Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

476 syf.
·
Puan vermedi
Erkekliğin Türkiye Halleri; Bu kitap 3 kadın araştırmacı tarafından yazılmış: • Güler Okman Fişek • Hande Eslen Ziya • Hale Bolak Boratov Güler Okman Fişek; Klinik Psikoloji alanında Profesör Doktor. 1994 yılında Türkiye'nin ilk akademik psikolojik hizmet merkezi olan Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Araştırma ve Uygulama Merkezini kurdu. Hande Eslen Ziya; Stavanger Üniversitesi (Norveç) Medya ve Sosyal Bilimler bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Kadın çalışmalarının yanında erkeklik üzerine de çalışmaları bulunan ve doktorasını da Toplumsal Cinsiyet alanında yapan bir akademisyendir. Hale Bolak Boratov; Boğaziçi Üniversitesinde Psikoloji alanında Profesör unvanını alan bir akademisyendir. Akademik çalışmaları toplumsal cinsiyet, cinsellik, değerler ve ilişki dinamikleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu üç kadın yazar ülkemizde yoğunlaşan kadın çalışmalarının yanında erkeklik konusanda oluşan akademik çalışma boşluğunu doldurmak amacıyla bir saha araştırması yürüterek nicel ve nitel araştırma sonuçları olan kapsamlı bir metin oluşturmuşlardır. Kendilerinden önce bu alanda çalışma yapmış yerli ve yabancı çoğu uzmanın görüşlerine yer vermişler neredeyse. Bu durum iki yönlü sonuca neden oluyor. Birincisi farklı yazarların buluştuğu ortak noktaları okumak ve farklı farklı uzman görüşleri ile konuyu pekiştirmeleri geniş bir kaynakça sağlıyor bizlere. İkinci sonuç; birbirine yakın olan görüşleri saha sonuçlarının değerlendirilme sürecine kadar tekrar tekrar okuyabilirsiniz lakin bu kitap bir edebi kitap değildir. O yüzden tekrarların oluşması kalıplaşan erkeklik eylemlerini görmek açısından faydalıdır. Erkeklik halleri üzerine ülkemizde çok az çalışma yapılmıştır. Hepimizin bildiği, yaşadığı, etrafta gördüğü ya da haberlerde izlediği Türkiye'de erkek olmanın ne hale geldiğini ya da getirildiğini derinlemesine süren nitel araştırmalarla gözler önüne süren toplumsal cinsiyet çalışmalarının öteki yüzü olan erkeklik üzerine değerli bir çalışma olmuş. O yüzden bu üç kadın yazara teşekkür etmek gerekiyor. Kitap ataerkil toplum yapısının erkek çocuklarına dayattığı "erkek" ve "adam" olma kalıplarının erkeklerde oluşturduğu artı eksileri görmek açısından çok önemli bir saha çalışması sunuyor bizlere. Alt, orta ve yüksek sosyoekonomik düzeyde olan bir örneklemle çalışılmış. Her üç alandan olanların babaları ile ilgili soğuklukları, çekingenlikleri ve mesafeleri mevcut. Alt tabakada olanlara doğru gittikçe sorunlar tabii ki daha fazla büyüyor lakin maddi yaşamın konforu dahi ataerkil sistemin bazı kalıplarını kırmaya da yetmiyor, yetmeyecek. Kitap hakkında biraz konuşup son bölümde kendi hayatımdan yola çıkarak sosyoekonomik durumun erkek yaşantısına etkisini de ekleyerek bu saha çalışmasına kendimce katılmış olacağım. Kitapta bir sürü akademisyenin çalışmalarından kesitler var lakin ben belli başlı olanlardan birkaç örnek sıralayacağım. "Ayrıca, Türkiye'deki ailelerde kadın ve erkek ilişkilerinin önemli dinamiklerinin namus ve şeref kavramları üzerinden belirlendiği anlaşılıyor (Baştuğ, 2002). Buna göre ailenin ve ailedeki erkeklerin namusu ve şerefi, cinsellik üzerinden ve özellikle kadınların iffeti/bekareti üzerinden belirleniyor. Dolayısıyla, erkekler kadınların -karılarının ve kızlarının-iffetlerini korumak/kollamak ve kontrol etmekle yükümlüler. Namus ve şeref kavramlarının, erkeğin kadın üzerindeki gücünü ve üstünlüğünü rasyonelleştirdiği ve bir norm haline getirdiği, koruma adı altında kadının davranışlarının kontrol altına alındığı ve kısıtlandığı belirtiliyor." Bir başka araştırma sonucu erkeklerin nasıl bir eş bekliyor olduğuna yöneliktir. "Sancar (2009), toplumun çeşitli kesimlerinden erkeklerle yaptığı araştırmasının sonuçlarında, evliliğin bu erkekler tarafından nasıl tanımlandığını, ne ifade ettiğini ve bu erkeklerin evlilikle ilgili beklentilerini sunuyor. Sancar'ın bulgularına göre, erkeklerin sosyo-ekonomik statüleri, yani "sosyal sermaye"leri düştükçe, evliliğin ve bir aileye sahip olmanın erkekler için anlamı ve önemi artıyor. Buna göre, erkeklerin sosyal ve ekonomik imkanları azaldığında, toplum içinde saygın bir yere sahip olmanın ve kendilerini başarılı görmelerinin yegane yolu, aile reisliği konumunu sürdürebilmekten geçiyor. Bu çalışmanın katılımcıları olan alt sınıf erkeklerin ideal aile yaşamından en önemli beklentileri; onlara bağlı, "hamarat", yüzü gülen, kocasına ve kocasının ailesine saygılı, "leh demeden leblebiyi anlayan", ahlaklı bir eş." Çiğdem Kağıtçıbaşı'nın da yaptığı bir başka araştırmada köy kökenli ataerkil aile yapısı üzerinde duruluyor. Ve şöyle bir sonuç yer alıyor çalışmada: "Köy kökenli ve ataerkil yapıdaki ailelerde, çocukların aileye olan ekonomik ve sosyal faydalarına odaklanılıyor. Örneğin, çocuk sayısının fazla olması, aileye gelecek maddi katkının daha fazla olacağı anlamına geldiği için çok çocuk sahibi olmak az çocuğa göre daha tercih edilir oluyor. Ya da erkek çocuk kız çocuğa göre daha değerlidir; çünkü ileriki yaşlarda kız çocuk evlenip aileden ayrılsa bile oğul her zaman babasının yanında kalıyor ve bir süre sonra evin ekonomik sorumluluğunu ve ebeveynlerinin bakımını üstlenebiliyor. Ayrıca, erkek çocuk, aileyi gelecekte toplum içinde temsil eden, soyun devamlılığını sağlayan kişi olarak görüldüğü için de değeri daha fazla. Dolayısıyla, çocukların aileden bağımsız, kararlarını kendi başlarına veren özer.k birer birey olmalarını özendirmek bir yana, engellenmeye çalışılıyor. Bu amaçla da çocuklar, daha önce de belirtildiği gibi, ebeveynlerinin kontrolcü-katı disiplini ve itaat beklentisiyle yetiştiriliyor." İlk 60 sayfada Literatüre göre babalık, Baba çocuk ilişkisi, Geleneksel babalık modeli, Değişen babalık, Kuşaklar Arası İnceleme çalışmaları, ve bu konuların Türkiye Halleri yer almaktadır. Böylece saha araştırması başlamadan önce gelecek olan cevaplara bir alt yapı sağlanmış oluyor. Kitapta nicel araştırmada 2.000 evki erkekle anket çalışması yapılmıştır. Nitel araştırmada ise 8 ilde 58 evli erkekle derinlemesine görüşme yapılmıştır. Nitel araştırma bulguları kilit sözcüklerden yola çıkarak derinleşiyor. Kilit sözcük: "Saygı" Güneydoğu'dan alt düzey bir katılımcı şöyle ifade ediyor: "-Saygıdır, kimse kimseden korkamaz, saygıdır. Korkuyorum desem değil, saygıdan. iki tane çocuğum var, ben daha babamın yanında bir sigara içmemişim. Ayağımı uzatmamışım. Yani onun konuştuğu yerde biz konuşamayız. Ne ben, ne ağbilerim. Ağbim yirmi yıllık evlidir, babamın yanında daha çocuğunu çağırmamış, dememiş "oğlum gel buraya", "kızım gel buraya". Yani saygıdandır, korkudan değil. Sadece saygıdandır." Kilit sözcük "sevgi yoksunluğu" "Alt SED: Babam sever ama sevdiğini göstermez; erkek. Orada babam yanlış yaptı, babam babasız büyüdü, ben bu yaşıma geldim hala daha ba- basızmış gibi davranıyor. Yani baba şefkati almadığı için göstermedi. Sev- gisini göstermek istediğinde, bu hep maddi olarak görüldüğü için, zaten tek başına büyümüş, para kazanmış, ondan bir parça kopuyor gibi yanaşmadı. Yani sevgi verecek ama para gidecek diye iki zıtta kaldı ve o kaybetti. Doğru olanı çekmedi, bizi babasız bıraktı yine." Katılımcıların buluştuğu noktalardan biri de babalara olan yabancılık duygusu. Yetişkin yaşta babayla tanışmak acı bir durum. Babalar için "adam" olmanın koşulu da elinin bir iş tutması çocuğun askerliğini yapması vb. olunca erkek çocuk ister istemez babayla olan iletişimsizlik sorununu yaşıyor ve bu durum hayat boyu sürecek bir yoksunluğu neden oluyor "sevgi yoksunluğu" bu kitabı okuyan erkek okurların hepsinin babaları ile olan ilişkilerinden kesitleri bulacağı bir kitap bu. O yüzden bastırılan, inkar edilen baba oğul ilişkisinden kaynaklı acı durumları deşen bir kitaptır. Araştırmaya katılan erkeklerin anneleri ile olan ilişkilerinin derinlemesine incelendiği bölümde annenin eğitim anlamında cahil bırakılmış olması orta ve üst sınıfa mensup erkek çocuklarını yakınlık kurma konusunda zorlayan bir durum olmaktadır. "-Tabii, aslında ikisi de yol gösterdi ama baba daha çok gösterdi; çünkü baba hep dışarıdaydı, anne evin içerisinde. Belki farklı bir aile yapısı olsaydı, anne-baba çalışan, o zaman biraz değişik olabilirdi ama anne evde, evin içiyle ilgileniyor. Baba dışarıda, iş hayatında, çalışıyor. Babam daha sosyal. Tabii annem de, "dürüst olun, efendi olun ... " derdi. Ben anneme gidemem, çünkü annem eğitim anlamında cahil, ilkokul mezunu. Dünya görüşü anlamında değil. Dolayısıyla bu tür şeylerde çok çözüm üretebilecek durumda olmadığını düşündüğüm için belki ya da onu üzmemek adına. Annem köy kadınıdır, bazı şeylere tepki verir ama baba çok sosyaldi. Annem ne diyecek ki? Para kimden çıkıyor? Babadan. Kimin sözü geçiyor? Babanın. Doğru mudur bu, doğrudur. Kabul ettik." "Erkeklerin "erkekçe" olmaları yönündeki bu toplumsal baskı, özellikle buna uyulmadığında sorun yaratıyor ve erkeklerin kimi zaman kendilerini ve toplumsal rollerini sorgulamalarına, kimi zaman da karşı cinse (eşlerine, annelerine ve kız çocuklarına) karşı güç gösterilerinde bulunmalarına sebep oluyor. Bu durum özellikle de yukarıda değinildiği gibi erkeklerden en çok beklenen "eve ekmek getirme" yani para kazanma görevini yerine getiremediklerinde belirginleşiyor. Erkeklerin kendilerini değersiz/eksik hissetmeleri ise erkekliklerini tehdit altında görmelerine sebep oluyor." Erkeklerin bu yetersizlik duygusuna kapılıp saldırgan olma tutumunun altında hem kalıplaşmış erkeklik davranışlarını yerine getirmemesi hem de kadını yetersiz görüşü yatmaktadır. Erkek bilincini geliştirip bu ekmek davasına kadını ortak etme yolunu seçip zaten kendi dışında gerçekleşen adaletsizliklere en azından ev içinde son verme düşüncesine sahip olmayı beceremediği sürece "erkekliği" güç unsuru olarak görmeye devam edecektir. Halbuki bir katılımcının da dediği gibi: " Benim açımdan erkeklik çok normal, fazla bir anlamı yok. İnsan olmanın bir parçası." Benim annem bir köy kadınıdır. O kendi evrenini orasıyla sınırlı görmeye alıştırılmış. Okula gönderilmemiş, eğitim ve öğretimden mahrum bırakılan son neslin kadınlarındandır. Ben anneme karamsarlığımı anlatamam, her gün devam eden huzursuzluğumu anlatamam telefonun diğer ucundayken sürekli iyi olmak zorundayım. Zaten mahkum edildiği hayat yeterince sorun teşkil ediyorken benim için endişe duymasını da isteyemem. Kadınların bulunduğu konumdan sorumlu olan bir sürü unsur var. Devlet, toplum, mahalle, aile, eş ve en son çocuklar. Belki hiç kimse bu soruna el atmaya hevesli değildir. Ama en son halka olan çocuklar da geç kalınca geri döndürülemeyen hasarlar oluşuyor. Benim bu kitabı okurken acı çektiğim bir sürü nokta oldu. Baba-oğul ilişkilerinde katılımcıların söylemlerini sanki ben ifade ediyormuşum gibi hissettiğim bir sürü yer oldu. Maddi olarak ayakta durmak konusunda da öyle. Daha önce kadın olma durumunun üzerine bir sürü yazı yazdım çünkü var olan çalışmalar çoğunlukla ikinci cins olarak görülen kadınlara yöneliktir. Bu kitabı keşfedince bu sefer erkek olma durumunun üzerine de konuşmak gerekiyor lakin öncesinde kadınlar için bir parantez açayım. August Bebel Sosyalist bir yazar olmasına rağmen kadınlara kendi kurtuluşunuzu ancak kendiniz sağlayabilirsiniz diyordu. Çünkü sanıldığının aksine sadece geleneksel aile yapılarında ya da geri kalmış topluluklarda kadınlar baskıya maruz kalmıyordu. Kendini Sosyalist, Komünist diye niteleyen erkeklerin içinde de kadın kurtuluşunu önemsemeyen ve sadece erkeklerin ekseninde hareket edenler vardı. O yüzden Bebel yaklaşık 150 yıl önce bunları söylemeyi uygun görmüştür. Erkeklerin binlerce yıldır süregelen bu yapıyı kendi içlerinde yıkması işleri daha da kolaylaştırır lakin işimize gelmiyor. Hayatın süren telaşı içinde kendimizi çocuklarımızı düşünmekten temel sorunlara değinemiyoruz. Eğitim seviyesi yüksek, herhangi bir toplumsal cinsiyet dayatmasına yenik düşmeyen çağdaş evliliklerin kalitesiyle diğerlerini düşününce insanın kendi kendini nasıl yok ettiğini görebilirsiniz. Nasıl erkek çocukları kendi ayakları üzerinde dursun diye çaba gösteriyorsak aynısını kız çocuğuna uygulamak lazım belki artık anne nenelerimiz için çok geç kalmışızdır. Ama eşler, kız çocukları için henüz erken desteklenen, güven duyulan eşlerin, kız çocuklarının neleri başardığını görebilir olmak için henüz erken.. Kitapta çalışma hayatı üzerine de çok duruluyor. Erkeğin geleneksel aile yapısında eve ekmek getiren konumda oluşu ailesinden çok getireceği ekmeğin peşinde oluşu onun aileyi ihmal etmesine neden olmakta ve araya mesafelerin girmesine neden olmaktadır. Kitapta onlarca örnek var tabii lakin ben kendi hayatımdan örnek vermek istiyorum. Maddi durumu zayıf olan bir ailede büyüdüm. Büyük ablam mevsimlik işlerde ilk çalışmaya gittiği yılda ben 9 ya da 10 yaşımdaydım. O tarihten sonra bir daha bütün aile bireyleri aynı anda bir araya gelemedik. Daha sonra abim evden ayrıldı o zamandan beri başka şehirlerde çalışıyor Şimdi bu durumdan kim suçlu devlet tarafından destek görmediği için fakir bırakılan köylüler mi? Hayatta kalmak için çocuklarını çalıştıran babalar mı? Onları kendileri gibi yetiştiren ebeveynleri mi? Geriye dönük tüm insanlık mı? 13 yaşımda eğitim hayatımı devam ettirmek için evden ayrıldım. Lise ve üniversite yıllarında hem çalışıp hem okudum. Üniversite bittikten sonra da sürekli çalıştım hâlâ çalışıyorum. 13 yıl önce evden ayrıldım 13 yıldır da kendi hayatımı sürdürmek için çaba gösteriyorum. Farklı farklı illerde yaşadım, ailem yanımda olmaktan çok telefonun diğer ucunda oluyordu. Şimdi kalkıp da hiçbir şey yokmuş gibi o aile sıcaklığını aramaya kalkışmıyorsunuz artık. Anne babanızın neyden hoşlanacağını bile bilemeyecek kadar yabancılaşıyorsunuz. Ki onlar da sizi tanımıyordur. Anlattığınız kadar varsınız daha fazlası değil.. Tabii ki kadınların sorunlarını konuşalım, sorgulayalım ama şunu da bilelim şanslı bir doğum belgesine sahip olmayan her erkek için de çok zor koşullar doğar doğmaz hazır vaziyette bekliyor olacak. O yüzden bu güç koşullar altında çalışan erkeğin öfkesini eşine çocuğuna yönelmesi daha kolay olan yol oluyor. Lakin düşünme kabiliyetimiz bu bedensel gücü şiddet uygulamaya yolunu seçmek için mi var. Elimize bir kitap alıp okumuş değiliz, mahalle namusunu kollarız hacı hoca ne der ona bakarız. Onun bunun lafı eşin çocuğun lafından kıymetli görülür. Erkek toplumun iradesinde yaşamak için mi var olmuştur? Ya da iradesini başkasına teslim edip kadının iradesini gasp etmek için mi? Birey olarak kendi düşünecelerimizi ne zaman öne süreceğiz. Kimse hayatın zor koşullarına sığınmasın. Sadece kolay olanı seçme yoluna gittiğimiz için bunca felaketler, cinayetler olup duruyor. Beynini başkasına teslim eden her birey basit, ilkel bir organizma olarak kalmaya mahkumdur. Başkalarının bizi yönlendirme faaliyetini Okuma,düşünme ve sorgulama eylemlerinin yerine koydukça çözülecek bir sürü meseleyi kördüğüm haline getirmekten öteye gidemeyiz. Zamandan yakınanlar var biliyorum. Benim de sürekli yakındığım bir şey daha fazla okuyayım, daha fazla yazayım, gezeyim ya da kısaca yaşayayım diye artmasını, birikmesini istediğim zaman. Zaten patronun bizi satın aldığı saatler dışında kendimize ve ailemize ayırabileceğimiz saatler sadece birkaç ile sınırlıdır. O yüzden fedakarlık yapmak gerekiyor. Okurken bitkin düşmek gerekiyor. Benim gibi her gün değil de bazı günler işe uykusuz gitmek gerekiyor. Aydınlanma işten gelip yemek yedikten sonra uyumakla gerçekleşmiyor. Ben 2015 yılında pes peşe gelen maddi sıkıntılarımı örtmek adına aynı anda iki farklı otelde çalışıyordum. Uykuya ayıracağım zamanla beraber günden bana kalan beş saat oluyordu. Ama o sıkıntılı süreçte yanımda Martin Eden vardı günlerce onu okudum o yüzdendir en sevdiğim kitap hâlâ odur. Maddi sorunlar hiçbir zaman sona ermeyecek içimizdeki o manevi sorunları halledince de maddiyat eskisi gibi sizin zamanınızı çalan bir şey olmayacaktır kendi bedenim ve ruhumla verdiğim mücadele en azından bunu bana kanıtlamış oldu. Ama hep okudum, hâlâ hep okuyorum. Şimdi maddi sorunum yok yarın öbür gün kovulurum belki bilemem ama ben kendi irademi kimseye teslim etmek istemedim o yüzden bu yolu seçtim. Her zorluğa rağmen insan kendini düşünsel anlamda yetiştirebilmekle yükümlüdür. Bunu yapmayanların oranı fazla olduğu sürece başta yaşadığımız coğrafya olmak üzere tüm dünyada işlerin hep kötü devam edeceğine dair bir karamsarlık havası hakim olacaktır. Brecht'in de dediği gibi: "Ya hep beraber ya da hiçbirimiz. Kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden. Ya hep beraber ya da hiçbirimiz."
Erkekliğin Türkiye Halleri
Erkekliğin Türkiye HalleriHale Bolak Boratav · İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları · 201710 okunma
··
295 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Neredeyse kitaptan yola çıkarak yeni bir kitap yazacakmışsınız.O kadar cok emek var. İnsanın en yakınlarıyla bile arasında uçurumlar olması ne kadar acı veriyor,ben de biliyorum bunu. Olaya iki taraftan ve çok geniş bakmış kitap,ben incelemenizden bunu anladım.Ama bu ülkede kadın olmanın zorluğu erkek olmanın zorluğu ile asla kıyaslanamaz. İki tane kızım var. Çevremde okumuş-okumamış herkes üçüncüyü de denememi,belki bu sefer erkek olabileceğini öğütlüyor. Yani bu toplumda bir " erkek" annesi olmadan tamamlanmış olamıyorsunuz. Daha doğmadan bir kaderiniz var gibi.Bütün çabalar boşa gibi duruyor o vakit. Ama derin bir nefes alıp anlatmaya devam edeceğiz, umudu kaybetmeyeceğiz. Bir kişiyi bile kazansak kar sayacağız. Kendi yaşantımızla örnek teşkil edeceğiz. Çok tesirli bir inceleme, elinize sağlık.
Adem okurunun profil resmi
Kadın olmanın zorluklarının çok daha fazla olduğu konusunda hemfikiriz hocam. Bu kitabın kattığı şey ataerkil aile yapısının erkekler üzerindeki etkisinin derinlemesine olan görüşmelerden yola çıkarak örneklerle okumak. Bu sayede sorunların temelini daha fazla anlayabiliyoruz. Yaşadığınız sorunları kendi ailemde ablalarım da yaşamıştı birisinin de iki kızı var sizin gibi ve erkek çocuk olmadan tamamlanmayan o annelik durumuna yönelik söylemleri duyuyorum etraftan. Dediğiniz gibi kendini çevrenin baskısından kurtaracak bireyleri arttırabilmek için elimizden geleni yaparak umudu korumamız lazım. Teşekkür ederim yorumunuz için.
Yeşim okurunun profil resmi
Anlattığınız kadar varsınız daha fazlası değil... (Tabii karşı taraf anlarsa...) İncelemenin vurucu cümlesi bu olmuş bence ve çok güzel bir inceleme olmuş. Ben de bu yazılanlara şahidim açıklası. Sırf büyük dayım gelecek diye başımızı kapattırmak isterlerdi. Hatta yurtdışından babaları gelen kuzenlerim kapanır kız, erkek sezonluk namaza başlarlardı. Korkudan değil saygıdan... Ne zamandır yazacağım bir türlü fırsat olmadı nereye yazsam bilemedim. Bu inceleme kısmetmiş. Senin yaşına göre okuduğun kitap sayısını gördükçe ben kendimden utandım. Yaş farkı bir yana en çok okuduğumu unuttuğum yüz belki iki yüze yakın kitap vardır ekleyemediğim. Çok dolu dolu bir insan olduğunu hissediyorum. Umarım hayat sana daha çok okuma, gezme, bilgi edinip bizimle paylaşma imkanı verir🌺 Eline sağlık 🙏😇
Adem okurunun profil resmi
Bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim Yeşim hanım. Hayattaki seçimlerimizi yönlendirebilme hakimiyetimiz çok önemli bence. Ben kazandığım okuma alışkanlığını kendimi kazanmak adına tüketen biriyim. Ne yazık ki toplumun yaratmak istediği insan profili çok vasat, tüketime aç ve kendine yabancı kişilerden oluşuyor bunlar. O yüzden ben zamanımı kendi sürecime adayan biriyim. Siz de değerli okumalar yapıyorsunuz takip ediyorum. Benim amacım da elimden geldikçe farkındalık yaratacak eserlere değinmek uzaktan uzağa elimizden gelen en önemli şey de bu yazma eylemi. Tekrar teşekkür ederim yorumunuz için.
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.