Sinop (Erfelek) doğumluyum. 5 yaşıma kadar orada kaldım, babam bizi terk ettikten sonra 5 kardeş, bir de anne Konya'ya taşındık. İlkokulu ve Koleji (O zamanlar Maarif Kolejiydi) Konya'da bitirdim. 1980'de Hukuk okumak için Ankara'ya geldim. Sporla ilişkim okulla olan ilişkime ağır bastığı için üçüncü senemde Hukuk Fakültesinden ayrılıp Hacettepe İngiliz Dil Bilimine geçtim. Son sınıfa kadar okulun en başarılı öğrencilerinden biri olmayı bile becerdim. Son sınıfa dönemlik kaydımı yaptırmaya gittiğim gün Türkçe dersini alttan almam gerektiğini, çünkü çaktığımı söylediler. Ben de sinirlenip son sınıftan terk ettim. O arada öğrenci affı çıktı. 10 sene önce sıkılıp bıraktığım Hukuk Fakültesinin 10 sene önce yüzüne bile bakmadığım derslerine üç ay çalışarak hepsini verdim ve afla geri dönüp yeniden Hukuk öğrencisi oldum. Bir süre sonra sınıf arkadaşlarım işi abartıp bana "Amca" demeye başladıkları için tekrar sıkıldım ve tekrar bırakıp İngiliz Dil Bilimine döndüm. Çok şükür diplomamı aldım.
Spora cirit ve çekiç atarak başladım, daha sonra hentbolü seçip 31 sene boyunca antrenörlük yaptım. Araya sıkıştırdığım spor değil okul oldu her zaman. Bu süreçte Kulüp takımlarının yanı sıra Millî Takımları da çalıştırdım.
1990 senesinde günlük uyku ihtiyacımın 1-2 saati geçmediğini, hâttâ 3 saat uyuduğum zaman ertesi gün akşama kadar baş ağrısı çektiğimi fark ediverdim. Geceleri okumaktan sıkılınca da yazmaya başladım. Çok sevdiğim bir arkadaşım taslaklardan birini İletişim'e sızdırınca da Can KOZANOĞLU bana "yazar" dedi. O günden sonra spor dahil diğer bütün işler "araya sıkıştırılan" işler oldu. Yazmanın bu kadar hoşuma gideceğini bilseydim 31 sene top peşinde koşmazdım. Gerçi şu anda Voleybol Federasyonunda top kovalamaya devam ediyorum ama gecelerin bana kalan birkaç saatlik kısmı var. Orada yazmaya çalışıyorum.
Bir kalkış nasıl değiştiriyorsa her şeyi, bir duruş da öyle değiştiriyor. Bir karar veya bir tereddüt. Biz diyoruz ki tesadüf, ama tesadüf diye bir şey yok... Sadece denklem var, ki o da bizden habersizce kuruluyor.
Kendinden kaçtın kaçtın kaçtın..öyle bir kaçtın ki, bir baktın kocaman bir uçurumdan yuvarlanıyorsun. Etrafındaki boşluk,kuş gibi hissettirdi sana kendini.
Gönlünün bütün yükünden sıyrılmış gibi.
"Kaçtın da kaçabildin mi bari?"
İşte orası şüpheli biraz.
Sonra alçaldın alçaldın ve kondun, bir akşam vakti, eski evlerden oluşan şirin
Sezgin Kaymaz 'ın okuduğum ilk kitabı. Tuhaf bir hikayeydi. Başlı başına bir konuya odaklanıp sonu farklı biten kitapları okumak çok hoşuma gidiyor. Olay nereden nereye bağlanıyor. Yazar bu kitapta da okuyucuya sağ gösterip, sol vurdu. Hikayenin konusu yaşam, yaşam olduğu kadar ölüm, yaşamla ölüm arasında kalan araf... Kahramanımız Musa, babadan zengin, varlıklı bir ailenin oğlu. Bir isterse önüne bin konuluyor. Musa bu durumlardan şikayetçi, kendini mutsuz hissediyor. Bu sebeple ailesinden uzaklaşıp Uzunharmanlar'da 14 numaralı bir eve taşınıyor. Bu mahallenin sakinlerinin tek amacı Musa'yı Uzunharmanlar'dan göndermek. Oysa Musa onları sevmişti, kanı kaynamıştı. Musa'nın yüzüne gülüp arkasından gönderme planlarını devreye sokuyorlardı. Bir de 14 numaranın gerçek sahibi vardı ki Musa'nın beklemediği davetsiz bir misafir. Hikaye farklı bir tonlama ile başlayıp bambaşka bir tonlama ile sona eriyor. Yalnız Uzunharmanlar mahallesini gerçekten sevdim, bakarsınız bir gün bizim de yolumuz oraya düşer. Bizi de orada bekleyen bir Misafir vardır belki :) ...
Pınar tavsiyesi üzerine okudum, akıcı bir hikayeydi. Keyifli okumalar dilerim...
Azazil..
Iblisin ta kendisi.
Aslında halkın günahını yüklenen demek.
Cennetin sevgili sakini!
'Şaşırtıcı Dipsiz ' ya da 'Provakatif Didaktik."
Şerrin temsilcisi. Kendi ateşinde tutuşup yanan..
Ve insan..bilinmeyen 'şey'. Cennetteki hayat formunun en yenisi.
Melek değil, bitki değil, hayvan değil. En değerlisi.
Adı Adem.
Malzemesi de