Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

336 syf.
10/10 puan verdi
ATAERKİL PAZARLIK: EVLİLİK
-İnsan Doğası Üzerine Safsatalar- "Karşıdan iki kişi geliyor sandım; meğer bir adamla karısıymış." şeklindeki Rus atasözüyle başlıyor kitap. Evliliğin, ailenin kadına ne yaptığını anlamak için kısacık ama özlü bir başlangıç. Evliliği sorgulayabilmek için aileden başlamamız gerekiyor. Oysa bunu yapamamamız için durmaksızın politika üretiliyor, kutsallık atfediliyor. Tam da kutsalın olduğu yerde gerekir sorgulama. Zira birileri bizi bir şeye ikna etmeye çabalıyorsa inanmamak gerekir. Apaçık gerçeklerin propagandaya ihtiyacı yoktur. İdeolojik bakış, bilimsel bakışa da yansır ve kapitalizmin emekgücüne ihtiyacını üreten aile birimi doğal/biyolojik olarak dikte edilir. Ayrıca aile çalışanların(özellikle erkeklerin) iş yerlerinde yansıtamadıkları öfkeyi boşaltabilecekleri, giydirilip yedirilecekleri ve cinsel ihtiyaçlarının düzenli olarak karşılandığı yerdir. Tüketimin belli bir düzeyde seyretmesi de çekirdek ailenin varlığına bağlıdır. Çocukluktan itibaren insanın bugünkü biçiminin mutlak olduğuna inandırılarak yetişiriz. Irk, din, aile, cinsiyet ve daha birçok, zulme meşruiyet kazandıran kavram insanın doğası olarak sunulur. "İnsan doğası" öyle bir maymuncuktur ki her kapıyı açar. En çok da ataerkinin savunusunda rolünü hakkıyla yerine getirir. Çıplak Maymun, Desmond Morris gibi kitaplar insanın saldırganlığına kılıf uydurmakta oldukça başarılı olmuş ve bu konuda bir kamuoyu oluşturmuştur. Bu yazarlara göre insan daha dün ormandan çıkmış, doğası gereği saldırgan ve hiyerarşik yaşama teşne bir canlıdır. İnsan doğası söylemi bir çıkmaz sokaktır ve ne gerçek bir teşhistir ne de bir çözüm sunabilir. Tek yapabileceği insanın böyle gelmiş böyle gider olduğuna bilimsel zemin sağlayarak değişimin önüne set olmaktır. Aynı zamanda insan doğası'ndaki insan her zaman erkektir. Bilimsel akıl yürütmeler sırasında insan ırkı salt erkeklerden oluşmuş gibi ele alınır. "Türün dişisinden söz etmek gerektiğinde de dişi, sadece, erkeğin endamına daha çok ışık tutmayı sağlayacak bir reflektör niyetine kullanılır." Evrimsel psikolojiden gördüğümüz üzere kadın bilmemkaç derecelik kalça açısı, büyük memeleri ve ince beliyle erkeğin üremek için tercih edeceği bir kuluçka makinesi olarak anlatılır. Bilimsel verilerin pornografinin imgeleriyle bu kadar uyumlu olması bir tesadüf olsa gerektir(!) Birçok toplumda kadınlar bu sözde bilimsel veriler altında daha doğumlarından itibaren aşağı cins olduğuna inandırıldı. Büyüdükçe bu erkek dünyasında var olabilmenin tek meşru yolunun erkeği pohpohlamak, ona duygusal istasyon olmak ve biraz geride durmak olduğunu öğrendi. Doğumlarındaki aşağılık ise genlerine atfedildi. Erkek ve kadınların taşıdığı iddia edilen genlerin şu anki topluma bu kadar uyumlu olması bir tesadüf değildir. Kapitalist-ataerkil toplum, rekabetçi ve egemen erkeklere; ve bu erkekleri evde destekleyecek, çocuklarına bakacak bağımlı kadınlara ihtiyaç duyar. Çoğu erkek ve sisteme uyumlanmış bazı kadınlar, kadınların kendilerini gerceklestirememelerinin sebebinin yine kadın olduğunu öne sürdüler ve sürüyorlar. Her şeyin 'kafada' bittiğini ve kadınlar kararlı davranırlarsa tüm sorunların çözüleceğini iddia ediyorlar. Tekrar tekrar söylememiz gerekiyor ki KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR! Kadınların içsel gelişimleri çevreden yalıtılmış ve değildir ve gayet net somut koşullara bağlıdır. Aynı kitle tacizin tecavüzün de düşünce gücüyle aşılabileceğine inandırmak istiyor bizi. Eğer sorunlarımızı "kafamızda" halledemiyorsak bu da tekrardan kadının yeteneksizliğine atfedilir. Her zamanki gibi erkekler hem yargıç hem davacı olurlar. Evlilik kadınlar için sıkı ama oldukça etkili bir kendini yadsıma düzenidir. Erkeğe yeni ufuklar açarken kadınınkini daraltır. Kadının ekonomik özgürlüğü sadece kamusal alana dairdir ve ev işleri paylaşılmadıkça özgürleştirici olmak bir yana kadını evin tam zamanlı hizmetçisi ve sistemin ucuz iş gücü haline getirir. 'Kişisel olan politiktir' metninde Carol Hanisch’in söylemek istediği de budur. Kadın-erkek arasındaki mevcut iş bölümünün de biyolojik nedenlerden kaynaklandığını öne sürerler. Bir an durup düşünülse makinenin ve sanayileşmenin olmadığı yerde ev ve ev dışı yaşamın ayrı şeyler olmadığı görülebilir. Yaşam sanayileşme öncesi tekti ve ailenin tüm bireyleri-cocuklar da dahil- yaşamı idame ettirmek için her birinin becerisine ihtiyaç duyuluyordu. Çağdaş yorumcuların iddia ettiği gibi topluluktaki kadın, yaşlı ve çocukların erkeğin avlanma yeteneğine güvendiğini söylemek gerçeklere rağmen erkeklik efsanesini devam ettirmektir. Sadece avcılıkla geçinen hiçbir toplum yoktur(ve olmadı). Avcılık çoğu kez verimsiz ve riskli bir uğraştı. Olsa olsa temel beslenme düzenine bir katkıydı. Toplayıcılık ise besin sağlamada temel uğraştı. Dolayısıyla bu toplumlarda kadının zekasına ve becerisine saygı duyuluyordu. Ev işini ne kadar güzelleseler de Lenin'in dediği gibi "Evişi, bir kadının yapabileceği en üretken olmayan, en barbarca ve en zahmetli iştir. Küçültücüdür ve kadının gelişmesini sağlayacak hiçbir yönü yoktur." Kadın bu işlerle değirmen taşı misali öğütülür. Görünmeyen emeği kadını da görünmezleştirir ve evi artık erkeğin ve çocukların yaşadığı bir üs olarak görmeye başlar. Ev kadının yorgunluğu daha çok fiziksel değil duygusal yorgunluktur. Birçok şeye katlanmak zor da olsa mümkündür ancak erkekten de önce dogada sosyal bir varlık olarak ortaya çıkmış kadınınyalıtılmışlığa katlanabilmesi imkansızdır ve bu durum sonunda benlik kaybına sebep olur. Kadınların daha çok depresyonda olması ve yaşlandiklarinda (değerden de düştükleri için) hastalık hastası haline gelmeleri bu yüzdendir. Toplum bir kadını kendi haline bırakmaktan ölümüne korkar. Bu nedenle çocukluğundan itibaren gelinlik giydirilir, genç kızlara koca bakmaya başlanır. Evlenmek sanki bir kuraldır. Erkek uzun yıllar bekar kalabilir ancak bir kadının bu seviyede kalabilmesi için kısıtlı bir süresi vardır. Bunu da yine doğallık safsatasıyla meşrulaştirma yoluna gidilir. Kadının doğurmak için biyolojik saati olduğu öne sürülür. Durum buysa menapozun varlığı ve yaşlı kadınların başka toplumlardaki değerinin nasıl açıklanacağı sorusu es geçilir. Kadın gerekenden uzun süre evlenmezse statüsü bekar'dan evde kalmış'a düşürülür. Baskıya dayanamayan ve esasen başka bir yol da bilmeyen kadın evlenir. Evlenmesi yetmez çocuk da doğurması gerekir ki tamamlansın. Hem bir çocuk yetmez iki olsun ki çocuklar birbirleriyle büyüsün. Kimse durup kadının bu iki çocukla ne yapacağını düşünmez. Bir çocuk belki komşuya bırakılabilir, peki ya iki çocuk? Kadın evde ev işleri ve çocukla uğraşırken erkek de iş yerinde yıprandığı için bunun aslında bir kadın sorunu değil sistem sorunu olduğu öne sürülür. Kadın iş ortamında ezilmediği için ayrıcalıklı bile olabilir. "Erkek çalışır kadın yer." Acınacak olan biri varsa o da erkektir. Yazarın burada çok güzel bir benzetmesi var:" Çalıştırdığı köleleri beslemek ve giydirmek zorunda olduğu için köle sahibine mi acıyoruz, yoksa özgürlüğünü ve ekonomik bağımsızlığını yitirdiği için köleye mi acıyoruz?" Ellen Adams şöyle diyor: "Bir toplumun değer sisteminin görevi sisteme yararlı şeyleri kaçınılmaz gibi göstermektir." Annelik bu nedenle göklere çıkartılır ve annelik içgüdüsü diye bir şey ortaya atılır. Bu bir içgüdüyse türün tüm kadınlarında bu isteğin var olmamasını veya çocuklarını çöpe atan kadınları nasıl yorumlayacağız? Çocuğun tek bakıcısının anne olduğu dönem insanlık tarihinde çok yenidir. Çocuğun anneye bağımlılığı aslında annenin çocuğa bağımlılığını yaratır ve kadın ancak çocukla tam bir varlık olabilir. Yazarın belirttiği gibi:" Üretici olarak üstlendikleri ekonomik rol erkeklerin eline geçince ve kadının evdeki varlığı evde harcadığı emekten daha değerli hale gelince, analık, insanlığın yarısını üstüne asabileceğimiz bir askı oldu." Analık kutsanmakla beraber işverenler için işlerin akışını bozan bir durumdur. Kadın çocuk dogurmazsa doğasını yadsımakla doğurursa işleri bozmakla suçlanıyor. Doğum konusunda kadına muhtaç olmasalar eminim çok mutlu olurlardı. O zaman kadınların ara sıra nükseden şu tatsız çocuk doğurma eğilimlerinden kurtulunurdu. Evlilik her türlü sorgudan uzak tutulmalıdır. Araştırmalar şiddetli geçimsizlik vb üzerine fikirler yürütürler ancak asıl soru hiç sorulmaz "ya evliliğin kendisi temelden yanlış bir olguysa?" Toplumun yararı için ortaya çıkmış evlilik insanları hele ki kadınları tatmin etmekten fersah fersah uzaktır. Ancak kadınlar birbirlerinden yalıtılmış halde yaşadıkları icin yaşadıkları sorunları münferit sıkıntılar olarak görme eğilimindedirler. Tüm bu sorunlara, yaşanacak benlik kaybına rağmen kadınların neden evliliğe bu kadar anlam yüklediği ve en "gelişmiş" inin bile bu pazarlık için masaya oturması anlaşılmaz gelebilir. Ancak kadının değerleri de sistem içerisinde oluştuğundan ve sistemden pay kapabilmesinin meşru yolu evlilik olduğundan hâlâ kendi hapishanesini yaratmaya ve süslemeye devam etmektedir.
Evlilik Mahkumları
Evlilik MahkumlarıLee Comer · Kadın Çevresi Yayınları · 198418 okunma
··
254 görüntüleme
Earthling okurunun profil resmi
Annelik içgüdüsü ile ilgili fikirlerimi yayından sonra tekrar araştırdım. Öncesinde de araştırma yapmıştım elbette. İnsanda içgüdü değil içgüdüsel davranışlar olabileceği yönünde görüşler var. Sadece bu konu özelinde değil diğer içgüdüler için de. İnsan gerçekten çok garip bir canlı türü. Net olarak bir şey söyleyebilmek için henüz çok erken. Ancak videoda senin de sorunla ikinci kez değindiğimizde asıl sorunun biyolojik değil ideolojik olduğunu, annelik İçgüdüsü denilen şeyin kadınlara bir baskı aracı olarak kullanılmasını elestirmistim. Anlatıldığı gibi bir annelik içgüdüsü mevcut değil. Kadınlarda hamilelik süreciyle beraber başlayan biyokimyasal olayları içgüdü olarak değerlendiremeyeceğimizi düşünüyorum. İçgüdü öğrenmeyle elde edilemez ve bir canlı türü öğrenmeye ne kadar kapasiteliyse içgüdüleri o oranda azalır. Bu şekilde bir görüş de var bilirsin. Doğum biyolojik bir gerçeklikken annelik bir kurgu olduğu için şüpheyle bakıyorum bu meseleye. Ayrıca annelerin otomatik olarak çocuk yetiştirmeye elverişli olduğunun düşünülmesi inanılmaz acılara yol açıyor. Aile içinde babanın istismarı bilinirken annenin de sapkın olabileceği bu saçma yüceltme sebebiyle uzun süre kabul edilmedi. Bununla ilgili bir kitap okuyorum şu anda, Anne: Melek mi Yosma mi. Pdf olarak okumak isteyenlere yollayabilirim. Asıl konu benim ve bence bizlerin açısından tartışma kapısının kapatılması. Annelik içgüdüsü vardır, yoktur. Bu başka bir konu. Ancak anneliği asla tartışmaya açamıyorsak işte orada sıkıntı başlıyor. https://1000kitap.com/Herodikos
Emra Ergüzeloğlu okurunun profil resmi
Merhaba, emeğinize sağlık. İncelemenin sonu eksik mi kalmış? Bir de pdf yi paylaşırsanız çok sevinirim :)
Earthling okurunun profil resmi
Aynen öyle eksik kalmış:)) Bloguma eklemişim son paragrafı, buraya da ekliyorum. Ve pdf olarak yolluyorum.
Kaan okurunun profil resmi
Ömer'le yaptığınız yayını tekrardan dinler gibi oldum. Oldukça emek vermişsin, emeğine sağlık :) Yayında da demiştim benim aklıma annelik içgüdüsü konusu ve evrimle ilgili yani bilimin kasıtlı olarak denilen yönde kullanılıyor olma savı pek yatmiyor yani şerh koyuyorum ama ileride üzerine egilirim, araştırırim bunu şeklinde. Bunlar dışında özellikle bizim toplumun pek kaldirabilecegi bir konu değil açıkçası. İncelemede de degindigin üzere aile direkt kutsaldir mantığı hakim. Ama dediğin gibi ve incelemede çok hoşuma giden bir sözdü: "Tam da kutsalin olduğu yere gerekir sorgulama" Ayrıca "Toplum bir kadını kendi haline birakmaktan ölümüne korkar" sözü oldukça yerinde bir tespit. Özellikle bizim toplumumuzda bir de şu var: Annelik kutsal, evet kutsal, yani annelik çok kiymetlidir. Annelerimizi sevelim, sayalim tabiki. Ancak mesele şu ki; kadın anne olunca veya annelik özelliğin veya kuvve'si taşıdığı için kutsal veya kiymetliymis gibi bir algı var. Hatta herkesin sahih olup olmadığını da merak etmeden ve üzerine gerektiği kadar düşünmeden paylasilagelen meşhur "cennet annelerin ayaklarının altındadır," sözü bence ilgili zihniyetin aile, kadın ve toplum yapısı hakkında adeta bir slogan ve anahtar cümle vermiş oluyor. Neden cennet kadınların ayakları altında değil mesela? Annelerin ayakları altında denilerek kadının cennet için anne olabilmesi elzem hale getirilmiş en azından bilinçaltına buna yönelik bir mesaj verilmis olmuyor mu? Aynı zamanda kadının anne merkezli bir hayat yaşadığı bir toplum işaret edilmiş olmuyor mu? Hani linç edecekseniz yıne edin de ama birazcık da lütfen koşullanmadan ve ofkelenmeden evvel biraz özgürce sorgulayin.☺
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.