Acımasız bir eleştiri. J.D Salinger katıldığı savaşlarda gördükleri karşısında ruhsal çöküntüler yaşayan bir insan, her yazarın ayrı bir kitlesi var siz demek ki J.D Salinger'in kitlesinden değilsiniz. Yazarların hayatlarını ve dönem koşullarını araştırmamak da başarısız okumalar yapmaya vesile olur.
Salinger'in karamsar edebiyat dünyasını yaratan asıl travma, 1945 Nisan’ında Dachau Kampı’na girince gösterecekti çileli çehresini. Heinrich Himmler’in Münih’te polis müdürlüğü yaparken temellerini attığı Dachau, Nazilerin kurduğu ilk toplama kamplarındandı ve savaş boyunca acımasızca kullanılmıştı. Gene de, tren yolunun iki kıyısına gelişigüzel bırakılmış sayısız kadın ve çocuk cesedi, genç yazar açısından o kadar önemli değildi. Zira, en yakın arkadaşlarının yanı başında vurulup öldüğüne tanık olmuştu birkaç ay önce. Buna karşılık, binlerce insanın tahta barakalara kilitlenip canlı canlı yakılabileceğine dair bir ihtimal, her türlü hayale müsait zihninde hiçbir zaman yer bulamamıştı kendisine. Küller arasından çıkan yarı yanmış cesetler, Salinger’ın son direnç noktasını da tarumar etmekte gecikmeyecekti. “Ne kadar yaşarsanız yaşayın, yanmış etin genzinizde bıraktığı o tuhaf kokudan asla kurtulamıyorsunuz” diyecekti yıllar sonra...