Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

199 syf.
·
Puan vermedi
sea. bu defa ileti olarak paylaşmaktansa incelemeler sekmesinde kaydolmasını istediğim için hususi olarak buraya kaydediyorum düşüncelerimi, iletilerimin arasında kaybolmasını istemiyorum, arada açayım okuyayım isteğiyle. bu bir inceleme değil, baştan sona zihin haritasıdır, bir kitap nereden nereye götürürün navigasyonudur. işin kötü yanı, benim yol hafızam çok kötüdür, görsel zekam maalesef gelişmemiştir. kelimeler nereyi işaret ediyorsa oraya gidecek yarım saatte varılacak, üç okla gidilecek yere bile isteye kaybolacak oralarda bir şeyler keşfetmek zevkine erişeceğim, erişmeyi hedeflemekten ziyade buna varacağım diyorum çünkü öyle bir kitaptayım. güzergahım doğru çok sapamam. gül bahçesinin içindeyim, kötü bir koku duymam zor. pembenin kokusu ayrı çeker, kırmızının ayrı. hangisinden bahsedeyim, hani bir hikaye vardı en güzeli ararken en solgununa düşmüş de nasibi yapacağı bir şey kalmadığından buna razı olmuştu. ben solgununa denk gelemeyecek kadar diri bir bahçedeyim. oranın toprakları hep havalandırılmış, dalları budanmış, dikenler olsa olsa insanın içini gıdıklar. alem taş atsa dönüp bakmazsınız da bu gülden birine dokunsanız içiniz gider. kitap neyi vaad ediyor? bana göre şule hanımın hiçbir kitabında vaadi yok, iddiası yok. ama kitap iddialı ama kitap olmanın vaadini sunuyor. "her şeyi en iyi ben bilirim, en iyi ben anlatırım" edasından uzak. ne güzel, kendimden bir şey buldum diyorum okudukça. ne kötü diyorum kendimden bir şey buldukça. bunu zaman zaman burada okuduğum iletilerde bile hissediyorum. bazen ilk defa ismini duyduğum bir yazarın cümlesinde, bazen çok yakın bir arkadaşımın konuşmasında, bir işi yapışında. bu beni herkesleştiriyor. bu kadar mı farksızım yani? şahsıma münhasır ne var? farklı olmanın peşinde miyim bunu da düşünüyorum. değilim. sıradan olmak için bütün uğraşım, yani farklıyım da o yüzden uğraşıyor falan değilim düpedüz o sıradanlığı muhafaza etmenin uğraşı, kazanılmış değil, lutfedilmiş bir sıradanlığı yaşıyorum. bu rahatlığa hastayım, bir şeyler değiştirmek düşüncesine bile katlanamıyorum. ama bir şeyler değişsin de istiyorum. günlerin seyri değişsin, günün içindeki anların bendeki o kalbi o çok derin yansımaları değişsin istiyorum. bir fikre deli divane dalıp bazılarının ve hatta çoğu insanın hemen varacağı yargıya üç dört saatlik dalışlarımın neticesinde varmaktan yorulduğum için bunun değişmesini istiyorum. içimde bir yerde o nahif bir yan var, bunu biliyorum. bu nahif yanın bütünüyle içimi kemiren, içimi un ufak eden ve beni tümüyle dağıtan hatta senelerimi yok eden yanına tahammül edemiyorum. farklılığın neye denk düştüğünü düşününce de işler sarpa sarıyor. bu kayalığın dibinde ne işim var? gül bahçesine geri götürün, biri götürsün. ama alelade biri de götürmesin, benden saydığım biri götürsün. öyle biri ki onunla karşı karşıya geldiğimde kendimi göreyim istiyorum. herkesleşmek değil birleşmek tekleşmek arzusundan bahsediyorum. çok mu şey istiyorum? çok değil ki bahsettiğim şey, tek. teklikten bahsediyorum, üstüne üstüne gidiyorum bu tekliğin farklılığın, niye? ne önemi var ki? zamandan mı bahsediyorum, konu elimden kayıp gitti. arkasından koşacak kadar mecal bulamıyorum kendimde, konfor alanımı genişlettikçe çürüyeceğim. çürümenin beyanı bu. hadi cioran bak abicim işine. cioran filan demişken, şule gürbüz'den de bahsetmek ihtiyacı hasıl oldu. şule hanım'a derin bir saygı duyuyorum bunu durduramıyorum. bu saygı değerinin kaynağı ne diye düşünüyorum. neydi şule gürbüz değil de şule hanım dememin nedeni? sözgelimi, ismet özel'den bahsederken ismet ağabey derim de ismet bey demem, ancak şule gürbüz'den bahsederken şule hanım diyesimin gelme sebebi nedir? birine duyduğum derin saygı ötekinden daha mı az? bunu çözemiyorum, bir kitabi cümleyle beyan edemiyorum. şule gürbüz'ü sanırım tastamam bir hanımefendi olarak görüyorum. kendisi bahsetmişti bir mülakatında, ben çok kadın kadın değilim, ellerimde ojeler filan da yok diye. o da biliyordu elbette kadınlığın şeairi oje değildir, ruj değildir. peki nedir? bütünüyle şahsiyettir, düşünüştür, edadır. şule gürbüz hanımefendidir, makine taşırken de o dişlileri elleri yağa bulanırken de yazarken de konuşurken de. buraya bir ara yazmıştım, ben 20li yaşlarda ölmek istemem diye.- ölürsem de kürtçe mevlid okunsun demiştim, 1k'da vasiyetini bildirmek lol. - 20li yaşlarda bir olgunluk göremiyorum. aslında bunu söylerken utanıyorum. yaşımdan utanıyorum, başımdan utanıyorum. bu yaşta hala olgunlaşamamış olmaktan, ham olmaktan utanıyorum. ama tutmuş yine söylüyorum. sanırım ölüm fikri bana huzur veriyor, intihar değil ölüm. ölümün bir ferahlık hissini verdiğini derinden anlıyorum. bütün bu kaygılar bitecek, bir metroya yetişme, bir yemeği akşama yetiştirme, bir çocuğa okuma yazmayı vaktinde öğretmenin telaşı bitecek. hepsi ne sıradan ve güzel telaşeler, bunların nankörlüğünü yaşamıyorum, hepsiyle birlikte yaşamanın tadını alıyorum. işte hayat bence böyle, işte bu kadar. derin manalarını herkes kendi başına düşünsün işte, onlar çok şahsi çok da mahrem şeylerdir. ölünce 30lu yaşlarda asıl alemde olacağımız anlatılırdı, ben 5 yaşımda orda olmak isterdim. 5 yaşımdaki beni alıp karşıma kocaman sarılmak isterdim, onun hayallerini dinlemek isterdim, saçlarını okşamak, ağlarsam gözünün yaşını silmek, saçlarını el yordamıyla toplayıp elimle yüzüne su çalmak isterdim. şöyle omzundan tutup yavaşça kollarına ellerine varmak onu güzelce, şöyle kuvvetlice sıkmak tertemiz evet bu utanası yaşım başımda ama 5 yaş masumiyetiyle gülümsemek isterdim. bak ben sendenim, çok da uzak değilim öyle bir kötülüğüm de yok elle tutulası demek isterdim. şule hanım da çocukluğuna sarılmak istemiş, bu ne kadar ben. ben ne kadar herkesim. ne kadar da herkes ben. benlikten, olmaktan, olmamaktan söz ediyordu. shakespeare kadar söz edilmedi onun yazdıkları. eh tabi kimi kimle kıyaslıyoruz, bu metinde shakespeare'in, cioran'ın ne işi var? hiç. dalıp düşününce laf oraya gelmiş, dalınca düşünceler beni oraya götürmüştür. dalmak, dalıp gitmek. bu deyimi çok derin buluyorum. belki söyleyen her kimse artık öylesine söylemiştir, tesadüfen bulunan güzel, kıymetli sözcüklerdendir. işin burasında değilim. dalıp gitmek, hayatın mühim işlerindendir. insan kalkıp gidemez, bazen mekanda değişiklik yapamaz. işte o zaman kafamızın içinde bir yerlere gideriz, işte asıl ferahlık oradadır. kaçsan da çakılı kalan, ömrü billah yaşanılacak yer diye ömrün sermaye edildiği evler gibi emek verilmemişse kafadaki mekana, kaçılası, göçülesi topraklar da koymadıysa tüm emek zayi olmuştur. nereye kaçarsan kaç. kendimi bildim bileli duyarım, ışınlanma bulunacakmış da insanın tüm zerreleri bir başka yerde tekrar o istediği yerde olacakmış. yani zerreler yeniden halk olacak, rabbim neler duyuyorum. - irtica mood on- oysa insan kafasının içinde ne makinelere biner, ne ışınlanmalar yaşar da kimsenin ruhu duymaz. belki eklemek lazım, giden de bilmez bazen. kafamızda bir yere, bir insana, bir meseleye takılı kalmışızdır, büyümek ordan kendini çekip çıkarmak mümkünatsızdır. neden buna yelteniriz? o kadar mı kötü şeyler yaparız kendimize? kendimizi hiç mi sevmeyiz? kendimizi sevmenin birebir karşılığı nedir? diş fırçalamak, yüz, vücut maskeleri yapmak, kitap okumak falan mıdır? insan ruhunu, bir başkasının ruhuna değdirmese temiz kalır gibi gelir bana. "ne yapsam da benim ruhum seninkine değmese" ama bak seninkine. senden bahsederken ötekileştiriyorum seni öbürsüleştiriyorum. halkın uğruna olduğu, yüzü suyu hürmetine yaratılmışlar olarak ideal insanın "öteki ruh" kategorisine girmediğini düşünüyorum. o bendir ancak ben o olamamışımdır. ben daha olamamışım ki. -a'sı fazla. olmamışım. neye yetememekten bahsediyorum? kendime yetememekten mi? insan kendine de yetemeyecekse kime yetecek? sağlığında da yetemeyecekse hastalığında kim ona yetecek? hastalığın marazın sadece burun akıntısı, baş dönmesi, doku zedelenmesi olduğunu düşünmüyorum. kalbim incinmiştir, birinin merhem olması lazım. ama yalnız biri. ikincisi kalbe girmesin, o yalnız yorar. masaya yaşımı koydum, geç kalmışlıklarımı koydum. masa bile almadı. masa da masa değilmiş ha. böyle masa mı olur edip abi? sen nasıl koydun hepsini, o masadan bize de lazım. biz derken, benim düşüncelerim, inandıklarım, hezeyanlarım, kırgınlıklarım, sevinçlerim, bekleyişlerim, bekleyişlerim, bekleyişlerim. bekleyişler anna. laf dolandı birbirine. birbirine dolanan kendi içinde mecburi olarak bütünleşen şeyleri arıyorum. bu zorunlu uyumu arıyorum. saygının bu demek olduğunu düşünüyorum zaman zaman. zorunlulukla birlikte uyum göstermek. başka türlü insan bu horgörüyle ömrü güzelleştiremez. yok doğru yazdım, horgörü. kitap ne anlatıyor? kendini anlatıyor işte şule hanım. ne anlatsın? seni de anlatıyor, inanmazsın ama bizi de anlatıyor. nasıl bu kadar şeyi anlatabiliyor anlayamıyorum. kitabı da bitirdim diye o küçük kitaplığıma kaldıramıyorum. dönüp dönüp okuyorum, çünkü sürekli bir şeyleri saklıyorsunuz gibi geliyor. orada, sizin benden sakladıklarınız var. nasıl bu kadar sırlı duruyorsunuz? neden? herkes bir şeyler konuşuyor. ne konuşuyor bu insanlar? görüyorum yürüyen merdivenlerde bile koşar adım gidiyorlar, önündekini de takaza ediyor, her kimse o da nasipleniyor kalabalığın içinden. nereye gidiyor bu kadar insan? neyi kurtarıyorsunuz? kurtarılası ne var? hayır, o kadar boşvermiş değilim. ben albert camus değilim, camus beni çok yormuştu. "bugün annem öldü, belki de dün. bilmiyorum. bakımevinden bir telgraf aldım: anneniz öldü, cenazesi yarın kaldırılacak, saygılar. bundan pek bir şey anlaşılmıyor." bu cümleleri okuyunca yıkılmıştım, işin içine ana bacı katması hoşuma gitmemişti. okudukça anlamıştım ızdırabını. çektiği bir ızdırap mıydı? hayır, ne münasebet. oldukça kayıtsız bir adamdı mersault. neden mersault? ölüme kayıtsızlık bile bir yere kadar anlaşılır, insan kendi ölümünün sonucunu tahayyül edemez maddi vücuduyla baş edeceği bir hayat bırakılmamıştır ona, ancak şunu düşünüyorum: insan nasıl olur da annesinin ölümüne böyle kayıtsız kalabilir? ölüm kötü bir şey mi? kalanlar için elbette. gitmek, çalagitmektir. gitmek biraz tebdil-i mekandır, eh onda da ferahlık vardır. -eh annedir, cennet ayakları altındadır, ferahlık illaki vardır- ama kalan için belki yeryüzündeki cehennemdir. insanın yeryüzündeki cehennemi budur, sevdiğinden yoksun kalmak. çok iddialı sözler değil mi... bana da öyle gelliyor. insanın yeryüzündeki cehennemi belki direkt açlıktır, susuzluktur, işte maslow ne diyorsa odur. ne diyordum unuttum, dalıp gittim. dalıp gitmek yine beni alıkoydu. bu kitapta "cansın" isimli bir bölüm var. cansın, bir erkek çocuğu. bir gün duş almak için küvete giriyor. küvete sığamıyor bacakları, kafası fayansa değince rahatsız oluyor. o sırada küvetteki suya dalıyor. suya dalmak... suya dalıp gitmek. allah'ım çok huzurlu hissediyorum kendimi, cansın'dan daha fazla. bacon'ın kitabını yırt, vur, kır parçala, bu maçı kazan cansın! cansın ya sen neden kız çocuğu gibisin? aslan bey peki siz neden bir kadın gibi düşünüyorsunuz? müzik hocası nasıl bu kadar zarif olabiliyor? bu karakterler neden insanın karşısına şu hayatta çıkmaz? şu hayat derken gerçek hayat. gerçek? bu hayat ne kadar gerçek? bilmiyorum, umrumda da değil. bu kitabı niye okudum? o konuşmayı niye yaptım? o gün niye öyle davrandım, birinin kalbini nasıl da tüm algılarımı kapatıp hiçe saydım? noldu bilmiyorum. o gün neden mesela akide şekeri yemiştim? hepsi olup bitince bir kılıf buluyorum. neden yaptığımı bittikten, olduktan sonra bir sebebe uygun hale getiriyorum. ben de zamanın farkında değilim. zaman ne o zaman kendilik mi? bilmem, ben olduktan sonra ona da bir kılıf bulurum heralde.
Zamanın Farkında
Zamanın FarkındaŞule Gürbüz · İletişim Yayıncılık · 20111,024 okunma
··
811 görüntüleme
Oza okurunun profil resmi
İçim coştu bu yazdıklarının karşısında. Öyle ki uzun upuzun bir yorum yapasım var. "hayat yahu bu, bir seraba bakıș demek ki" dedirten, her hikayesinde hikayeme mahzun bir bakış attıran, daha çok anlat daha çok dedirten bir Şule tanıdım bende, bütün kitaplarını okuyarak. Bunun için müteșekkirim. Erkek olsam așk derdine düşerdim de dizinin dibinde oturup öylece mest olup, ömrümü onu dinleyerek geçirmek isterdim. Șule Gürbüz çok özel bir kadın. Elleri, zihni bambaşka. O eller bir yandan bozuk saatleri tamir ederken, yazdıklarıysa benliğimde bambașka onarımlar peyda etti. Söz gelimi benim bu bozuk yüreğim yazdığı her satırda uzun uzun durdu. Yeniden atmaya başladığındaysa ritmi değiști. Ki Zamanın Farkında dahil üç kitabının anısı ağırdır bende . Katlimin müsebbibidir. Kalbimin celladının ilk ve son armağanlarıdır bana. Her dokunduğumda içimi paramparça eder de anılar, yine de vazgeçemem dönüp dönüp tekrar okumaktan, tekrar sarılıp sarmalamaktan. İnsan yarasını nasıl severmiş bende böyle böyle öğrendim işte bu kitaplarla. Kolay kolay kimseye de tavsiye etmem edemiyorum. Olur da anlayamaz anlar da anlatamaz anlatır da abartı bulur beğenmez diye korkarım. İmtina ederim. Şule Gürbüz de kitapları da ehline denk gelsin isterim. Ehline denk gelmemiş bir incinmișliğin içinde beyhude çırpınırken,beyhude çırpınanların dünyasındayken... Farkı farkedenden öte muazzam olanın ruhuna dokunan olmayı yeğlerim. Bilirim ki her farkı farketmek bazen iyi gelmez. Velhasıl Şule Gürbüz ve kitapları farklı olmanın ötesinde muazzamdır. Bu muazzam kitaplarda her daim kıymetlimdir. Aynı minvalde gönül bağlayanlara da selam olsun 🙋🏽‍♀️
nosthalgia okurunun profil resmi
ben onlardan mıyım bilmiyorum ama selam yerde kalmasın ve aleyküm selam. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Oza okurunun profil resmi
Onlardan olduğunu düşünüyorum bunca kelam üzerine :) değilsen bile nasiplenenlerdensin. Eh bu da az şey değil...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.