Türkü Söylüyor Otlar
Sonunun baştan söylendiği bu roman 1950'lerin ırkçılığını, çiftçilik sistemini, dönemin sosyolojisini, iki yüzlülüğünü ele alıyor.
Rodezya 'da tek başına yaşayan, kendi ayakları üzerinde durabilen, herkesin arkadaşı ama kimsenin en yakın dostu olmayan, evlenmeyi aklından geçirmeyen "beyaz" kadın Mary zaman ilerledikçe arkadaşlarının onun yalnızlığını dedikodu malzemesi ettiğini duyar ve evlenmemesinin tercih değil beceriksizlik olduğunu düşünür. Telaşla evlenecek birini aramaya başlar. Çiftçi Dick ile yaptığı evlilik onu şehirden alır ve Afrika’nın fakir bozkır yaşamına sürükler. Siyahlar arasında, kavurucu sıcakta kalan Mary bütün hırsını uşaklarından çıkarmaktadır ve bütün komşularına kendini kapatmış "kendi dünyasında” yaşayan bir kadın olmuştur. Şehir yaşamını özleyen ve kocasının sonu hüsran olan bütün "para getirecek işlere" girip batması, sıcağın altında kavrulan Mary için çekilmez Olur. Dick’in hastalandığı bir dönemde tarlalara yönetime giden Mary kocasının bütün işlere el atıp da yarım bıraktığını görünce yönetimi ele almak ister. Zencilerden nefret eden Mary gözlerine bakarsa insan olduklarını kabul edeceği korkusuyla onlara kök söktürerek makina gibi çalıştırır. Su içmek isteyen Moeses’e kırbaç ile vurup çalışması için emreder fakat kendi de zenciye bu şekilde vurmasının bir geri dönüşü olabileceği korkusuna kapılarak korkar. Bu olaydan haberi olmayan Dick, Mary'nin evden sürekli uşak kovması üzerine Moses'i eve uşak yapar ve Mary'nin" kendi dünyasına" dokunan birileri sonunda çıkar. Fakat bir zencinin beyaz birinin yaşamına el uzatması büyük hakarettir.