Bazan romantik ve gizli köpürüş anlarımda, Sofokles’in tiradları gibi "ey" nidasıyla başlayan haykırışlar içimi şişiriyor ve "ey insan!" diye bağırasım geliyor, ey karanlık ihtirasların kölesi! Ey ikide bir tarihin çıkmazına düşen ve başını taştan taşa çarpmadıkça yolunu değiştirmesini bilmeyen kör serseri! Ey âvâre! Ey görünmez istikametlere doğru ilerleyen sarhoş yelkenli! Bir karış öteni göremesen bile, dört yanında kabaran, azgın boğalar gibi haykıran ve teknenin üzerinde bombalar gibi patlayan dalgaların sesini de mi duymuyorsun? Yaklaşan belâları sezmekte bizden altmış, yetmiş yıl önce davrananlara inanmakta niçin geç kaldın? Daha o zaman Nietzsche "biz birbirini kovalayan yıkılışları, harabeleri ve altüst oluşları beklemeliyiz" diyordu. "Öyle harpler çıkacak ki arz onların benzerini hiç görmemiş olacak" diyordu. "Avrupa gölgelerle dolacak" diyordu, "ben gelecek iki askerin tarihini anlatıyorum, istikbal bize sayısız işaretlerle sesleniyor, gözlerimizin gördüğü herşey bize kaçınılmaz çöküşü haber veriyor, kulaklarımız geleceğin bu musikisini duyacak kadar incelmiştir. Bütün Avrupa medeniyetimiz boğucu bir bekleme hali içindedir; her on yılda bir, büyük felâkete, katastrofa doğru yol alıyor" diyordu.
Bu ihbarlara niçin kulak asmadın? Astınsa niçin alabildiğine kazanç, refah, keyif, müzakere, münakaşa ve gevezelik hürriyetinden başka selâmet yolu aramadın, çobanları sürülerin emrine veren ters cemiyet anlayışlarıyla topluluklarını idareye kalktın? Ben seni ve kendimi bildim bileli hata içindesin: Çeyrek asır içinde bir dünya harbinin hatalarını düzeltmek için İkincisini yaptın ve onun hatalarını düzeltmek için üçüncüsüne hazırlanıyorsun. Tarihin hiçbir devrinde senin gafletin bu kadar büyük olmamış ve felâketli neticeleri bu kadar kısa bir zamanda meydana çıkarmamıştır, ey insan! ey karanlık ihtirasların kölesi! Ey ikide bir tarihin çıkmazına düşen ve başını taştan taşa çarpmadıkça yolunu değiştirmesini bilmeyen kör serseri! Ey... Ey... Ey...
(EY İNSAN! Ulus, 21 Temmuz 1950