Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Cemil Meriç: “Kadın Başkası İçin Yaşadıkça Mutludur” . . . Kadın Ruhunun Anahtarı, Merkezinin Kendi Dışında Oluşu Ne lüzum var inkâra: Erkek başka, kadın başka.. Herkesin bildiği vücut ve ruh farkları bir yana, kadını erkekten ayıran önemli bir fark var.. Aşağı yukarı ötekilerin temeli bu fark. Kadın özgecidir (diğergam), merkezi kendi dışındadır. Yani, hazlarının da kaygılarının da bir başkasıdır kaynağı: Sevdiği ve sevilmek istediği biri: Koca, çocuklar, baba, dost, vs… Çevresindekilerin ne sevinçlerine yabancı kalabilir, ne acılarına; kadın onlarsız kâm alamaz hayattan. Onlara beğendirmek için yaratır, onlar beğenmiyor diye yıkar. Onların hoşuna gitmeye çalışır. Damak zevkleri de kulak, göz, kafa zevkleri de vız gelir kadına. Düşündüğü ve kendisini düşünen biri yoksa, kendisiyle beraber kâm alacağı, kendisiyle beraber hareket edeceği biri yoksa zevk alamaz hayattan, yaratamaz, iş göremez. Başkaları için yaşamaya can atan kadın, kendisini başkalarına feda etmeye hazır olan kadın, başkalarından gördüğü iyiliklere sonsuz bir minnettarlık duyan kadın, başkalarından minnettarlık görmeyince, başkaları kendisiyle ilgilenmeyince, kendisi için yaşayacağı, kendisi için hayatını fedadan çekinmeyeceği biri olmayınca mahvolur. Böyle birine kavuşunca coşar, üzülüyorsa böyle birinden mahrum olduğu içindir. Yani, aydınlatacağı biri yoksa alevi söner kadının. Erkek öyle mi? Ne egoisttir o. Daha doğrusu merkezi kendi içindedir. Yani, yaşadığı dünyanın merkezi kendi şahsı, kendi çıkarı, kendi hazları, kendi meşgaleleridir. Tek başına yaşayabilir erkek, hayatın tadını çıkarabilir. Çevresindekiler sevinçliymiş, üzüntülüymüş ona ne! İlgilenmez başkalarıyla. Onlar da kendisiyle ilgilenmeyince fazla üzüntü duymaz. Kendi rahatını düşündüğü için her heyecandan kaçmak ister. Aşksız da yaşayabilir, kinsiz de. Sevinçli olmuş veya olmamış aldırmaz. Başkaları beğenmiş veya beğenmemiş umurunda mı? Çizdiği yolda yürür gider. Damak, göz, kulak zevklerine bayılır. Zengin olacak, hükmedecek herkese, kafasını geliştirecek. Hazlarının merkezi kendisi. Çocuklara bakın: Kız, bebeklere düşkündür. Erkek, tüfeğe. Kız, anne olmak ister, öğretmen, hastabakıcı olmak ister. Küçüklerle oynamaktan, onları okşamaktan, okşanmaktan hoşlanır. Kendisini annesine veya hocasına beğendirmek için deli divane olur. Erkek kendinden büyüklerini arar. Ya arabacı olmak ister, ya general. Kumanda edecek, herkes boyun eğecek ona. Durup dururken yardım etmez annesine, ya korktuğu için yardım eder ya mükâfat beklediği için. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Yaşlanan erkek kavgadan çekilir. Başkasının kendisiyle ilgilenmesini ister, ama kendisi hiç kimseyle ilgilenmek istemez. Fakat, yaşlanan kadın hayat kavgasından çekilmek şöyle dursun, çalışma sahasının daraldığını gördükçe kendini yer. Daha çok çalışmak ister, daha hassaslaşır. Kendini başkalarına feda edemeyince, ister ki başkaları doğruluğuna inandığı davaları için fedakârlık yapsınlar. Tapar torunlarına. Yavrular onun için hem büyük bir dert, hem büyük bir hazdır. Çocuklarından çok torunları için çırpınır. Kimsenin yaptıklarını beğenmez. Hep iş arar kendine. Hep kaygı arar. Arkada kalan yılların yalnız üzüntülerini hatırlar. Hayatın tadını çıkaracağı yıllarda eskisinden bin kat beter üzülür. Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın, çocuğu için hem süt anne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır. Uğrunda didineceği kimsesi yoksa, kendine bağlanacağı kimse yoksa ölür gider kadın. Evlenmemiş bir kız düşünün. Ne kardeşi var ne yeğeni. Sevmiyor ve sevilmiyor. Acılarını dindirecek kimsesi yok, fedakârlık edemiyor. Duyguları hiç kimsenin işine yaramıyor, ne öğretmen ne hemşire. Canlı bir hedefi yok. Ne olur bu kızcağız? Solar ve kurur. İşsizlik, ilgisizlik, en büyük felâket kadın için. Heyecansız bir hayat, bağlanamamak, kendine bağlayamamak. Ölümden beter. Kadın Neden Başkası İçin Yaşar? Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda ederler aşka. Dişi, kendini feda etmese hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakarlığı daha derin bir iç güdüden geliyor. Erkekte de kadında da hep aynı iç güdü. Büsbütün ölmemek kaygısı. Ölünceye kadar bunun için didinmiyor muyuz? Bir gönülde, bir kitapta bir mermerde yaşamak. Tabiat bu kubbede hoş bir seda bırakmamız için yaratmış aşkı. Aşkı ve ihtirası. İstikbale taşmak, adımızı bizden sonra yaşatmak, bir vücutta yeniden gençleşmek veya kafamızdan bir dünya yaratmak. Sonsuza damgamızı vurmak. Bu amaca varmak için hangi acıya katlanılmaz? Ebedîleşmek için ölmek. Anne çocuğu için her fedakârlığa katlanır. Erkek, eseri için. Acı, bir şehvet olur onlar için. Batan gemiden çocuklarını kurtaran kadın gülerek can verir… İhtiras, yani bir eserde gerçekleşmek, bir eserde yaşamak arzusu hem bir erkeği kanatlandırabilir hem kadını. Ama aşkta ebedîleşmek yalnız kadının imtiyazı. Ancak anne ölümsüzlüğünü bütün genişliği ile duyabilir. Varlığından bir parça gelişecek, istikbali fethedecek, yaşayacaktır. Ağaç meyve vermiştir artık. Kadın bunun için aşka susuzdur. Kendini sevgiye ve sevgiliye adayışı bundan. Başka biri için yaşayan onu sezmek, anlamak ihtiyacındadır. Kadın, bunun için daha çok sezgi, daha çok duygu. Hayatı yaratmak, yani başkasında yaşamak. Onu yarınlara götürecek olan: Çocuğu. Erkek için öyle mi? Onu ebediyete götüren köprü, çocuğu değildir. Vücudundan bir vücut çıkaramaz. O, kafasıyla, kalbiyle veya eliyle yaratmak zorundadır ebediyetini. Bunun için de varlığının merkezi kendisi. Kılavuzu, aklı ve menfaatleri. Erkek, hayatını feda eder de ihtiraslarından vazgeçemez.. Cinslerin ruh dünyasını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak imkansız. Ama kadının kaderine hükmeden bu alterocentrisme, erkeğin kişiliğini biçimlendiren ise egocentrisme. Çevresindeki insanlarla yürekten ilgilenmek kadının kadınlığından geliyor. Ama, çektiği acıların kaynağı da bu. İşte davanın can alacak noktası. Egoizmle zırhlanmayan için en âsûde hayat korkunçlaşır. Hayatın belkemiği: Egoizm. Kendi yolunu aydınlatan bir fenerdir egoizm. Egoistin, hedefine varmak için kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Nereye gittiğini bilir ve tek başına yürüyebilir. Özgeci (diğergam kimse/kadın) yapamaz bunu. O, yalnız sevmek ve sevilmek için değil, yürümek için de başkalarına muhtaçtır. Bir sarmaşıktır özgeci. Kuru bir dalı, soğuk sert bir duvarı çiçeklerle, yapraklarla donatmak isteyen bir sarmaşık. Dayanacağı, kucaklayacağı kuru bir gövde yoksa solar. Cansız bir duvar yaşatır onu. Kadın egoizmden mahrum, yani belkemiksiz. Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır. Bu susuzluk zekâ noksanlığından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin eseriymiş. Yalan. En iyi terbiye bile kadının bu başkasına dayanma hasletini yok edemez. Bilakis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür. Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın: Düşünceler, düşünceler. Hangisini seçecek? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar? Kadının zekâsı seziştir, muhakemeye dayanmaz. Bu zekâ uçarak varır hedefe. Adım adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır? Bulduğu, gerçeğin kendisi midir? Bu sualler mahveder onu. Demek, kadın zeki olduğu ölçüde kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini değerlendirecek. Yoksa, limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz. Ancak erkekleşen kadın böyle bir yardıma ihtiyaç duymaz. Kadın, kadın kaldıkça desteksiz edemez… Arzular da kâh büyük, kâh küçük. Hep aynı değiller ki… Yani minnacık bir arzu için büyük dertler hazırlamıyor muyuz kendimize? Kadın, işine gelenle gelmeyeni birbirinden ayıracak ölçülerden mahrum. Hedefini bir başkasının göstermesi lazım. Yoksa kâh sezişlerine tekeder kendini, kâh zaaflarına. Saatten saate, dakikadan dakikaya değişir. Sevdikleri kendi dışında. Sırf kendi zekâsı, kendi gücü, kendi imkânlarıyla nasıl varsın onlara? Bu meş’um aşk onu ister istemez başkalarına bağlar. Erkekler her istediğini elde edebilir. Sabretmesi, çalışması yeter. Zengin de olur, yükselir de. Hedefe bir başına erişebilir. Kadının değişmeyen, elle tutulur bir hedefi yok ki. Sevgi kaderin kaprisi. Erken veya geç doğmak, falan ülkeden, falan tabakadan olmak, sevimli olmak, rüyasındaki erkekle beş yıl evvel, beş yıl sonra karşılaşmak. Hayatı tesadüfün elinde. Çevresindekiler onu sevmiyorsa ne yapabilir? İrâdesiyle, zekâsıyla, gayretiyle sevdirebilir mi kendini? Aşk satın alınamaz, menfaatle ilgisi yok. Aşk, kadının bütün hayatı. Ve aşk baştan başa kapris. Ne facia! Facia bu kadarla da bitmiyor. Başkalarında yaşayan kadın, başkalarının gönlüne, başkalarının zevklerine ferman dinletemeyeceği için ıstırap içindedir. Duygularıyla menfaatlerini bağdaştıramadığı için ıstırap içindedir… Kadının saadeti ne kazanacağı şöhrette, ne yükseleceği mevkidedir. O sevmek ve sevilmek ister. Hayatı yaratmak, gözyaşlarını kurutmak, çevresindeki bütün canlıları mutluluğa kavuşturmak ister. Bütün sevinçlerinin, bütün kaygılarının kaynağı budur. Ama arzularıyla menfaatleri boyuna çatışmaktadır. Çocukları olacak, geceleri uykularını feda edecek. Ömür boyu kahırlarını çekecek. Bunda ne çıkarı var kadının? Çocuk yapınca daha mı sıhhatli olacak? Şöhreti mi artacak, itibarı mı? Genç kız baba ocağının sevgilisi, göz bebeğidir çok defa. Dilediği gibi yaşar, dilediği gibi harcar. Hürriyetini, rahatını, içtimai mevkiini, hatta bazen şöhretini bırakıp bir erkeğin peşine düşmek. Hem de çok defa feda ettiklerine karşılık kendisine ıstıraptan başka hiçbir şey vermeyecek olan bir erkeğin peşine. Bu mu menfaat? “Evet eskiden kadın sevgiye atıyordu kendini, başkaları için yaşıyordu; bugün de, çekinerek başkaları için yaşayanlar var. Ahmakça bir soyaçekiş, alışkanlık. Bu gerici yönelişleri ayaklar altına alacağız, biz yeni kuşaklar baştan başa değiştireceğiz.” İhtiyar tarih, ilk defa duymuyor bu lakırtıları. Mâziyi yıkmak isteyen ilk nesil siz değilsiniz. Ama zavallı dostlarım, kadın oldukça uzun bir zaman güya çıkarı peşinde koştuktan, bağımsızlığına kavuştuktan, şöhret servet kazandıktan sonra sahneden çekildi, bir de baktık ki bir hayale kaptırmış kendini. Dimyata pirince giderken… İkbal avutamamış onu, alış doyuramamış. Gerçek sevinci ferâgatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş. Erkeğin tatmadığı bir acı bu. İstediği, irâdesine tâbi onun. Menfaatleri çok defa arzularıyla âhenk halinde… Bitmedi. Kadının sevdikleri hep aynı kalmazlar. Boyuna değişir arzuları, değer ölçüleri değişir. Delikanlı, nişanlısından şiir ister, zarâfet, tabiilik, toyluk ister. Aynı delikanlı, koca oldu mu kadından sadece evini idare etmesini, tecrübeli olmasını, hesaplı kitaplı olmasını ister. Hakkı var. Erkek için hayatın gayesi aşk değildir. Sittin sene aşkla uğraşamaz. Ama kadın bu yeni isteklere nasıl uydursun kendisini? Nasıl acı çekmesin? Çocuk annesinin bir dakika yanından ayrılmasını istemez. Her an bakım bekler. Teselli bekler. Yıllar geçer çocuk delikanlı olur. Annesinin kendisini rahat bırakmasını ister. Öğütleri, tecrübeleri öfkelendirir onu. Kendi başına buyruk yaşamak ister. Haklıdır da. Kendisi tecrübe edecek hayatı. Başkasının tecrübesi işine yaramaz ki. Ama anne buna nasıl katlansın? Ömür boyu başlıca vazifesinin çocuğuna yardım etmek, onunla ilgilenmek olduğuna inanmış. Bu alışkanlıktan vazgeçebilir mi bir anda? İşte yeni çatışmalar, yeni trajediler… Erkek bütün bunların dışındadır. Onun sevgilileri zamanla değişmez. Birbirleriyle çatışmazlar. Erkek zafere ve şöhrete erişmek için boyuna yolunu değiştirmek zorunda değildir. Hatta hep aynı yönde ilerlediği ölçüde başarıya ulaşır… Demek ki kadının kurbanı olduğu trajedilerin kaynağı ne aksi tesadüfler, ne beşeri kanunlar, ne erkeklerin kötü oluşudur. Bu facianın kaynağı, kadının misyonu. Başkalarına ihtiyacı oluşu, başkalarını sevişi. Başkaları tarafından sevilmek isteyişi. Kanuni durumunu düzeltmişiz, mesut olacak değil ki. Kadını mesut etmek için erkeği terbiye etmek lazım. Erkek kadını daha iyi anlamalı, ona daha iyi yardım edebilmeli ki, acıları dinsin kadının. Kadının arzularını tanımadan onu nasıl mutluluğa eriştirebiliriz, onu ve onunla birlikte erkeği yani cemiyeti? Bunun için hem erkeği, hem kadını aydınlatmak, ikisini de faydasız anlaşmazlıklardan kurtarmak lazım. Cemil Meriç, Kırk Ambar, II. Cilt
··
209 görüntüleme
Neşe okurunun profil resmi
Kadın erkeğin sevgisine muhtaç, ilgiye muhtaç, sevmezse sevilmezse ilgisiz kalmış çiçek gibi solar gider vs vs... Tüm ataerkil toplumların, yetişirken kız çocuklarına böyle duygular aşılamasından, kızların böyle anneleri örnek almasından kaynaklanıyor olabilir mi diye düşündüm. Sevmek ve sevilmek, ilgi görmek harika duygular. Ancak yaşamın anlamını tamamen buna bağlamak da zayıflık değil mi? İtiraz ediyorum:) Cemil Meriç ataerkil toplumun meydana getirdiği cinsiyet ayrımını bu boyutuyla bir kez daha vurgulamış, kendisi de pek bir keyifle onaylamış.
sır okurunun profil resmi
Böylesi lâtif itirazların başımız üstünde yeri var... :) Tartışma ahlakından uzak olduğumuz kaydını düşerken ilâve edelim: Bu mâlum Cemil Meriç’e mahsus olan düşünce ve bendeniz de aynı fikirdeyim diyebilirim... “Ben gizli bir hazine idim, (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinatı yarattım...” sırrından hareketle varlık binasının muhabbet temeli üzerinde yükseldiğine inanan, her şeyin aşk ile ve aşk için inşâ edildiği inancını taşıyan bizlere göre sevmek ve sevilmek fıtrî bir hakîkat. Hâdiseleri, yaratılışı, hayatı buna (sevmeye, sevilmeye, ilgi görmeye... velhasıl aşka) göre anlamak zayıflıktan ziyâde (kadın ya da erkek...) kişinin kendini (vâkıf olduğu ve olmadığı bütün yönleri ile) tanımanın ve Hakk’ı bilmenin yegâne yolu. Ve bu yol mutlak kudrete ulaşmanın en kestirme caddesi. Seven, sevebilen (ve bunun karşılığında sevilen) insan için bu gücün ne demek olduğu noktasında sayısız misâl var. Her şeyin bir lisânı olduğu gibi madde ve mânâ âleminin dilinin de “aşk” olduğuna iman edenlerdeniz. Hâliyle bilmenin, anlamanın, yaşamın anlamı da ancak bu duygu ile anlaşılır kanaatine sahibiz. “Havva, Âdem uyurken onun en kısa sol kaburga kemiğinden yaratıldı...” haberine getirilebilecek muhtemel bir izah da kadının, erkeğe olan âidiyeti, ondan bir parça oluşu, olabilir. Bunu sanki bir kölelikmiş gibi anlamak nasıl yanlışsa, yine muhabbet ekseninde düşünmeye çalışmak o denli doğrudur düşüncedeyim... Velhasıl; kadın genelinde mezkûr duygular bir noksanlık, zayıflık alâmeti olmadığı, olamayacağı gibi (insanın) kendisini tanıma, hayatı anlaşılır kılma ve yaşamanın farkında olma noktasında bir ince sırdır, diyebiliriz... (Şahsınıza âit düşünceler için teşekkür ederiz...)
2 sonraki yanıtı göster
Pol Gara  Yeşim Firûzan okurunun profil resmi
Vaay, çok güzel ve ne hazin bir yazı esasında... Teşekkürler 💐🙂
sır okurunun profil resmi
Ricâ ederim... Evet, hâkîkatin hüzne bakan bir vechi hep olmuştur... İstifâde edilmesi dileği ile bendeniz de teşekkür ederim...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.