Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Felsefe tarihinde önemli bir düşünür olan Aristoteles mantık, metafizik, matematik ve fizik alanlarında yaptığı çalışmalarla günümüze kadar katkı da bulunmuş ve bu alanların gelişmesini sağlamıştır. Bunların yanında gökyüzü, zooloji, siyaset, ahlak, biyoloji, gibi alanlara da yönelmiş ve birçok disipline ilişkin bilgi ve birikime sahip olmuştur. ​Aristo, her ne kadar Platon'un öğrencisi olsa da bilgi felsefesi ve siyaset felsefesi gibi pek çok alanda, birbirlerine ters düşünceleri mevcuttur. Platon, bilginin nesnelerinin bu dünyada yeri olmadığını, idealar dünyasının varlığını savunurken Aristo, duyu organlarımızın algıladığı nesneler ile bilginin nesnelerinin bir ve aynı olduğunu düşünür. Ayrıca Platon ebedi ve kusursuz bir devlet teorisini ileri sürerken Aristoteles döneminin mevcut devlet sistemlerini inceleyerek var olanın arasından en iyiyi bulmaya çalışmıştır. İki düşünürün değişime bakış açısı da farklıdır. Platon'a göre değişimin sebebi zıtlıklardır, buna karşın Aristo'ya göre değişimin sebebi, değişimin doğal bir töz olmasıdır. GİRİŞ ​Batı Düşünce tarihinin en etkili düşünürlerinden biri olan Aristoteles’i benim kalemimden okuyalım istedim. Kısa bir giriş yaptıktan sonra Aristo’nun gözünden konu başlıkları oluşturarak günümüze kadar devam eden pek çok çalışma alanının temellerini atan Aristo'nun felsefe alanında neden bu kadar etkili olduğunu irdeleyeceğiz. ​Platon'un ölümünden sonra yerine kendisini geçirmemesi üzerine Aristo'nun Atina’dan ayıldığı düşünülmektedir. Aristoteles, MÖ 343’te Makedonya Kralı Philippos’un sarayına, oğlu İskender’in eğitimini üstlenmek üzere çağırılmıştır. Philippos’un ölümünden sonra MÖ 335'te İskender iktidara geçmiştir. Bunun üzerine Aristoteles, Atina’ya dönüp Akademeia’ya rakip olarak kendi okulunu, Lykeion’u ya da diğer adıyla Peripatos ’u kurmuştur. MÖ 323’te İskender ölünce Atina’da Makedonya aleyhtarlığı başlamıştır. Aristo, hem Makedonya taraftarı olmakla hem de dinsizlikle suçlanmıştır. Sokrates ile aynı kaderi paylaşmak yerine, kendi deyişiyle Atinalılara ikinci defa felsefeye karşı bir suç işlemelerini fırsat vermeyerek şehirden ayrılmıştır. Aristo daha sonra MÖ 322 yılında Yunanistan'ın Stagira şehrinde hayata gözlerini yummuştur. ​Aristoteles, ele aldığı soruları sistematik olarak inceler. Bunun için öncelikle ele alınan konu ile ilgili olguları ve bu konu üzerinde daha önce söylenmiş olanları bir araya toplar; ardından bu olgulara dayanarak kendi anlayışını temellendirmeye ve kendisinden önce ileri sürülmüş olan teorileri eleştirmeye çalışır. ​ Antik Yunan kitaplarında bir sistematik sıralama ve konu bağlantısı bulunmamaktadır. Bu nedenle kitapların anlaşılması oldukça zordur. Ama asıl sorun, kitaplar Yunancadan İngilizceye ve İngilizceden diğer dillere çevrildikleri için kelime bütünlükleri eksik kalmaktadır. Çeviri kitapların daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla sürekli araya giren çevirmen açıklamaları bulunmaktadır. Mesela Aristoteles’in Remzi Kitabevi tarafından çevrilen Politika isimli kitabında çevirmen Mete Tunçay’ın açıklamaları kitabı daha anlaşılır kılmaktadır. Bu konuda Mete Tunçay’a emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum. İki ağız yerine tek ağza düşmesi amacıyla İngilizceye çevrilen kitaplardan da destek alarak bir çalışma ortaya koymak istiyorum. Mezkûr çalışmam şu konu başlıklarından oluşmaktadır: "Varlığın Özü", "Hane Kavramı", "Aile Yönetimi", "Kent (Polis)", "Kölelik", "Kazanç Sanatı", "Erdem Kavramı", "En İyi Rejim", "Yurttaşlık", "Kim Yönetecek?", "Yasa" ve "Eğitim". ​a.​Varlığın Özü: ​​Varlık, özne ve nesne arasındaki ilişkidir. Platon, bilginin nesnelerinin bu dünyada var olmadığını savunurken, Aristo duyu organlarımızda tanımladığımız nesnelerin var olduğunu savunmuştur. Aristo varlığı "idea" olarak kabul eder, ancak ona göre "idea", varlığın dışında değil, varlığın kendisiyle birliktedir. "Aristoteles için de yokluktan var olmak söz konusu değildir, buna mukabil göreli anlamda bir yokluk söz konusudur. Oluş ve değişme ise bu göreli anlamda yokluktan, yani madde veya kuvveden gerçek anlamda varlığa, yani forma ve fiile gidiştir. “Bir özneye (töz) yüklenmiş olmaksızın bir niteliğin (kategori) varlığı ne kadar imkânsızsa, bir nitelikle yüklenmemiş bir öznenin varlığı o kadar imkânsızdır”, “gerçek dünyada var olan şey her zaman madde ve formun bileşiminden meydana gelen bireydir (tikel)”. ​​Meşai ekolüne de yön veren Aristo’nun İslam dünyasında yeri derindir. Aristo’nun hakikatin hiçbir konuda değişmemesi düşüncesi ile İslam’ın konuya bakış açısı aynıdır. Ayrıca, Aristo'nun, Sokrat sonrası bütün bitirmişlikleri sistematik bir şekilde otaya koyup yazması sayesinde, İslam-i düşünürlerden İbn Rüşt ve ibn Bacce başta olmak üzere pek çok filozof ondan etkilenmişlerdir. ​​Sokrates’ten önce pek çok düşünür doğa felsefesi üzerine eğilirken, Aristo maddeden bir nebze uzaklaşmıştır. ​b.​Hane Kavramı: ​​Ev, yani kamu dışındaki alan Oikos olarak tanımlanmaktadır. Oikos, kölelerin yemek, içmek ve üremek gibi yaşamsal ihtiyaçlarını karşıladığı yerdir. Hane, devletin olmazsa olmazıdır. Hane üç ana ilişkiden oluşur. Baba ve çocuk ilişkisi bunların ilkidir. Efendi ve köle ise ikinci ilişki grubumuzdur. Son olarak karı koca ilişkisi ise haneyi oluşturan üçüncü temel ilişkidir. İşte Aristo bunların yönetilmesine politika demektedir. Efendi ve köle ilişkisine despotluk, baba ve çocuk ilişkisine babalık, karı koca ilişkisine kocalık kelimeleri üzerinden bakmak gerekir. Aslında bu üçünün dışında dördüncü bir mevzu işe kazanç meselesidir. Bu konuya da köleler kısmında değineceğim. ​​Aristo'ya göre, hane yönetimi olmadan devlet yönetimi olmaz. Evlilik sanatı, çocuk yetiştirme sanatı gibi konulara Aristo tek tek değinmiştir. Bu konularda Sokrates’le ayrı düşünmektedir. Aristo'ya göre önce zaruri işler yapılmalı, ardından politika yapılmalıdır. ​​Hane nasıl yönetilmelidir ki devlet, devlet olabilsin? Hane yönetimi ile devlet yönetimi aynı şeyler midir? Efendilik etmek belli bir bilgiyi gerektirir. Bu bilgi evi yönetmekle ya da devleti yönetmekle aynıdır. Ev halkının yönetilmesi monarşidir. Ev halkı deyince aklımıza çocuk, kadın ve köle gelmelidir. Her evin tek bir yöneticisi vardır, oda hanenin reisidir. Hane içi ahlak çok önemlidir, çünkü hanede olsa insan yetiştirilecektir. ​​Aristo her şeyin tabi haline bakmak ister. Doğa gereği kadın ve erkek ile köle ve efendi ilişkisinin olduğunu vurgular. Kadın ve erkek tabiatını doğadan gelen bir güçlü-güçsüz ilişkisine dayandırır. Bizim pek bu dönem hakkında algılamakta zorlandığımız kısım ise köle ve efendi ilişkisidir. Kölelik başlığı altında bu konuya iyice eğileceğiz ama Yunanlılar için gayet tabi olan bu mevzuya Aristo şu şekilde yaklaşmaktadır: Yunan olmayanlar köle olabilirler. Yunanlar da köle olanları yönetebilirler. Tamda bu noktada Aristo’nun kadına bakış açısın irdelemek isterim. Kadınları tek bir şartla kölelerden üst görmektedir. O şart ise Yunan olma şartıdır. Tabi Yunan bir kadınsanız köleden daha değerlisiniz, fakat Yunan bir erkekten daima alt sınıftasınızdır. Ama barbar olan yani Yunan olmayanlar için bu ayrım yoktur. Yunan olmayan kadın ve köle aynıdır. ​c.​Kent (Polis): ​​İlk Polisler, İyonya olarak tabir edilen Anadolu’nun ege kıyılarında kalan bölgede kurulmuşlardır. Polis, herhangi bir topluluk gibi bir iyiyi hedefler. Politik bir ortaklık olan kent, en üstün değeri gerçekleştirmelidir. Devlet kurmak en iyi ahlâki değeri uygulamak için yapılır. Hane ve köyler, polisleri yani devleti oluştururlar. Her ortaklık polis olmayı hedefler. Polislerin birleşmesiyle birlikte metropoller oluşmaktadır. ​​İnsan, doğal olarak polisin içine doğar. İşte bu yüzden insan politik bir hayvandır. Burada politik kelimesi kenti, polisi, ahlâki değerleri olan bir yaşamı temsil etmektedir. ​​ Her şey işlevi ve ölçüleriyle bölünmelidir. Asıl adalet anlayışı budur. İsimleri aynı olsa bile adaletli olan işlevine bakmaktır. ​ ​Aristo’ya göre birey kentten ayrılırsa kendi başına yaşayamaz. Eğer yaşayabiliyorsa ya vahşi bir hayvandır ya da tanrıdır. İnsan mükemmelken en iyidir.Ama yasa ve adalete aykırı davranırsa en kötüdür. En kötü, erdemsizliktir. Adaletten kasıt ise politik ortaklıkları düzenleyen şeydir. ​​İnsanlar arasında pek çok yaşayış çeşidi vardır. İlki, göçebeler yani çobanlardır. Onlar, çok az çalışır, çünkü evcil hayvanlardan en az emek ve en çok rahatlıkla yiyecek elde edebilen bunlardır. İkinci grup ise avcılardır. Yakalayabildikleriyle geçinenlerin hepsi düpe düz yağmacılardır. Balıkçılar bu gruba girebilir. Son olarak en büyük sınıf çiftçilerdir. Topraktan ve topraktaki yetiştirilen ürünlerden geçinmektedirler. ​ç.​Kölelik: ​​Köle en genel manada, hürriyetten mahrum olan (özgür olmayan), başkasının mülkü olarak alınıp satılabilen, iktisadi bir araç olarak kabul edilen, ehliyetsiz, diğer insanlarla eşit haklara sahip olmayan ve bir efendiye bağımlı olan insan anlamına gelmektedir. Westerman’dan aktarılan bilgilere göre kölelik şu şekilde açıklanmaktadır: “Bütün köle sistemleri, toplumsal yapının temel fikirleri olarak derinlemesine yerleşmiş, birkaç benzerliğin dışında aynı çekirdek oluşumu içinde gelişen bir bütünselliktir. Bu temel fikirler arasında kuşkusuz, kölelerin azaltma sistemi de sayılmalıdır. Çünkü bu sistem, köleleri ve kendilerini özgür hale getiren toplumları kaynaştırmıştır.” ​​Kölelik doğanın bir getirisidir. Yaşamsal gereç için bir araçtır. Köle başkasına aittir. Dümencini dümeni cansız, dümencinin gözcüsü canlı araçtır. Köleler de birer araçtır. Mal eylem içindir. Köle efendinin tam malıdır. Bu durumu günümüzde her ne kadar yadırgansa da, gibi değil, Helenler için o dönemin şartlarında çok normaldir. Hatta belki Aristo bu konuyu o kadar önem vererek anlatmamıştır. Çünkü bu zaten olağan bir durumdur. Eğer Antik dönemi şuan ki olgularla anlamaya çalışırsak çok zorlanırız. ​​Aristo’ya göre zihnin arzu üzerindeki tutumu da politikadır. Çünkü politika, yöneten ve yönetilin arasındaki ilişkidir. Efendi ve köle arasındaki ilişki ile erkek ve dişi arasındaki ilişki doğadan gelen üstünlüğe örneklerdir. Devlet adamı ile yurttaş arasındaki yönetim ilişkisinden akıl ve beden arasındaki üstünlük ilişkisine kadar birçok yerde yöneten ve yönetilen ilişkisi mevcuttur. İşte bu ilişkilere hep politika denmektedir. ​​Kölelik ve köle iki ayrı terimlerdir. Kölelik savaş sonrası zapt etme ile olur. Bir yeri ele geçirdiğinizde nasıl bir ahlâki değere sahip olmalısınız sorusu önemli bir husustur. Akıl ve ahlâk sahibi iseniz köleliği hak etmezsiniz. Soylu ama savaşta köle düşmüş köle iseniz, asla köle sayılmazsınız. Yani bazı kimseler hiçbir yerde köle olamazken, bazıları her yerde köledir. Hayvandan hayvan, insandan insan, iyiden iyi, soyludan da soylu doğar. Bu mantıkla köleden de köle doğar diyebiliriz. ​​Aristo’ya göre kölelik bilgisi ve eğitimi önemlidir. İyi bir köle nasıl olunur bilgisini ise efendi bilir. Efendi eğitimler verir. Kölenin ne yapması gerektiğini bilmek ise efendilik bilgisidir. Köle edinmekle değil, onu kullanmakla efendi olunur. Yönetici köleye emir vermeyi bilmelidir. ​d.​Kazanç Sanatı: ​​Geçimin temeli çalışma değil, mülkiyettir. Aristo, kazanç için çalışmanın ev yönetiminin bir parçası olup olmadığı konusunda emin değildir. Fakat ev yönetimi ve kazanç kesinlikle ayrı sayılmıştır. Hane yönetimi harcarken, kazanç yönetimi ise kazanır. Belli bir noktada mülkiyet sahibi olmanın, yurttaşlığın zorunlu bir koşulu olduğunu hatırlarsak bunun siyasal önemi açıkça anlaşılır. Mülkiyet edinme ve para kazanma sorunsalı ortaya burada çıkıyor. Bitkiler ve hayvanlar doğal olarak bize verilmiştir. Onlar bizim mülkiyetimizdedir. ​​Aristo'ya göre doğada para yoktur. Zorunlu olarak ortaya çıkmıştır. Değeri parayla ölçülen şeye mal denmektedir. ‘’Para, yüzyıllardır bir mal veya hizmeti satın almak için kullanılan, üzerinde değerleri yazılı olan, kâğıt ya da metal bir nesne olarak tanımlanmaktadır. Karşılıklı olarak alım-satım işlemlerinin gerçekleştiği en temel alıcı-satıcı ilişkisinden, en karmaşık işlemlere kadar her alanda kullanılan para, günümüze kadar gelen bir değişim aracı olmuştur. Ancak eski çağda değişim aracı olarak kâğıt para öncesinde madeni paralar kullanılmaya başlanmış ve altın, gümüş gibi kıymetli varlıklar ile bu değişim işlemleri ​gerçekleşmiştir.’’ ​​Servet çoğu kez para yığınından ibarettir. Zenginliğin bu yüzden sınırı yoktur. İnsanın içine bir kere hırs girdiği zaman biriktirme hevesi artmaktadır. ​​Hane yöneticisi kazanç düşünmez. Köleler kazanır ve efendiler harcar. Politika ise bu zorunlu hane işleri yapıldıktan sonra yapılır. Zaten siyaset ve felsefe stresten uzak insanların yapabileceği şeylerdir. ​​Tamda bu noktada, sosyal bilimci Abraham Maslow 'un ihtiyaçlar piramidi teorisinde, kişinin kendisini gerçekleştirmesine ilişkin bu durumu insanın yaşamındaki gereksinimleri basamaklar anlatması aklıma gelmektedir. Teoriye göre belli bir hiyerarşi içerisinde en temel ihtiyaçlardan hareketle alt seviyedeki bir ihtiyaç karşılanmadan bir üst basmağa geçmektedir. Yani yaşamsal ihtiyaçlarımızı tamamlamadan üst basamaklara geçemiyoruz. Maslow ihtiyaçlar teorisinde fizyolojik ihtiyaçlardan sonraki basamak, güvenlik ihtiyacını belirtmekte ve bireylerin güvenlik ihtiyacı giderilmeden bir üst basamağa geçilemeyeceğinden bahsetmektedir. Dolayısıyla, güvenlik ihtiyacı karşılanmadan; aidiyet, sevgi, kendine saygı ve kendini gerçekleştirme gibi ihtiyaçlarını karşılamak adına bir girişimde bulunulması mümkün görülmemektedir. Hane halkı, krallar ve düşünürler temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamalılar ki diğer basamaklara siyaset yapmak için geçilebilsin. Bunu halk arasındaki şöylemle ifade etmek mümkündür; Ne zamanki Ege’de zenginlik ve refah kendini gösterdi, o zaman felsefe altın çağını yaşamaya başladı. İnsanın zihni rahat olunca hem fikir üretebilmesi daha kolay olmaktadır. Bu şekilde insan hem felsefe yapabiliyor hem de siyasa üretebiliyor. Köleler kazanmalı efendilerin kafası rahat etmeli böylece efendiler siyasa üretebilmeliler. ​​Kazanç yöntemi ikiye ayrılmaktadır: Bunlardan ilki ticarettir. Diğeri ise kölelerin elde ettiği, fakat hane yöneticisinin yönettiği kazançtır. Ticaret, ayıp ve gizlice yapılması gereken bir husustur ve kendi kendine yetemeyip başkasına muhtaçlıktır. Bu yüzden kötüdür ve gizlice yapılması gerekir. ​e.​Erdem Kavramı: ​​ İsteneni tam veren kişi erdemlidir. Bu kısımda köleden ziyade hür insanın erdemine değineceğiz. Çünkü zaten kölenin kendine yetecek kadar erdemli olması kâfidir. Politikacı yani hür erkeler tam erdemli olmalıdırlar. Erdem kavramını Aristo erdemi, ahlaki erdemler ve dianoetik erdemler (bilgelik erdemleri) olmak üzere iki sınıfa ayırmıştır. Ahlaki erdemler; adalet, cesaret, ölçülülük, cömertlik, dostluk gibi iki aşırı uç arasındaki doğru ortayı (altın oranı) bulmaktan meydana gelen erdemlerdir. Dianoetik Erdemler (Bilgelik Erdemleri); entelektüel faaliyete bağlı olan ve şeylerin niçin olduklarını anlamak ve keşfetmekle belirlenen erdemlerdir. Bu erdemler teorik bilgelik ya da “Sophia” ile belirlenen erdemlerdir.’’ Erdem insanı hayvanlardan ayıran bir şeydir. Çünkü insanın aklı vardır. ​​Erdem, vasat olandır yani orta yoldur. Bir nevi ifrat ve tefritten kaçınmaktır diyebiliriz. Cömertlik erdemdir. Çünkü cimrilikten ve savurganlıktan en doğru orta yolu cömertliktir. ​​Kadınların, kölelerin ve çocukların erdem sahibi olup olmadığı sorusuna, her şeyden biraz bilgi sahibi olmalıdırlar cevabını verebiliriz. Eğer bunlar bütün erdemlere sahip olsalardı, o zaman yöneten ve yönetilen ilişkisi olmazdı. Kısacası, yöneten de yönetilen de bunlardan pay almalılardır ama hepsi aynı erdeme sahip olamazlar. Yöneten mükemmel, yönetilende gerektiği kadar erdem sahibidir. Erdem ruhun en iyi halidir. Zanaatkârlar ise kölelerden biraz daha iyi bir konumdadırlar ama onlarda tam bir erdeme sahibi olamazlar. ​f.​En İyi Rejim: ​​Politik yönetim, hürlerin ve eşit insanların üstünde yönetimdir. Politik yönetim deyince devletin yönetimini anlayabiliriz. Sokrates’ten farklı olarak Aristo'da ortaklık kavramları değişmektedir. Sokrates'e göre toplum homojen bir yapıdadır. Aristo ise polisin çokluk ve çeşitlilik içerdiğini ve herkesin farklı olduğunu ileri sürer. Platon, kadın ve çocukların polisin ortak evladı sayıp dayanışmayı isterken, Aristo’ya göre ruhun yapısı ile kantin yapısı aynıdır. Aristo, Platon’un devletindeki mülkiyet ortaklığını, kadın ve çocukların ortaklığını eleştirmektedir. Aristo'ya göre Platon'un ileri sürdüğü ortaklıklar, insanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasını engelleyecek ve suç oranlarını artıracaktır. ​​Platon'da ortaklık olduğu için aidiyet yoktur. Sokrates’te ise mülk kavramı eksiktir. Aristo'nun bu konuda Sokrates’i eleştirdiği başka bir dayanağı ise aşk ve dostluktur. Aristo, her şeyin ortak olduğu bir poliste sevgi oluşmaz demektedir. Ona göre özel ve hoş şeylerin olması, insanların birbirine sahip çıkmasını ve aşkı ortaya çıkarır. İnsan politik bir hayvandır demiştik. Yaşamın en iyi olması için birlikte yaşamak gerekir. İnsanlar birbirlerinin yardımına ihtiyaç duymasa da bir arada yaşamak isterler. ​g.​Yurttaşlık: ​​Yurttaşlar en çok demokrasilerde bulunmaktadır. Poliste bulunan herkes yurttaş değildir. Yurttaş dediğimiz kişiler, neyi yapıp neyi yapamayacağını bilen, kendine yeten kişilerdir. Yurttaşlık, kan bağıyla soydan gelen bir meziyettir. Yurttaşlık anneden ya da babadan veya hem anneden hem de babadan gelen bir üstünlüktür. Yani önceki nesilleri yurttaş olan kişinin kendisi de yurttaştır. Polis, hür insanların ortaklığıdır. Yönetenler yurttaş olmalı ve kazandıklarını halka vermelidirler. ​​Aristo, rejimler arasında en iyiyi bulmaya çalışırken, var olan bir rejimin değişmesi sonucu ortaya çıkan yurttaşlık sorununu da irdelemiştir. Yani bir rejimde yurttaş saydıklarımız yeni bir rejime geçildiğinde yurttaş sayılmalı mıdır? Ya da yurttaş olmaları için ne lazımdır? Bir insanın erdemi ile bir yurttaşın erdemi aynı olamaz. Bir insan, yönetme ve yönetilme erdemine sahipse bir yurttaştır. Sadece yönetme yetkinliğine sahip olanlar ise iyi birer insandırlar. Buradan anlaşılacağı gibi insan ve yurttaş farklı şeylerdir. Aynı poliste yaşayan herkes yurttaş olamaz. Zanaatkârlar yurttaş olmasalar da yaptıkları işten dolayı yurttaş sayılabilirler. Ama iyi bir polis zanaatkârlara yurttaşlık vermez. Çünkü kiralık işçiler yurttaş değillerdir. Zanaatkârlar zengin olursa yurttaş olabilirler. ​​Tüm bu anlattıklarımda Sokrates’e yakın tınılar duyabilirsiniz. Demokrasilerde bir kentte yaşayan herkes yurttaştır, yani siyasi paylara ve haklara sahip kişilerdir. Ama Aristo bunu yeğlemez. Aksine üstün bir soydan gelen grup tarafından yönetilmenin doğru olduğunu söyler. Zanaatkârlar gibi zengin zümrenin dâhil olduğu oligarşi yönetimine ise sıcak bakmaktadır. ​h.​Kim Yönetecek?: ​​Bir polisi kaç kişi nasıl yönetecek sorusuna Aristo’nun gözünden bakalım. Rejim, yönetilenin iyiliği içindir. Hasta nasıl iyileşmeden hastaneden çıkmak istemezse yönetende yönetileni bırakıp gitmek istemez. ​​Öncelikle hangi yaşamın en iyi olduğunu belirlemek lazım. Ardından en iyi yönetim biçimi ve politikanın belirlenmesi gelir. ​​Aristo'ya göre iyi yönetim biçimleri monarşi, aristokrasi ve polity/devlet denilen yapılardır. Kötü yönetim biçimleri ise tiranlık, oligarşi ve demokrasidir. Yöneten tek kişi olursa, yönetim biçimi monarşi; bu rejim bozulursa alacağı hâl tiranlık yani zorbalık rejimi olur. Yöneten birkaç kişi olursa, yönetim biçimi aristokrasi olur; bu rejim bozulursa oligarşiye döner. Yöneten birçok kişi olursa, yönetim biçimi devlet (polity) halini alır fakat bozulursa karşımıza demokrasi rejimi çıkar. Aristoteles anayasalar sınıflandırmasında doğru dediği anayasaların krallık, aristokrasi ve politeia anayasalarını doğru olduğundan bahsetmiştik. Doğru anayasaları doğru yapan şey iktidarı elinde bulunduranların anayasa yapma gücünü kamu yararına kullanmasıdır. Bu gücün bir kişinin, bir grubun veya bir çoğunluğun menfaati gözetilerek kullanılması durumunda ise Aristoteles’in sapma dediği yönetim biçimleri ortaya çıkmaktadır. Buradan ortaya çıkarak; üç doğru anayasadan bahsettiğimize göre, sapma biçimleri de bunların bozulmuş hali olduğundan, üç sapma türü karşımıza çıkmaktadır. Bunlar Krallığın, Aristokrasinin, Poltia’nın sapma biçimleri olarak sırayla “tiranlık”, aristokrasinin sapma biçimi olarak “oligarşi” ve siyasal yönetim de denilen Politeia’nın sapma biçimi olarak “demokrasi” yönetimi gösterilir’' ​ı.​Yasa: ​​Birlikte yaşamak için yasalar olmalıdır. Aristoteles, yönetim biçimlerini sınıflandırmaya anayasayı tanımlayarak başlar. Ona göre anayasa, devletlerin erk ve görevlerinin dağılımı, egemenliğin ve her topluluğun gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefin belirlenmesi amacıyla benimsenen düzenleniş biçimidir. Anayasa, orta sınıfa dayanan siyasal bir düzendir. En önemli anayasa kurucuları orta sınıftan çıkmaktadır. ​​İlk başta toplum, nerden çıktığı belli olmayan sözlü yasalar tarafından yönetilirken Thesmoi adı verilen bu yasaların soylular ve bir kısım yurttaşlar tarafından yorumlanması, diğer yurttaş kesimleri arasında büyük bir hoşnutsuzluğa neden olmuştur. Alt sınıfın hoşnutsuzluğu üzerine Drakon’a yeni ve yazılı bir ceza yazası hazırlatılmış, bu şekilde Nomoi adı verilen yazılı ve insan ürünü yasa kültürü ortaya çıkmıştır. Solon reformları ile yurttaşların siyasi hakları düzenlenmiştir. ​​Devlet yasa yapmayı kendine meşru bir görev edinmiştir. Weber; "Siyaset" isimli eserinde devleti “belirli bir coğrafya üzerinde şiddeti kullanma tekelini meşru biçimde elinde bulunduran insan topluluğu” olarak tanımlamıştır. Monarşilerde yasayı yapan da uygulayan da tek kişidir. Locke bu noktada ilk defa güçler ayrılığını öneren kişi olmuştur. Fakat Aristo, Monarkın değil, aristokratların yaptığı yasayı uygun görmektedir. Aristo'nun böyle düşünmesinde Sokrates’in bir Monark tarafından yargılanarak idam edilmesinin ve Aristo'nun da aynı şekilde idamla yargılanmasının büyük etkisi olduğu söylenebilir. ​i.​Eğitim: ​​Aristoteles, insanı geliştirip özgürleştirecek bir eğitim felsefesini benimsemektedir. Lyceum’da (Aristo'nun Okulu) matematik, metafizik, mantık, etik, estetik, siyaset, şiir, müzik, biyoloji, fizik ve retorik derslerine yer vermiştir. Aristoteles, özgür ve erdemli yurttaşların yetişmesini hedeflediği eğitim anlayışını evrelere ayırmıştır. Ona göre beden eğitiminin ruh eğitiminden önce gelmeli; eğitim, beden eğitimiyle başlayıp müzik eğitimiyle devam etmeli ve bilim ve felsefeyle doruk noktaya ulaşmalıdır. Öğrenmede, alışkanlık metodu ile akıl yoluyla öğrenme metotlarının etkili olduğunu; taklit, deneyim ve belleğin öğrenme sürecine katkılarının olduğunu savunur. ​​Aristoteles’e göre erdem, pratik bir akıl olmadan tam anlamıyla ortaya çıkmaz. Gençler, zihni manada olgunluğa ve pratik bilgeliğe erişmediklerinden, otorite sahibi olmak gereken kusursuz erdemden de yoksun olurlar. Yöneticinin erdemi, iyi adamın erdemidir. Genç birey, bu erdemden yoksundur. Ancak bu, genç bireyin tümüyle erdemden yoksun olması veyahut iyi bir vatandaş olmaması anlamına gelmez. Aristoteles, otoriteyi yaşlı insanlara yakıştırır. Yöneten ile yönetilen arasında eğitim farkı vardır. Bu fark genç ile olgun arasındaki doğal ve psikolojik fark ile açıklanabilir. “Bir yasa koyucunun birinci ödevinin, gençlerin eğitimini düzenlemek olduğuna hiç kimse karşı çıkamaz. Bu yapılmazsa her defasında anayasanın niteliğinin zarar göreceğine şüphe yoktur. Eğitim, yurttaşların kapsamı içinde yaşadıkları anayasayla ilişkilendirilmelidir.” ​​Vatandaşlar erdem konusunda bir eğitime tabi tutulmazlarsa, topluluk gerçekten bir devlete dönüşemez. Eğitim sayesinde insanlar tek tip hale getirilir. Böylelikle kalabalıklar, bir topluluğa dönüştürülür. Aristoteles zihni gelişimini tamamlamamış genç bir insanın, ihtiyatlı davranma ve derin düşünme konusunda yetersiz olduğunu savunur. Bu yüzden “en iyi insan” olarak görülemezler. Zihni gelişimin için aceleye gerek yoktur. Aristoteles’e göre; bir insanın zihni olgunluğu, bedenin 37 yaşındaki olgunluğundan farklı olarak ancak 50’li yaşlarındayken kendini gösterir. Bu nedenle genç bir insan ahlâki açıdan kusursuz olamaz. Aristoteles, Retorikası'nda genç insanları mantıklı hareket etme konusunda eksik görür. Fakat ona göre gençler, etik kuralları ve ayrımları kavrayabilecek ölçüde eğitilebilir. Aristoteles erdemi, gençlerin ahlak eğitimiyle ilişkilendirir. Ona göre erdemler ne doğayla ne de doğaya karşı ortaya çıkar. İnsanlar, erdemi alışkanlıkla edinir. Doğru eğitim, insanın mantıksız tarafını geliştirip kusursuz kılan, değerlere yönelik alıştırmadır. Böylece insan, doğru değerlendirmeler yapar ve doğru tutumlar sergiler. SONUÇ ​​Bu çalışmamda Aristo’nun bakış açısını anlayabilecek bir alt yapı oluşturmak için kısa bir çalışma yaptım. Aristo’nun varlık, mantık, siyaset, devlet, yönetim, hatta evren konusunda dahi akademik çalışmaları olmuştur. Günümüzdeki pek çok konunun temelini ortaya koyan Aristo, gerçekten takdire şayan bir filozoftur. Beni asıl etkileyen durum, Platon'un öğrencisi olmasına rağmen, hocasıyla pek çok alanda farklı düşünmesi olmuştur. Devlet yönetimi konusunda Sokrates gibi yeni bir şey üretmek yerine, elindeki imkânları kullanarak yaşadığı zamana göre ortak bir ideal sistemi oluşturma çabası bana daha radikal gelmektedir.
Politika
Politika
Aristoteles
Aristoteles
Mete Tunçay
Mete Tunçay
Politika
PolitikaAristoteles · Remzi Kitabevi · 2014874 okunma
·
601 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.