içinde bir aydınlığa erişmedikçe, bu kölelik düzeninin devam edeceğini belirtir Simone. Erkeğin süregelen yüceltilmesine de şöyle değinir: "Tarih ve edebiyat bilgisi, şarkılar, beşikte dinlediği masallar hep erkeği yüceltir. Eski Yunan'ı Roma İmparatorluğu'nu, Fransa'yı ve tüm ulusları kuranlar, yeryüzünü keşfedip işlemeye yarayan aletleri türetenler, dünyayı yöneten, resimlerle, heykellerle, kitaplarla dolduranlar hep erkeklerdir." Bu şimdiye kadar böyledir, kadınlar daha yeni yeni kimlikleri ile özgür bir şekilde ön plana çıkabilmekte, lakin devam eden en büyük sorunumuz, -evet sorunumuz diyorum çünkü bu bir kadın meselesi değildir sadece- kadınların sahip olması gereken "kadınlık" bilincine sahip olamaması, bu bilinçsizlik durumunu feminist hareketi elden ele yayarak bir nebze ortadan kaldırabiliriz, tabiki din ve devlet balyozu hâlâ kadınların üzerine uzun bir süre inmeye devam edecek, buna rağmen bu aydınlanma ne kadar bir sürede gerçekleşir bilemiyorum ama bizim ülkede gerçekten içi boş nesiller yetiştirildiğini biliyoruz, ne erkek ne kadın hümanist bir bilincin yakınına bile getirtilmek istenmiyor siyasi emeller uğruna kadınlar hâlâ yaşamadan ölüyor veya öldürülüyor. "Condorcet, kadınların siyasal yaşama girmelerini ister. Onları erkeklerle bir tutar ve beylik suçlamalara karşı savunur: "Kadınlarda adalet duygusu yoktur, onlar bilinçlerinden çok duygularıyla davranırlar... denmiştir. (Oysa) bu ayrılığın temeli doğada değil, eğitimde, toplumsal yaşayıştadır." Başka bir yerde de şöyle der: "Kadınlar yasaların tutsağı oldukça egemenlikleri tehlikeli bir hal almıştır. Onu korumak için bunca uğraşmak zorunda kalmasalar; kendilerini savunmak, baskıdan kurtulmak için tek yolları bu olmasa, erkeklerin tehlikesi azalırdı." Bu alıntıyı son alıntı olarak belirledim. Kadınların kendi kimliklerine erişmesini istiyorsak şayet biz erkekler onların özgürlük alanlarını daraltmaktan bir an önce vazgeçmeliyiz. Onların bu yolda ilerlemesine ön ayak olmalı, engelleri ortadan kaldırıyor olmalıyız çünkü bireysel olarak çok iyi bir eşe, anneye, kız kardeşe sahip olmak kalan tüm kadınları kurtarmaya hiçbir zaman yetmeyecek bunun bilincine varmak gerek, bir erkek eşinin kendi ayakları üzerinde duran, kadın kimliğini kazanmış olmasından ve özgürlük alanının geniş olmasından memnun olabilir. Bu kadar hümanist bir düşünceye de sahip olabilir, lakin eşinin bu ülkede her gün olan kadın katliamları, taciz ve tecavüzlerine kurban olup olmayacağını hiçbir zaman bilemeyecek, haberlerde izleyip ah vah çekmek ile halledilebilir bir mesele olmadığı da gayet açık. Uygulanabilir tek yol var. Bilinçli eğitim...
Kadın - İkinci Cins 1
Kadın - İkinci Cins 1Simone de Beauvoir · Payel Yayınevi · 1993529 okunma
··
680 görüntüleme
Ecem okurunun profil resmi
Ne kadar severek okudum yazını Adem. Pek çok alanda kıymetli fikirlere sahipsin fakat bu konudaki düşünce yapın bana göre biraz daha önemli. Çünkü bir toplumun varlığını sağlam şekilde sürdürebilmesi ancak ve ancak cinsiyet eşitliğine ve adalet sistemine bağlı ve sen bu konuyu çok güzel ele almışsın. Emeğine sağlık diyor ve senin gibi düşünen erkeklerin hızla çoğalmasını diliyorum.
Adem okurunun profil resmi
Erkeklerin en büyük sıkıntısı olaylara kadın gözüyle bakmayı bilememesi ya da bunu bir zayıflık olarak görmesi, ben bu durumu erkek yazarlara maruz kala kala anlamaya başladım. Klasikleri okurken yazarların neredeyse tamamı erkek kadın duygularını erkeklerden okuyoruz mesela Nana bir hayat kadını ama onun duygularını Emile Zola aktarıyor, bu bende bir rahatsızlık oluşturmaya başladı zamanla ve son yıllarda okumalarım kadın yazar eksenine kaymaya başladı. Her alanda olduğu gibi edebiyatta da kadın yok sayılıyor halbuki çok yetkin yazarlar var bizim cinsiyet eşitliğini savunabilmemiz için iki cinsi de bilip iki cinsin sorunlarını da ifade edebilmemiz gerekiyor, bu çok doğal bir durum olması gerekirken her türlü otorite kutuplaşmaya vesile oluyor normalleşmenin önü tıkanıyor. Eğitim sisteminin zihniyeti de işe yaramayınca gelişimin tek bir yönü var "kendi kendine yetebilmek" lakin çok kötü ki insanlar sorgulama yeteneğini kaybetti, duyarlılığı kaybettiği kim isterdi ki nefret çağında yaşamayı ama denk geldik bu çağa bizim işimiz sevgiyi aşılamak olmalı, benim aklım almıyor yani iki bin yıldır süren ve kadını hâlâ ikinci cins gören bu düzen... Bizim insan olmamıza aykırı.
2 sonraki yanıtı göster
Earthling okurunun profil resmi
Simone de Beauvior'un feministliği iki aşamada gerçekleşmiştir. İlki İkinci Cins'i yazarken diğeri de 1972'de ilk kez kendisini feminist olarak tanımladığında. Yaklaşık 20 yıl boyunca kendisine feminist dememiş olmasını o dönemdeki yalnızlığına, ürkekliğine ve erkek aydınlar çevresinde bulunmasına bağlayabiliriz. Sık sık vurgu yaptığım bir konu olan kadının özgüven eksikliği Beauvior'u da es geçmemiş. Erkek egemen bir düzenin içerisinde kadının kendi haklarını savunabilmesi göründüğü kadar kolay değildir. Çünkü çok fazla manipulasyona göğüs gerilmesi gerekecektir. Ezilen kendi hakkını savunurken egemen de boş durmayacak ve yeni taktikler üretecektir. Simone de Beauvior'un ilk feminizmi kendisini "kurtulmuş kadın" olarak görmesiyle ilerler. Ancak bu bir yanılsamadır. Yanilsama olduğunu zamanla kendisi de fark eder ve şöyle der:"Her adımda bağımsızlık ve eşitlik duygumu sağlamlaştırıyordum. Öyle bir nokta geldi ki, aynı ayrıcalıklara bir sekreterin ulaşamayacağını kolayca unuttum.” Döneminde bir kadın olarak felsefe çevresinin içinde bulunabilmesi, kafede erkeklerle oturabilmesi ve seyahat özgürlüğünün olması ona bu şekilde düşündürmüş olabilir. Ancak sonrasında bunu ihanet olarak görüyor ve erkeklerin dünyasında bulunabilmek için kendinden ödün verdiğini de belirtiyor. Sartre ile olan ilişkisinde de duygusal şiddet gördüğünden eminim. Anlatımları arasında buna ışık tutacak söylemler var. Bence Simone de Beauvior tüm bu ön bilgilerle okunmalı ve özel hayatı da ayrıca incelenmelidir. Çünkü özel olan aslında politiktir ve hepimizin oradan alacağı bir şeyler vardır.
Adem okurunun profil resmi
Evet dediklerinize katılıyorum. Simone de Beauvoir değerli bir yazardır benim için. Özel hayatını da bize sonuna kadar açan biridir aynı zamanda. Bir Genç Kızın Anıları kitabında bahsettiğiniz gibi erkek egemen sistemin dayattığı yaptırımların sancısını çocukluğundan gençliğine doğru ilerlerken satır aralarında bulabiliyoruz lakin o sadece erkeklerin arasındaki yalnızlığından da muzdarip değildi annesi ve çevresindeki kadınlar bilinçlenmesinin önünü kesenlerden olmuşlardır. En basit şekilde ifade edersem henüz onlu yaşlardayken birgün eline Colette'nin (ki o da kadın bilincini arttırma çabaları ile efsane bir kadındır) Claudine serisinden bir kitabı okurken annesi adeta onu ayıplar ve kitabı elinden çekip alır buna değinmem şundan dolayı sürekli vurgusunu yaptığınız özgüveni o an annesi onu destekleyip serinin hepsini okumasına yardımcı olsaydı belki de özgüvenini on yirmi yıl öncesinden kazanacaktı.
Bu yorum görüntülenemiyor
BERİİ okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık.👌👌👏👏👏
Adem okurunun profil resmi
teşekkür ederim 😊
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.