Ne kadar çok bilirsen o kadar çok canın acır!
Belki de bilmek, söylenegelen, zaten bilinegelen şeyleri misal; müfredatı yalayıp yutmaktan başka bir şeydi.
Bilmek; gözün açılması, sonsuzluğun önündeki perdelerin kalkması ve dolayısıyla soruların çoğalması ve dolayısıyla da acıların artması gibi bir şeydi belki.
Bilmek, açmazın, bir başka deyişle hiçbir halt bilemediğini idrak etmenin ta kendisiydi belki.
Belki bilmek; ne kadar çok bilirsen o kadar çok soracağın için, aynı zamanda bildikçe bilmediğini fark ettiren bir dolaysız, direkt, doğrudan, cepheden çullanan bir acıydı.
Acının kendisi: Bilmek...