"Belki de biz böyle bir dünyayı hak etmek için fazlasıyla aptaldık."İthaki Bilimkurgu Klasikleri serisinden okuduğum 39. kitap oldu. "Kumsalda" isimli bu kitabı okumak, özellikle Corona virüsün insan ırkını tehdit ettiği şu günlerde beni derinden etkiledi ve ister istemez şu soruyu kendime sormama sebep oldu:
Acaba insanlık mı daha zararlı bu dünyaya, yoksa Corona virüs mü?
Vakit kaybetmeden kitabın konusunu sizlere açıklayıp bugünlerde insanlığı tehdit eden salgın hastalık ile Kumsalda isimli bu kitabın konusu arasındaki benzerlikleri anlatmak istiyorum. En sonda ise dünyanın ve insanlığın sonunun nasıl olacağını yazarın bakış açısı ile sizlere sunmaya çalışacağım.
Kumsalda, 1. ve 2. Dünya Savaşları'nın akabinde İngiliz yazar Nevil Shute tarafından yazılmış distopik bir roman. Yazar hem 1. Dünya Savaşı'nı hem de 2. Dünya Savaşı'nı yakından görmüş, hatta her iki savaşta da aktif rol almış bir pilottur. Dolayısıyla bir savaşın ne denli büyük yıkımlara sebep olduğunu ve kazananının olmadığını çok iyi bilmektedir.
Günümüzde de herkesin beklediği bir "büyük savaş" vardır. Bu savaş kimilerine göre ABD ile Rusya arasında çıkacaktır, kimilerine göre ABD ile Çin arasındaki ekonomik savaştır, kimilerine göre nükleer bir savaş olacaktır, kimilerine göre petrol savaşı olacaktır, kimilerine göre ise bütün Dünya ülkeleri bizi kıskanıyordur ve bu sebeple savaş çıkacaktır...
İşte Kumsalda isimli bu kitap, Kuzey Yarımküre'deki devletler arasında başlayan 3. Dünya Savaşı'nın sonrasında gerçekleşen olayları anlatmaktadır. Yazar daha kitabın hemen başlarında, 3. Dünya Savaşı'na katılan devletlerin nükleer silahları tedbirsizce kullanmaktan çekinmediklerini ve böylece insanlığın kaçınılmaz sonunu hazırladıklarını belirterek bizlere insanlığın yok olmasındaki asıl sebebi açık bir şekilde gösterir. Bunda hiçbir sorun yoktur, çünkü onun asıl işlemek istediği konu "sebep" değil, "sonuç"tur. İnsanlığın kaçınılmaz hazin sonucu...
Nükleer silahların kullanılmasıyla ortaya çıkan radyasyon serpintisi önce Kuzey Yarımküre'yi yok eder, akabindeyse durdurulamayan radyasyon bulutu hızlı bir şekilde güneye doğru ilerler. Güneyde, Avustralya'da hayatta kalan insanlığın son temsilcileri her geçen dakika ölüme yaklaşmaktadır. Çok kısa sürede ölümün onları da yakalayacağını bilen insanlar ise son ana kadar yaşama tutunmaya çalışırlar.
Yukarıda da belirttiğim gibi, yazar daha kitabın ilk sayfalarından itibaren kıyametin sessiz sakin yaklaştığı okuyucuya belirtiyor; sonumuzun yakın olduğunu iliklerimizde hissediyoruz. Her geçen dakika insanlık ölüme biraz daha yaklaşıyor ve insanlığın elinden hiçbir şey gelmiyor. Hayat devam etmektedir; fakat nereye kadar devam edecektir? Ne kadar da tanıdık hisler değil mi? Daha geçen ay Corona virüsün hızla yayıldığı ilk zamanlarda benzer hisleri yaşamadık mı?
İnsan çok kırılgan bir canlı. İşler yolundayken kendimizi yenilmez hissediyoruz; ama karşılaştığımız en ufak bir felakette ne kadar zayıf ve kırılgan olduğumuzu anında fark ediyoruz. Bir gün kendi soyumuzu kendimiz kıracağız. Kendi kendimize soykırım yapacağız ve bu suç olmayacak. Çünkü bize ceza verecek bir insan da yer yüzünde kalmayacak...
Kitapta hoşuma giden ve günümüzdeki salgın hastalıkla benzer durumlar içeren çok fazla ayrıntı vardı. Bunların birkaçını paylaşmak istiyorum:
- Radyasyona maruz kalan herkes birkaç gün içerisinde ölüyor. Hastalığın yayılma hızı, belirtileri ve insan vücudunu ele geçirme süresi Corona virüs ile neredeyse aynı. .. Kendisinden önce milyonlarca insanı öldüren radyasyona maruz kalan kişi içindeki umudu asla kaybetmiyor. "Benden önce hiç kimse hayatta kalmamış olabilir; ama ben bu hastalığı yenebilirim," diye düşünüyor. Sonuç: Milyonlarca "umut", sonrasında milyonlarca "ölüm."
- Peki Kuzey Yarımküre'deki savaşçı devletler yüzünden güneydeki masum insanlar ölmek zorunda mı? Bu çok büyük bir haksızlık değil mi? Çin'deki yaşam biçimi yüzünden masum insanların Corona virüs kapması ve ölmesi haksızlık değil mi?
- İnsanlar radyasyonun etkisine maruz kaldığını fark ettikten sonra kumsalda güneşlenmeye, bahçeleriyle ilgilenmeye, alışveriş yapmaya ve gündelik işlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Çünkü ölümü kabullenmekten başka yapacakları hiçbir şey yok. Kitaba asıl gücünü veren ve unutulmaz kılan şey de tam olarak bu sessiz ve gerçekçi kabulleniş zaten...
İşte yazar Nevil Shute, kıyametimizin hiç de öyle büyük gürültüler yaratacağını düşünmüyor. Onun tasvir ettiği kıyamet, sessizlik ve çaresizlik dolu...
Son bir soru: Yazarın kitapta bahsetmiş olduğu sessiz ve mutlak kıyametimiz, sizce Dünya'nın sonu mu demektir?
Cevap: “Dünyanın sonu değil ki bu," dedi. "Yalnızca bizim sonumuz. Dünya eskiden nasılsa yine öyle devam edecek. Tek farkla, artık biz olmayacağız. Hatta bizsiz gayet de iyi idare eder deme cüretini bile gösterebilirim."