Gönderi

𝐁𝐢𝐳𝐢𝐦 𝐨𝐧𝐚𝐫ı𝐦𝐝𝐚𝐧 𝐛𝐚𝐡𝐬𝐞𝐭𝐦𝐞𝐦𝐢𝐳 𝐥𝐚𝐳ı𝐦. Kendi hayatımıza dönüp baktığımızda her insanda olduğu gibi bizde de sürekli mutlu hissetme eğilimimiz var. İçimizde en ufak bir hüzün keder olunca âdeta savaş açıyoruz kendimize en güçlü yıkıcı duygularla zırhlanıp.. Her zaman mutlu olmalıymışız talepkarlığı var üzerimizde,acıyı ötelemek isteyen bir zorbalığımız eşlik ediyor bize. Mutsuzluğumuz hakkında mutsuzluk Öfkemiz hakkında öfke duyuyoruz kendimize acımasızca yargılıyor ve karesini alıyoruz duygularımızın. Bizi acımasızca daha çok hırpalasınlar diye. Nasıl geliyor kulağa bu düşünceler 💭 Bir psikologumuz şunu diyor ki; Ne yetersiz yönlerimizle yüzleşmeye Ne suçluluğun dönüştürücü kramplarına Ne yalnızlığın doğurganlığına yüz verdiğimiz yok.. Haksızmışım diyip onarmaktan Suçluymuşum diyip değişmekten Yanılmışım diyip düzeltmekten Çok korkuyoruz.. Bizim bütün bu duygulara oda açmamız gerekmez mi ? Kendi ruhsal ekosistemimizde nasıl sadece belli aralıklarda besinler tükettiğimizde bağışıklığımız zayıflıyorsa Sadece belirli aralıklarla bazı duyguları hissetmeye çalışmak Keza onlardan kaçmayı tercih etmek topraklarımızı çoraklaştırmaktan başka hiçbir getirisi olmayacaktır. Olan oldu,her ne olduysa bunlar bize oldu. Bunlarla kurban psikolojisiyle yaşamaktansa alıp içimizin en güzel yerlerine çiçek diye ekebilmeliyiz. Ders alabilmeliyiz. Alamasakta yaşadığımız olayların her birinin içinde hikayeler var,anılar var,şiirler var. Bunlar bizim travmalarımız olabilir; Çocukluğumuzda yaşadıklarımız,ilişkilerimiz,başarısızlıklarımız,sevgisizliğimiz.. her biri ayrı bir travmaya dönüşebilir; Bununla ilgili bir örneğe yer vermek istiyorum. “Diyelim ki evinize bir hırsız geldi,yağmaladı,evinizde bir yangın çıkardı,evsiz barksız kaldınız.” Travmalar böyledir,yerinden oynatır hayatınızın taşlarını.. Büyük bir travmadan sonra insanlar ikiye ayrılır: Kimileri hırsıza ve hırsızlığa travmalı olurlar,kimileri yaşamlarına kendilerini onarmak üzere devam ederler. “Nefretin olduğu yerde onarım olmaz.” Soygun olmuştur ama ruhumuzun soygunu devam ediyordur. Ancak travmanın harabesinden çıkarsak o zaman yeni bir BEN çıkar ortaya. Yeni kapılar başlarız çalmaya,yeni hayaller kurmaya.. Şerri hayra çeviren bir tılsım çıkarırız. Onardıkça tamir ettikçe hırsızın çalıştarı azalır içimizde. “Soygun rızka dönüştüğünde,onun çaldıkları kazandığımızın yanında hiçbir şeydir.” Her ne soyulduysa,ne kırıldıysa,ne bozulduysa içimiz ne soygunla ne soyguncuyla olmalı. “Asıl travma dışarıda olanın içimizde halen devam etmesidir.” Bizi yaraladığını düşündüğümüz duyguların buhranından linç etme yolunda değil süblime edebilme yolunda kurturulabiliriz. Linç edenlere avcı,dönüştürenlere sanatçı derler. Her birimizin fıtratında kötülük,haset,nefret,depresyon var. Bunları yok etmek yerine dönüştürebilelim ki insaniyetin olgunluğuna erdemine ulaşabilelim. “Nefretin harlı ateşinden,şefkatin kısık ateşine geçip yanmaktan pişmeye evrilmezsek hiçbir acımızı kendi onarımımıza dönüştüremeyiz.” Biz “sahip olmaktan” önce “olma’yı” unutuyoruz. Bunu isterken istediklerimizin içini boşaltıyoruz. Barış adı altında “savaş” Dinin adı altında “dinsizlik” .. Bizim her şeyden önce onarmayı,onarabilmeyi,onarılabilmeyi öğrenmemiz gerek.. Duyduğum en güzel cümlelerle sonlandırmak istiyorum ki; “Hakperestin işi bazen inkarcısı olmaktır batılın, Bazen sapkını olmaktır yanlış yolun, Bazen inananı olmaktır hurafelerin, Bazen bir yerlerin haini olmak zorundayız” içimizdeki buhranların dehlizinden kurtulabilmek için.. Avcı değil sanatçı olmak zorundayız, Nefretten şefkate dönüşebilmek zorundayız. “Dönüştürebilen insanlar acılarını kabul ile eritirler içlerinde,çiğneyerek,misafir ederek yolcularlar.. Başımıza ne gelecekse gelecek o kavşakta bir seçim yapmalıyız. Başına gelecek acılarda YANACAK MISIN ,PİŞECEK MİSİN kederlerinde ?
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.